Tartışmaların sunduğu fırsat
En başta ifade edelim ki, herkesin bir hesabı var; fakat kâinatı halk eden Hâlıkımızın da bir hesabı mutlaka vardır. Önemli olan da insanların indî hesapları değil, Yaratıcımızın hesabıdır. O, ‘nur’unu tamamlayacağını bildirdiğine göre bize düşen ümitle, şevkle vazifemizi yapmak ve O’nun vazifesine karışmamaktır.
Son günlerdeki tartışmalar, ‘doğru İslâm’ın ve ‘İslâm’a lâyık doğruluk’un anlaşılması gerektiğini bir defa daha hatırlattı. Türkiye’yi ‘idare edenler’ce yıllardan beri yapılan birbirine benzer açıklamalarda; Türkiye’de yaşayanların din noktasında hür ve serbest olduğu, herhangi bir probleminin olmadığı ifade edilir. Konuşmalardaki söz ve beyanlar, aynı olmasa da benzer kanaatlere dayanır. Bunu delillendirmek için de “Binlerce cami açık, her gün beş vakit namaz kılınıyor. Kimin camiye gitmesine mani olundu? Üstelik imam hatiplerin maaşını dahi devlet veriyor. İlahiyat fakülteleri bile var, daha ne istiyorsunuz?” derler.
Tabiî bu sözler ve beyanlar kulağa hoş gelir, ‘yabancılar’ belki buna inanır, ama işin aslı esası öyle değil. Çünkü imam hatiplerin ‘memur’ olmaları bile ayrı bir problemdir. Bu sebeple ‘vergi hutbesi’ okumak ‘moda’ olurken, ‘tesettür âyetlerini’ hatırlatmak bazılarının canının sıkılmasına mani olur.
Elbette ‘mütedeyyin’ insanların sıkıntıları bunlarla sınırlı değil. En başta başörtülü öğrenciler başta olmak üzere büyük çoğunluğa ‘kamusal alan’ yasağı devam ediyor. Yaşları küçük olduğu gerekçesiyle 5. sınıfı bitirmeyen çocukların Kur’ân öğrenmesi de yasak. Ticarî hayattan zirâî hayata kadar her sahada ‘yasak’lar ve sıkıntılar var.
İşte son tartışmaları vesile ederek, uzman bir heyetin bunları kamuoyunun gündemine taşıması gerekir diye düşünüyoruz. Çok basitçe işe ‘mütedeyyin’ tâbirinden başlanabilir. Madem Türkiye’yi ‘idare edenler’in ‘mütedeyyin insanlar’la bir problemi yok; o halde bu tabirin ne anlama geldiği, gelmesi gerektiği ortaya konulsun. İlk iş olarak ülkemizde faaliyet gösteren bütün ilahiyat fakültelerinin dekanları ya da onları temsil eden birer uzman bir araya gelmeli ve bu konuyu ‘dosya’ haline getirmelidir.
Bakınız, din konusunda hiç ilgisi, bilgisi ve yetkisi olmayanlar çıkıp bu konularda konuşup ‘fetva’ verebiliyorlar. Peki, kanunların verdiği yetkiye dayanarak Diyanet İşleri Başkanlığı ya da ilahiyat fakülteleri bu konularda niçin konuşmazlar? “Biz her şeyi anlattık, daha başka söze gerek yok” mu diyorlar? Yoksa, konuşmamaları, ‘yanlış konuşmaları’ndan daha hayırlı olduğu için mi susmayı tercih ediyorlar?
Nasıl ki 11 Eylül 2001 terör saldırıları İslâmın dünya gündemine gelmesine vesile oldu. Türkiye’deki son tartışmalar da “doğru İslâm”ın ne olduğu ve nasıl anlaşılması gerektiği konusunun Türkiye gündemine gelmesine vesile kılınmalı. Uzman bir heyet, bu konuda özel bir çalışma yapıp eksikleri ve ihtiyaçları sıralamalı; bu dosya Türkiye’yi ‘idare edenler’e sunulmalı ve onların samimî olup olmadığı test edilmeli. Onlar samimî olsalar ya da olmasalar yine böyle bir çalışmanın yapılması elzemdir. Böyle bir çalışma, ‘hakkı tutup kaldırma’ anlamına da gelir.
İslâmın icaplarını yerine getirenlere “Bunu siyasî niyetle yapıyorsun” demek kimin haddine? Türkiye’yi idare edenler ne zamandan beri ‘niyet okuma’yı kendi hakları olarak görüyor? Hangi hareketin dine, İslâma uygun olup olmadığını her halde ilahiyatçılar değerlendirebilir. Bu konularla uzaktan ve yakından ilgisi olmayanların yaptıkları değerlendirme ‘hiç’ hükmündedir.
Her şeye rağmen, tartışmaların sunduğu ‘doğru İslâmı anlatma’ imkânını değerlendirmek gerekiyor vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.