Baykal’ın “31 Mart” hatırlatması
Ebedi Muhalefet Lideri (EML) Sayın Baykal hatırlatmasaydı, az daha tümden ıskalıyordum. Aslında hatırlamıştım, ama Ergenekon bağlantılı konulara şaşkınlığımdan başımı alıp yazamamıştım.
Vay ki ne vay! Ucu nerelere uzanıyor! Yanlış anlaşılmasın, hiçbir kişiye ve kuruma hiçbir suçlama yöneltmiyorum. Çünkü olay henüz soruşturma safhasında. Hukuk anlayışımın temelini “Hüküm verilinceye kadar herkes masumdur” anlayışı teşkil ediyor.
Yalnız anlayamadığım bir nokta var: Sayın Baykal, Türkiye’de ilk böbrek naklini gerçekleştiren hemşehrim Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı kastederek, “Organ nakli yapan ‘hocaların hocası’ nasıl gözaltına alınır?” diye bağırırken, geçmişinde en az Haberal kadar önemli hizmetlerde bulunan bir “hayır kurumu”nun ipini nasıl çekti?
Türkiye ayağının olup olmadığı, varsa hüküm giyip giymeyeceği bile belirsiz iken, o konuda şahin kesilip “kelle” isteyen çevrelerin, söz Ergenekon’a gelince “Olur mu canım, ülkeye hizmet edenlere bu yapılır mı?” havasına girmeleri, açıkçası insanı kuşkulandırıyor! Ne yani! Ülkeye hizmet eden herkese “suç işleme imtiyazı” mı istiyorlar? Yoksa “öteki tarafa ceza, bize saadet” anlayışından mı hareket ediyorlar?
Bu arada Ebedi Muhalefet Lideri (EML) Sayın Baykal’ı, öğretim üyelerinin gözaltına alınma sürecinde, aşırı telâşlı bulduğumu itiraf edeyim. Belli yaşta olanlar için bu kadar derin telâş öncelikle kalbe zararlıdır. İkincisi, “Suçlu telâşı” olarak algılanmaya müsaittir! Her hal u kârda aşırı telaş ve heyecandan kaçınmasını âcizane-fakirane tavsiye etmek isterim.
Zira bazı CHP önderlerinin de Ergenekon’a bir şekilde bulaştıkları yolundaki iddialar çoktandır fısıltı gazetesine (çok şükür bu gazete şimdilik Doğan Medya Grubu’na ait değildir) manşet oluyor!
Neyse, asıl gelmek istediğim nokta Sayın Baykal’ın 31 Mart hatırlatmasıdır. Grup toplantısında, “Operasyonlar 13 Nisan tarihinde yapıldı” diyor, “13 Nisan eski tarihle 31 Mart’a karşılık geliyor. Yani 100 yıl önceki olayların yıldönümüne. Operasyonu yapanlar acaba tarihi bir rövanş duygusu içinde miydiler?.. Eğer böyle değilse tarih Türkiye ile çok derin istihza, çok ciddi bir ironi ilişkisi içine girmiştir.”
Bu yaklaşımın tek doğu tarafı vardır: O da 31 Mart Hadisesi’nin Miladî takvime göre 13 Nisan 1909 tarihine rastlamasından ibarettir...
Peki, bu 31 Mart Hadisesi nedir? Ebedi Muhalefet Lideri Sayın Baykal ne demek istemiştir?
Sultan II. Abdülhamid 1876 tarihinde tahta çıktıktan sonra, Meşrutiyeti ilân etmiş, ancak “Meclis-i Meb’usan”ın, gayr-imüslim milletvekillerinin eline geçtiğini, Osmanlı aleyhine kararlar çıktığını fark edince, Meclis’i kapatmıştı. Ne var ki, dönemin en etkili siyasi hareketi olan İttihad ve Terakki Cemiyeti (daha sonra İttihad ve Terakki Fırkası veya Partisi adıyla anıldı) üyelerinin kışkırtmalarıyla farklı gelişmeler yaşandı. Bunun üzerine Padişah, İkinci Meşrutiyet’i ilân etmek zorunda kaldı (23 Temmuz 1908). İttihad ve Terakki devlet yönetimine geldi. Zaman içinde de keyfi uygulamalara girişti. Sokak ortasında gazeteci öldürttü. Bunun üzerine muhalif kesim bir araya gelerek “İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti” adı altında örgütlendi (5 Nisan 1909). Cemiyet, Derviş Vahdeti’ye ait Volkan Gazetesi idarehanesinde faaliyete geçti.
