Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Ona çok muhtacız!

Ona çok muhtacız!

Hadi gözlerinizi kapatın lütfen… “Gün bugündür dem bu dem” diyerek Asr-ı Saadet’e kısacık bir yolculuk yapalım…
Yer Medine… Eski ismiyle Yasrib.
Birbirine benzeyen kulübeler güneş altında serpilmiş terliyor. Yabancı elçileri şaşırtan işte bu manzaradır. Peygamber-i Âlişan’la görüşmeye gelen her elçi önce Medine’de Devlet Başkanlığı Sarayı arıyor: Yoktur.
Büyükçe bir ev bakınıyor hiç değilse: Yoktur.
Sormak zorunda kalıyor nihayet:
“Reisiniz nerededir?”
Mescid-i Nebevi’yi gösteriyorlar: “İçerde, arkadaşlarıyla birlikte...”
İçeri girince bir kez daha şaşırıyorlar: Çünkü onlar gösterişli bir kıyafet, tantanalı takılar, gururlu bakışlar bekliyorlar…
Ne var ki içerde oturanların hepsi yaklaşık olarak aynı kıyafette, aynı oturuşta, aynı bakışta bütünlenmiş. Bir kez daha sormak zorunda kalıyorlar:
“Reis hanginizsiniz?”
Bütün gözler derin bir sevgi, büyük bir saygıyla Efendiler Efendisine dönünce anlıyorlar ki, huzurunda bulunduğu insanın büyüklüğü tevazuundadır. Haşmeti imanındadır, izzeti yüreğindedir. Ve yüreği insan olan herkese yetecek kadar büyük bir sevgi harmanıdır.
Şimdi yine Efendimiz, Mescid-i Nebevi’de arkadaşlarıyla diz dize oturuyor: Ebubekir, Ali, Ömer, Osman… (Allah hepsinden razı olsun).
Peygamber Yıldızları…
Şimdi nefeslerimizi tutalım ve Onun sözlerine yüreğimizi açalım. Güllerin Efendisi çevresindekilere bakıyor ve iç çekerek şöyle diyor:
“Ben kardeşlerimi çok özledim!”
“Buradayız” diyorlar, “Biz kardeşlerin değil miyiz?”
Hüzünlü bir gülümsemeyle bakıyor:
“Hayır, sizler benim arkadaşlarımsınız, ashabımsınız, özlediğim kardeşlerim beni görmeden bana inanıp tâbi olanlardır...”
O bizi özlüyor, biz Onu özlüyoruz!
Hem de çok. Çünkü Ona (ve getirdiklerine) her zamankinden daha fazla muhtacız.
Şimdi günümüze gelin. Hayata hâkim olan halete bir bakın: Aşırı tüketimin, paylaşımsızlığın, bencilliğin, zevk merkezli hayat tarzının, kadına yönelik her türden şiddetin (kıyafetine müdahale dahil), merhametsizliğin, eşkıyalığın, vurgunun, soygunun, fuhşun, kumarın, kısacası sapkınlığın her türlüsü kol geziyor.
“Devr-i Saadet” öncesi de böyleydi. Hayat tam bir kâbustu. Suçları “asîl” olmamak olan insanlar alınıp satılmakta, kız çocuğu doğuran kadınlar aşağılanmakta, kız çocuk babaları utandırılmakta, bu yüzden kız çocukları, “ihtiyaç fazlası” sayılıp diri diri gömülmektedir. (Hz. Ömer bile cahiliye döneminde bunu yaşamış, Müslüman olduktan sonra ise bunun hüznünü ömür boyu taşımış bir babadır).
Hayat kin üzerine kuruluydu…
Kadın ya tamamıyla “zevk aracı”, yahut hizmetkârdı…
Her türlü yalan-dolan, üçkâğıt “maharet” sayılıyordu.
İnsanlar ve kabileler öç peşindeydiler. Ahlâk sukut etmiş, zina aleniyete dökülmüştü. Sarhoşluk veren her türlü madde son derece yaygındı. İnsanları ayık görmek neredeyse imkânsız hale gelmişti. Eğlencede sınır yoktu, her türden taşkınlık “normal” sayılıyordu.
Efendimiz, yaradılış hikmetiyle bu kadar tersleşen, bir bakıma şirazesinden çıkmış böyle bir topluluğu düzeltmek için gönderildi. İmanıyla, ahlâkıyla, sevgisiyle, müsamahasıyla, merhametiyle, sadakatiyle ve yardımseverliğiyle bütün hayatı kuşattı…
Kendisine zulmedenleri, kendisini taşlayanları, düşsün diye yoluna çukur kazanları, ambargo koyup açlıktan öldürmeye kalkışanları affetti…
“Kin”in önüne “af” kavramını koydu… “İntikam” duygusunu “sevgi”, “bilgi” ve “tebessüm”le öldürdü…
“Kadın”ı diri diri gömülmekten kurtarıp Kur’an-ı Kerim’de öngörülen “annelik” statüsüne kavuşturdu; cenneti ayaklarının altına serecek kadar yüceltti…
Salt kendine yaşayan bencil bir topluma yardımlaşmayı, yani başkaları için de yaşamayı öğretti.
Bu bir “Yürek İnkılâbı”ydı ve yeryüzünde silahsız gerçekleştirilmiş tek “devrim”di. İşte bu yüzden üzerinde durulmalı ve tüm beşeri reçeteleri (kapitalizm, komünizm, faşizm, demokrasi) uyguladıktan sonra tekrar bunalmaya başlayan dünyaya sunulmalıdır.
Çünkü “Devr-i Saâdet” dönemi, “Yeni Bir Yaşam Modeli”dir…
Mimarı da Peygamber-i Âlişan Efendimizdir. (Peygamber-i Âlişan sonrasında, bu modeli en iyi Osmanlı Devleti hayata geçirdi ve bu sayede hızla başarıya ulaştı) Modelin üzerinde durduğu ayaklar: iman, ilim, ibadet, fazilet, feraset, ahlâk ve infak (yardımlaşma) olarak özetlenebilir.
İman, insana diri duruş sağlayan en güçlü donanımdır! Bu gerçek, beşer tarihinin tesciliyle sabittir.
Yarın devam inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi