Cami var cemaat yok, cemaat var cami yok!
Türkiye’de din konusundaki tartışmalar, zaman zaman ‘cami sayısı’yla irtibatlandırılır. Bilhassa 28 Şubat sürecinde ‘mütedeyyin insanlar’a akla ve hayale gelmeyen baskılar yapılınca bu baskıyı yapanlar ya da savunanlar “Türkiye’de dine ve dindarlara baskı yok. 75 bin cami ibadete açık. İmamların maaşını devlet ödüyor. Kimin camiye gitmesi engelleniyor ki!” derlerdi.
Elbette aklı başında olanlar bu savunmaları ciddiye almazdı, ama bu lâflara kanan ve “Türkiye’yi idare edenler doğru söylüyor” diyenler de olurdu. Evet, şükürler olsun ki Türkiye genelinde binlerce camimiz var ve imamların maaşlarını da ‘devlet’ ödüyor. Ama aynı gerçeklikte zaman zaman inananlara baskı da yapıldı.
Türkiye’yi idare edenler en başta şunu bilmeli ki, milletimiz cami sayısından ziyade inancına hürmet ve saygı istiyor. Adım başı cami yapılsa, ama insanlar camiye gitmeyecek şekilde eğitilse ne fayda? Düşünün ki bir kişi camiye gitti, imam efendi hutbede ya da kürsüde “Müslüman hanımlar ve kızlar başlarını örtmeli, bu farzdır” dedi. Sonra kızı başörtülü diye ‘kamusal alan’a alınmadı. O Müslüman ne düşünür? İnsanlar inandıkları gibi yaşama hürriyetinden yoksun bırakıldıktan sonra 75 değil de 175 bin cami olsa fayda verir mi?
Bununla beraber ihtiyaç olan her yere, ihtiyacı karşılayacak kadar camiler yapılması da gerekiyor. Uzun yıllar süren devlet politikası neticesinde köyler boşalıp şehirler dolunca, cami noktasında da sıkıntılar ortaya çıktı. Büyük şehirlerde camiler ihtiyacı karşılamazken, köylerdeki camiler de boş kaldı. Bu günden sonra dengenin sağlanabilmesi de kolay görünmüyor.
Milyonlarca insanı yeniden köylerde yaşamaya sevk edemeyeceğimize göre şehirlerdeki cami ihtiyacını karşılamak gerekecek. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, haklı olarak bu ihtiyaca dikkat çekmiş ve “Konya’da 3 bin cami var, Kastamonu’da da 3 bin cami var. İstanbul’da da 3 bin cami var. Nüfus oranları dikkate alındığında camisi en az olan ilimiz İstanbul’dur’’ demiş. (AA, 11 Mart 2013)
Görmez, ayrıca ‘’Nüfusun yüzde 25’i köylerde yaşarken, camilerin ise yüzde 75’i köylerde bulunuyor. Nüfusun yüzde 75’i şehirlerde yaşarken, camilerin yüzde 25’i şehirlerde bulunuyor” demek suretiyle çelişkiye de işaret etmiş.
Peki ne yapalım? Bir taraftan şehirlerde yeni camiler yaparken öte yandan da köylerdeki ‘imam hatip israfı’na bir çare bulalım. “Ne demek şimdi bu?” dediğinizi duyar gibi oldum. Şöyle ki, kendi köyümden ve çevre köylerden örnek verebilirim: Köyümüzde iki cami var. Yaz ayları hariç köyümüzde Cuma namazını kılacak kadar cemaat bulmak bile mümkün değil, çünkü herkes şehirde yaşıyor. Tatil için köye gidenlerle camiler şenlense de yılın yarıdan fazlasında camilerimiz boş kalıyor. Dolayısıyla cenazeler hariç imam hatiplerimize de vazife düşmüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı haklı olarak “Camiler sürekli açık ve hizmete hazır olsun” diyor, ama çoğu köyde durum bu. Sadece Cuma namazı kıldırılarak yapılan ‘görev’ vatandaşını da memnun etmiyor. Kendisi camiye gitmese bile, “Bir Cuma namazı kıldırılarak vazife yapılır mı?” diye sorgulayarak, şikâyetçi olur. Dolayısıyla camiler meselesi gündeme geldiğine göre “imam hatip israfı”na da bir çözüm bulunmalı.
Belki de şehirlerde ya da okullarda ihtiyaç olduğu halde “din eğitimi verebilecek kişiler” bulunamıyor, ama “devlet memuru/ imam hatip”ler köylerimizde işsizlikten can sıkıntısı çekiyor. Madem sadece Cuma namazı için ihtiyaç duyuluyor, o halde “taşımalı imam hatip”ler uygulaması düşünülemez mi? Cuma günü köylere gitsinler, diğer günler şehirde, ihtiyaç duyulan yerlerde iman ve Kur’ân hizmeti için çalışsınlar... Zaten asıl işleri bu...
Böyle yapmak hem onlar için hem de milletimiz için çok daha faydalı olur. Helâl kazanç için de bu önemli değil mi? (Tabiî bütün köyler, bütün imam hatipler aynı uygulamaya tabi tutulamaz. İstisnaların kaideyi bozmayacağını hatırlayıp uygun olanı tercih etmek lâzım.)
Hem cami hem de cemaat lâzım, vesselâm.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.