Volkan Gazetesi, İttihat ve Terakki’cilere karşı çok sivri çıkışlar yapıyor, mektepli subaylarla İttihatçıların aslında kâfir olduklarını, daha fazla güçlenirlerse dini kaldıracaklarını söylüyordu.
Bu yayınlardan etkilenen Taşkışla’daki Avcı Taburları eski takvime göre 31 Mart Salı sabahı Sultan Ahmet Meydanı’nda toplandı. “Şeriat Devleti”nde güya şeriatı kurtaracaklardı! “Şeriat isteriiiz!” çığlıkları İstanbul semalarında çınlıyordu. Halbuki anlamından bile haberleri yoktu.
Birliklere Hamdi Çavuş, Kamacı Ustası Arif ve Bölük Emini Mehmet kumanda ediyordu. Bunlar okuma-yazma dahi bilmeyen en alt rütbeden askerlerdi. Etrafta subay gözükmüyordu.
Bir grup meclise giderek, isteklerini dört madde halinde bildirdiler. Ancak istekleri kabul edilmedi. Bunun üzerine kara cahil zorbalar silaha davranıp Meclis Başkanı Adliye Nazırı Nazım Paşa’yı ve Tanin Gazetesi (İttihatçıların yayın organı) Başyazarı Hüseyin Cahit zannettikleri Lazkiye mebusu Şekip Arslan Bey’i öldürdüler. İsyana bir süre sonra donanma erleri de katıldı. Harbiye Nezareti sarıldı ve bir kısım mektepli subaylar şehit edildi.
İstanbul’daki ayaklanmayı haber alan Selânik Redif Tümeni’ne bağlı subaylar ve ordu kumandanı Mahmut Şevket Paşa meşhur “Hareket Ordusu” ile İstanbul’a gelip 22-23 Nisan gecesi şehre girdi. 24 Nisan’a kadar devam eden ayaklanma böylece bastırıldı ve hemen ardından, 25 Nisan’da Örfî İdare (Divan-ı Harb-i Örfî) ilân edildi.
Müthiş bir tevkifat başladı. Kuru ile yaş da yandı. Çok insan asıldı. Bediüzzaman Said Nursi de bu arada Hurşit Paşa’nın başkanlığını yaptığı Divan-ı Harb-i Örfî’de yargılandı, ancak isyan sırasında yaptığı yatıştırıcı konuşmalar dikkate alınarak, hakkında takipsizlik kararı verildi.
Kendi ifadesiyle, “Bu dehşetli mahkemede idamını beklerken, beraat etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid’den Sultanahmet’e kadar, arkasında kalabalık bir halk kitlesi mevcut olduğu halde, ‘Zalimler için yaşasın cehennem! Zalimler için yaşasın cehennem!’ nidalarıyla” ilerlemiştir.
Eğer Sultan II. Abdülhamid isteseydi, Hareket Ordusu İstanbul’a giremezdi. Bir emirle Hareket Ordusu dağıtılır, komutanlar Padişah’a isyandan yargılanırdı.
Ancak, sanırım karışıklıklardan Sultan Abdülhamid de bıkmış usanmıştı. Açacağı yaralar yüzyıllarca kapanmayacak bir “kardeş kavgası” başlatmaktansa tahtını terk etmeyi maslahata daha uygun buldu.
Gördüğünüz gibi, tarih yaşanmış olayların hikâyesi değildir. Tarih, yaşananları etkileyen bir süreçtir. Sayın Baykal bunun farkında mı, bilmiyorum.
NOT: Bugün saat 14.00'de İstanbul/ Tuzla'da, İdris Güllüce Kültür Merkezi'nde "Osmanlı İnsanında Peygamber Sevdası" konulu bir konferans vereceğim. Dâvetlimsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.