Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kâbe’de bir akşam namazı... İmam Sudeysi’nin gözyaşları

Kâbe’de bir akşam namazı... İmam Sudeysi’nin gözyaşları

Bir yanda “gerçek” gündem, bir yanda “oluşturulmaya çalışılan” yapay gündemler... Kimi insanlar, “meraklı bir bekleyiş” içinde, kimi de “yargıyı baskı altına almak” için, “provokatörce gösteriler” yapmak da dahil, yoğun çaba içinde... “Ak”ların “kara” gösterildiğine çok tanık olduk da, şu son zamanlarda, ipten-kazıktan kurtulmuş “şeytan”ların “melek” olarak lânse edilmesine tanık oluyoruz ki, “ört ki, ölem” demekten başka diyecek söz bulamıyorum... Ama bütün bunlara rağmen, yine de, bugün “Türkiye’nin gündemi”ne girmek istemiyorum... En azından bir gün daha, yani bugün de “Kutsal Topraklar”dan söz etmek istiyorum... Çünkü, “gerçek gündem” orada... Bir “kefen” sembolü olan “ihram”a bürünüp, “hesap günü”nü hatırlamak orada... “Kul” olmak neymiş, bunu anlamak orada... “Renk armonisi”ni görmek orada... “Siyah ile Beyaz’ın, Sarı ile Esmer’in eşitliğini” görmek orada... Hayır, sadece eşitliğini değil, “kardeşliğini” ve “kaynaşma”sını görmek de orada...
NE FIRTINALAR ESTİ, NE FIRTINALAR!
Dün de yazdığım gibi, 31 Mart akşamı İstanbul’da başlayıp, 14 Nisan gecesi saat 01.00’de yine İstanbul’da sona eren “Umre Turu”ndaydık... Vakit’in, hocaefendilerden “uygundur” yönünde görüş alarak başlattığı “Umre kampanyası”nda, kur’ada kazanan “150 okurumuz” ile, “Ben de bu kafilede bulunmak istiyorum” diyerek, seyahata “kendi paralarıyla” katılan 100 civarında okurumuz, iki hafta süreyle hem “ibadet”lerini yaptı, hem birbirleriyle kaynaşıp, çok güzel “birliktelik”ler oluşturdu, hem de “sıcak ve samimi sohbetler” yapma imkânı buldu...
Dün de dediğim gibi;
Gerek “tavaf” esnasında, gerek “say” esnasında ve gerekse “namaz” ve “kutsal yerleri ziyaret” esnasında, kimin içinde hangi “fırtına”ların estiğini, “nasıl bir coşku patlaması” yaşadığını bilebilmek elbette imkânsız...
Bilebilmek de imkânsız,
Anlatmak da!..
Çünkü o, bir “hâl”dir!..
Yaşanır ama anlatılamaz!..
MENDİL KUTUSU İLE TAVAF
O halde ben, size “iç dünya”dan değil, görünür olan dış dünyadan söz edeyim...
Öncelikle şunu söyleyeyim: Giderken de söz verdiğim gibi; gerek “Vakit çalışanları”, gerek “Vakit ailesi”nin tüm mensupları olan siz okurlarımız ve geçmişleri ile “tüm Müslümanlar” için “tavaf” yaptım... Cenab-ı Allah (cc) inşaallah kabul etmiştir.
Gerek Mekke-i Mükerreme, gerek Medine-i Münevvere, bir “kazanç” yeri... “İbadet” ederek, “yardım ve hayır”da bulunarak, dünyanın dört bir tarafından gelen “seçkin insanlar”a “güleryüz” göstererek, onlara “selâm” vererek Cenab-ı Allah’ın “rıza”sını kazanmaya çalışmak, büyük bir kazanç!..
Daha önceleri de ifade ettiğim gibi; bir “kâğıt mendil” kutusunu elinde taşıyarak, “tavaf” yapan insanların terlerini silmesine vesile olmak, “sevap” kazanmak için birebir...
