Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Kutlu Doğum’u yaşamak ve yaşatmak

Kutlu Doğum’u yaşamak ve yaşatmak

Eylemi olmayan, hareketi olmayan sözlü kutlamalar hep ağırlıktadır ülkemizde... Böyle olunca da hep unutulur Efendimiz’in doğum yıldönümü... Oysa Efendimiz, tüm âlemlere ve yeryüzünün tamamına gönderilen bir rahmet peygamberidir. Efendimiz’e doğumuna yakışan tavrımızı ortaya koymamız ve tüm âlemleri ilgilendiren bir yaşayışı, bir mesajı, bir sözü, bir ahlakı, bir edebi yaşamanın maksat ve hedefini tutmalıyız.
Sözde çok sevdiğimiz iki cihan resulünün doğum günü mü gelmiş, çoklarımızın haberi bile yok. Oysa sevgi, sevgiliyi icraatla yaşatmaktır. Biliyoruz ki; bilmek ve tanımak birbirinden ayrı, iki önemli husustur. Bilmenin yolu okumaktan, tanımanın yolu ise yaşamaktan geçer.
Peygamber Efendimiz’i, ancak sözleriyle, sünnetleriyle, hadisleriyle yaşadığımız zaman tanıyabiliriz.
Tüm insanlığın mutlak örneği Hz. Muhammed’dir. Gecesiyle gündüzüyle, aile hayatıyla, ahlakıyla, edebiyle, ... örnektir bizlere. Tüm insanlığın yegâne örneği ve önderidir. O bizlere yanlış adres göstermez, Peygamber Efendimiz’in çıkmaz sokaklarda yeri yoktur. Berrak, net ve açıktır, kapalı ve gizli yönü yoktur.
Bizler Peygamber Efendimiz’i ne kadar tanıyoruz? Babamızı tanıdığımız kadar, annemizi tanıdığımız kadar, eşimizi tanıdığımız kadar, işimizi tanıdığımız kadar, paramızı, ... tanıdığımız kadar, Allah Resulü’nü tanıyor muyuz? Ne kadar tanıyoruz ki ne kadar sevelim! Peygamberimiz’i basmakalıp sözlerle veya şablonculukla hiçbir zaman tanıyamaz ve anlayamayız!
Bizler birçok insanı tanıdığımız kadar maalesef Peygamberimiz’i tanımıyoruz. Hâlbuki Allah Resulü hayatımızın her alanında ve her noktasında vardır. Peygamberimiz’in ümmetine düşkünlüğü babamızdan, annemizden çok çok üstündür. Bu anlamda Tevbe Sûresi 128. ayet bizlere ışık tutacaktır: “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”
Efendimiz’le ilgili batılı bilim adamlarının tespitine göre; “Hz. Muhammed’in ahlak ve karakterinde bir adam, yaşadığımız dünyaya lider olsa bütün problemler çözülür, hayatın mutluluğu sağlanırdı. Muhammed insanlığın kurtarıcısıdır. Bu şöhretin tek sahibi O’dur.”
Gördüğünüz gibi batılı bilim adamları dahi, “yaşadığımız dünyada eğer Muhammed lider olsaydı, yeryüzündeki 6 milyar insanın ekonomik, siyasi, iktisadi ve manevi her türlü sıkıntılarının çözülmüş olduğunu görürdük” diyor.
Efendimiz’in en büyük amaçlarından biri de ‘sınıfsız bir toplum’ inşasıdır. Köle ile efendiyi aynı sofrada buluşturur, güçlü ile zayıfı aynı safta birleştirir, zenginle fakiri kardeş ilan eder ve tüm insanlığı bir tarağın eşit dişlerine benzetir.
Peygamberimiz’in sınıfsız bir toplum inşa etmesinde beş önemli metod vardır. Bu metodlar: ¥ Dini düzen ve sistemdeki metodu; sevdirmek, ¥ İlmi düzen ve sistemdeki metodu; ikna etmek, ¥ Siyasi düzen ve sistemdeki metodu; güven, adalet ve tarafsızlık, ¥ İktisadi düzen ve sistemdeki metodu; mülk Allah’ındır ve insanlar da Allah’ın İyali’dir düsturu, ¥ Ahlaki düzen ve sistemdeki metodu ise örnek olmaktır.