Ya da, “abdest” alana yardımcı olmak, çok güzel bir “dayanışma” örneği...
Bizzat yaşadığım için anlatmak istiyorum... “Zemzem çeşmeleri”nin bulunduğu yerde, abdest tazelemek için “plastik bardak”lara su doldurup, bir kenarda abdest almaya çalışırken, ne oldu biliyor musunuz?.. Oldukça cüsseli biri yaklaştı yanıma, eğilip plastik bardaklardan birini aldı eline ve “elime su dökmeye” çalıştı iyi mi?..
Duyarlılığı ve nezaketi için “teşekkür” ettim kendisine... “Nereli” olduğunu sordum... “Mısırlıyım” dedi... Önce tokalaştık, sonra sarıldık birbirimize...
Allahım, bu ne güzel duygu!..
Bu ne güzel kardeşlik...
“İşte” dedim;
“İşte İslâm bu!”
Ne “renk” farkı var aramızda, ne “cüsse” ve ne de “dil” farkı!..
“Hedef” bir, “yön” bir, “secde” bir!..
Dillerde bir Allah..
İMAM SUDEYSİ’NİN GÖZYAŞLARI
Binlerce yıldır akan, milyarlarca insan tarafından hem içilen, hem de bidon bidon ülkelere taşınmasına rağmen, hâlâ bir gram dahi eksilmeyen “zemzem”le abdestlerimizi aldıktan sonra, “akşam namazı” için boş yer arıyoruz...
Aaa, o da ne?..
Bir Arap vatandaşı, küçük bir kutuda “hurma” ikram ediyor... Dedim ya; hemen herkes, “hayır” yapıp, “sevap” kazanmak için yarış halinde...
Biraz daha ilerleyince, bir başka Arap vatandaş, “sofra” açmış, “buyrun” diyor, “soframıza buyrun!”
Sofrada “çeşit çeşit hurma” var... Onların “kahve” dediği sıcak içecekler... “Helva” ve “çörek”ler... Hepsi, uzunca bir naylon örtünün üzerinde... Biraz sonra “ezan” okunacak ve “oruçlu” olanlar “iftar” edecekler...
Ezanın okunmasıyla birlikte; kimi “zemzem”le, kimi “hurma” ile açıyor oruçlarını... Yemek işi bitince, sofra adeta bir bohça gibi katlanıp, büyükçe bir poşetin içine atılıyor.
Halı tertemiz...
Artık “namaz” vakti...
Birazdan, Kâbe imamlarından Abdurrahman Es Sudeysi, safları sıklaştırma uyarısı yaptıktan sonra, “Allahüekber” deyip, namaza başlıyor...
“Fatiha” suresini bitirince, hep birlikte “aaamiiinn” diyoruz...
Ardından, o muhteşem sesi ile “Furkan Suresi”nin son ayetlerini okumaya başlıyor İmam Sudeysi...
Tam, “Dualarınız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” şeklindeki 77. ayet-i kerimeye gelmişti ki; önce sesi çatallaştı, sonra da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Demek oluyordu ki;
İmam, sûrenin anlamını sadece bilmekle kalmıyor, aynı zamanda onu yaşıyordu.
Bir süre sustu... Sonra zor da olsa, bitirebildi sûreyi...
Bu ne “duygu”dur, bu ne “coşku”dur, bu ne “iman”dır Allahım... Bu duyguyu bütün mü’minlere yaşat Yarabbim...
MEKKE VE MEDİNE’DEN NOTLAR
Dedim ya; “iç dünyalar”da yaşanan “fırtına”lardan, “gel-git”lerden söz etmek imkânsız... Gördüklerimi, duyduklarımı ise “malûmatfuruşluk” yapmadan, kısa notlar halinde aktarmak istiyorum.