Müslümanlar olarak yaşantımıza bir etüt yapmamız gerekiyor. Hadisleri ile, ölümsüz sözleri ile hayatımızı gözden geçirmemiz elzemdir. Benzeri bulunmayan bir insanın doğum yıldönümü anısına birtakım tekliflerimiz olacaktır:
* Efendimizin doğum yıldönümünde; telefonla, telgrafla, mektupla tebrikleşsek,
* Üç beş fakirin evimizde veya restorantta karnını doyursak,
* Öksüz ve yetimleri kendi çocuklarımız gibi arabamıza bindirip onları sevdiği elbiseler alarak sevindirsek,
* Kimsesizler ve huzurevine anlam ifade eden hediyelerle şefkatli bir baba gibi gitsek, kırık kalplerini onarsak,
* Gıda paketleri hazırlatsak, akşam olunca kimsenin görmediği gizlilik derecesinde yoksul ailelerin kapılarını çalsak,
* Yoksul öğrencilerin okuduğu okullara gidilse, onların ihtiyaç duyduğu malzemeler müdür ve öğretmenlerine takdim edilerek çocuklar sevindirilse,
* Aileler topluca mezar ve veli kulların ziyaretini gerçekleştirseler,
* Ülkemizde alışveriş merkezleri bir hafta boyunca özel indirim yapsalar,
* Çevremizdeki gazete-dergi alamayan kardeşlerimizi aylık-yıllık münasip gazete-dergilere abone etsek,
* Yayınevleri ve kitapevleri sattıkları kitaplarda özel indirimler yapsalar,
* Hapishanelerde tutuklu olanlara harçlıklar göndersek, bu haftanın anısına ziyaretler gerçekleştirsek,
* Doktorlar bu hafta boyunca muayene indirimi yapsalar,
* Evlenecek nişanlı gençlere çeyiz hediyesi temin etsek, “Düğününüze Kutlu Doğum anısına katkımız olsun” denilse,
* İmam Hatiplerimize öğrenci yazdırma yarışına girip İmam Hatiplerimizi tekrar eski günlerine kavuştursak,
Bunlar basit gibi geliyor fakat hiç öyle değil, tatbik edildiği zaman birçok gönülde iz bırakacak güzel eylemlerdir. Asya kıtasına ticaret amacıyla gidenler, dürüst Müslüman tüccarların ahlakından etkilenerek, İslam’ı tercih etmedi mi? Çünkü kalelerden önce, gönüllerin fethi esastır.
Konuyla bağlantılı olarak bir hatıramı anlatayım. Türkiye’nin değişik bölgelerinde otobanlar var. Ücretlidir bu yollar. Bu yolların birinde gişede sıramı beklerken, Efendimiz’in doğum günü anısına benden sonraki kişinin de gişeye kendi ücretimle birlikte parasını verdim ve hareket ettim. Gişe memuru benden sonraki aracın kullanıcısı olan beyefendiye, “Sizin ücretiniz önünüzdeki araç sahibi tarafından ödendi” diyor. Ben bir süre gittikten sonra arkamdan selektör yapan bir arabayı fark ederek arabayı sağa çektim ve durdum. Her ikimiz de arabadan indik. Yüzündeki anlamsız ifadeyle: “Kardeşim benim ücretimi ödemişsin, bu nerden çıktı?” diye sordu. Ben de “Kardeşim, Kutlu Doğum Haftası’nı idrak ediyoruz. Hediyeleşmek de sünnet olduğuna göre bir sünneti gerçekleştirmiş oldum” deyince adam bana sarıldı, ben ona sarıldım, böylece aramızda bir dostluk başladı. Hâlâ bu dostluk devam eder.
Sözlerimizden ziyade icraatlarımızla, Efendimiz’i sevdiğini söyleyen gönüllerin gündemine yerleştirebilsek, bir de böyle tanıtsak, sanırız sevgi eylemi yerini bulmuş olur.
Almanya’da bir doktor özel muayenesinde hastanenin ön cephesine şu yazıyı asar:
“Irak’a savaşmak için gidip yaralananlar bizim hastanemize gelmesinler, muayene etmeyeceğiz. Çünkü haksız yere binlerce sivilin kanını döktüler. Çevresindekilerden ‘Korkmuyor musun, başına bir şey gelebilir’ diyenlere ‘Daha insanlığımı kaybetmedim’ der.” Gayri müslim bir insan bile doğru bildiğini yapmada tereddüt etmiyor...
Müslüman bir ülkede yaşayıp, bu memleketin havasını teneffüs eden, ekmeğini yiyen ama Peygamber Efendimiz’e çöl bedevisi diyecek kadar küçülebilen, tüm seviyeleri ortadan kaldıran insanların yanında; Hıristiyan olmasına rağmen Avrupa’da kilise çanlarının gölgesinde yaşadığı halde gerçekleri ve hakikatleri görebilen bazı insaflı bilim adamları vardır.
İster istemez bir kıyasın hakikat gerçeğinde vurgulanması gereken bir konu olarak karşımıza çıkar. Bu bilim adamlarından biri Goethe, diğeri de Bernard Shaw’dır. Diyorlar ki: “Bütün politikacıları, bilim adamlarını, askerleri, yaşamlarına gıpta ettiğiniz insanları yakından tanıdığınızda hiç de gözünüzde büyüttüğünüz gibi olmadıklarını görürsünüz. Bunların bir tek istisnası vardır. O da Müslümanların peygamberi Muhammed’dir. (s.a.v)” O’na yakınlaştıkça O’nun büyüklüğünü, O’nun şerefini, O’nun kadri kıymetini o vakit anlarsınız. İşte sözün özü...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Büyük Arşivi