Ne ilginç değil mi;
Arafat, adeta “mahşer provası”nın yapıldığı yerdir... “Umre”ye de gelse, “Hacc”a da gelse, insanlar gerek “ibadet” için, gerek “ziyaret” için Arafat’a gelirler...
Arafat, bir “toplanma yeri”dir!..
Az ilerideki Cebel-i Rahme ise, “insanlığın rahmi”dir... Çünkü Hz. Adem (as) ile Hz. Havva validemiz orada buluşmuşlar ve insanlık, orada neşv-ü nema bulup, oradan dünyaya yayılmıştır...
¥ Mekke ve Medine arasındaki 6 saatlik karayolu, bu iki şehri birbirine bağlayan “en kısa yol”dur... Rivayetlere göre bu yol; Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’in “Hicret” esnasında kullandığı yoldur.
¥ Medine; bilinenin aksine, “suyu en bol” şehirlerdenmiş... Bunu, son seyahatimizde öğrendim... Hurma yetiştiricilerinden öğrendiğim kadarıyla, “artezyen” vurulduğunda 6-7 metreden bile su çıkıyormuş... Hele 10-15 metreyi aştığında, 24 saat boyunca su akıtmak mümkünmüş... Ki, bunu “Medine Hurma Bahçesi”nde gözlerimle gördüm.
¥ Suudi Arabistan’ın toplam nüfusu “27 milyon” civarında... Ülkede, çeşitli İslâm ülkelerinden gelen “17 milyon civarında işçi” çalışıyormuş... “Ücret”leri belki az ama gerek “Umreci”lerin, gerek “Hacı”ların yaptığı “bağış”lar, onları son derece mutlu ediyor... S.Arabistan’da bulunan Türkler, “işçilik” yapmaktan ziyade, “kendi işi”ni kurmuş vaziyette...
Uzun lâfın kısası;
14 günlük yolculuğumuz hem “ibadet”lerle, hem “sohbet”lerle ve hem de “geziler”le dolu dolu geçti... Medine’de öğrenim gören Sıtkı Taş kardeşim, bizi “kitap fuarı”na bile götürdü.
Seyahatimiz esnasında, sadece kendi kafilemiz ile değil, “Diyanet”le ve başka turlarla gelen vatandaşlarımızla da sohbet etme, onların dert ve sıkıntılarını dinleme imkânı bulduk... Bunları, zaman içinde inşallah sizlerle ve yetkililerle de paylaşacağım...
Son olarak şunu söyleyeyim: Allah, Umre ve Hacc yapmayı sizlere de nasip etsin!..
Bu mutluluğu, bu coşkuyu siz de yaşayın.
:::::::::::::::::::::::::::::::
İlginize teşekkürler
“Umre”den döndüğümüzü dünkü yazımdan öğrenen okurlarımız, gerek “mail”lerle, gerek “telefon” ve “faks”larla, “hoşgeldiniz” diyorlardı... “Allah umrelerinizi kabul etsin” deyip, ekliyorlardı: “Sizsiz olmuyor be ağabey... 15 günün dolmasını iple çektik... Hani umre olmasa; bizi bu kadar yalnız bıraktığınız için neredeyse kızacaktık!”
Bu “duygu”larınız, bu “sevgi”niz ve bu “özlem”iniz için hepinize teşekkürler ediyorum... Allah’a şükür, sağ-salim döndük işte... İnşaallah, yarından itibaren gündemin içine dalacağız... Bakalım neler çıkacak?..
Biliyorum ki, sizler “hasret”le beklediniz dönüşümü... Ama “bazıları” var ki, “bayram” etmişler iyi mi?..
Hani “15 gün yokum” dediğim veda yazım vardı ya, internet sitelerinin aldığı bu yazıya yazılan “yorum”larda ne demişler biliyor musunuz; “Ohhh, 15 gün rahatız!”
Ehh, ne yapalım, el mecbur; “rahat”larını ve “konfor”larını bozacağız... İşimiz bu...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi