M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Hukuk İstiyoruz, Adalet İstiyoruz, Resmî İdeoloji İstemiyoruz!..

Hukuk İstiyoruz, Adalet İstiyoruz, Resmî İdeoloji İstemiyoruz!..

Bütün kuvvetlerin üzerinde hukuk olmalıdır. Buna hukukun üstünlüğü prensibi diyoruz. Lakin, hukukun üstünlüğü lafla, palavra ile edebiyat yapmakla olmaz.

Hukuk her ülkede aynı şey değildir. İngiltere'nin hukuku ile Fransa'nın hukuku birbirine benzemez.

Türkiye'de hukuk, bu ülkenin, bu halkın, bu devletin sosyal ve kültürel yapısına uygun olmalıdır.

Dünyanın her yerinde medenî hukuk vardır ama her ülkenin medenî kanunu kendisine mahsustur.

Türkiye'nin millî bir medenî kanunu olmalıdır.

Türkiye'nin millî bir ceza kanunu olmalıdır.

Türkiye'nin kanunları kendi kanunları olmalıdır.

Bu kanunlar âdil olmalıdır.

Âdil olmayan kanunlar gerçek hukuka uygun değildir.

Türkiye'nin bir aile yapısı vardır, Türk Medenî Kanunu bu yapıya uygun olmalıdır. Aileyi dinamitleyen kanun kanun değildir, zulümdür.

Evet kanunlar âdil olmalıdır. Bu da yetmez. Bu kanunlar âdil, tarafsız, bağımsız, millî yapıya saygılı bir yargı sistemi tarafından uygulanmalıdır.

Bir ülkede her şeyin üzerinde, bütün güçlerin tepesinde resmî bir ideoloji varsa orada hukuk da, adliye de vazifesini yapamaz, adalet ile hükmedemez.

Kanunlar elbiseler ve gömlekler gibidir. Bir genel gömlek kavramı vardır, bir de herkesin bedenine göre gömlekler vardır.

İsviçre medenî kanununu, tercüme yanlışlıkları yaparak aldılar ve bu gömlek bizim sosyal, kültürel yapımıza uymadı, onu tahrip etti.

Yeni çıkartılan medenî kanun da millî değildir.

Türkiye toplumunun temeli ailedir. Aile yıkılırsa, aile dinamitlenirse Türkiye çöker.

Hiçbir resmî veya gayr-ı resmî ideoloji vatandaşlara zorla kabul ettirilemez. Böyle bir şey zulümdür, despotluktur, diktatörlüktür.

Dinde nasıl zorlama yoksa, resmî ideolojide de olmamalıdır.

Zorla kabul ettirilen resmî ideoloji bir tabudur.

Okullarda çocuklarımıza ideoloji değil, evrensel insan haklarını, hukukun üstünlüğünü öğretmemiz gerekir.

Din, inanç, ibadet, dinî eğitim, inançlarına göre bir hayat sürebilmek evrensel haklardandır. Bunlar, hiçbir resmî ideolojinin lehine kısıtlanamaz. Böyle bir kısıtlama âdil değildir, meşru değildir, ahlâka uygun değildir.

İdeolojik baskılar ve zulümler insan haklarına aykırıdır.

Mahkemeler vatandaşların inançlarını, ibadetlerini yargılayamaz.

Teröre, şiddete, başkalarının hürriyetlerine karışmayan dinî inançlar, ibadetler, faaliyet ve hizmetler alabildiğine hür ve serbest olmalıdır.

Lâiklerin dindarlara, kendi istedikleri İslâm'ı empoze etmeye hakları yoktur.

Siyasî ve ideolojik bir rejimin dinde reform yapmaya, Müslümanlara Fazlurrahman'ın Tarihsellik mezhebini kabul ettirmeye çalışması, sahih hadîsleri ayıklamaya yeltenmesi büyük zulümdür.

Din işleri gerçek icazetli din hocalarına bırakılmalıdır.

Kâfirler ve onlara tâbi ahmaklar, münafıklar, şaşkınlarİslâm'ı bozmaya, tahrif etmeye çalışıyor. Bu büyük bir insan hakları ihlâlidir.

Müslümanlara sorulsun: "İçinde Katolik bir Cizvit papazının da bulunduğu bir heyete sahih hadîsleri ayıklatmak istiyoruz, buna rızanız var mıdır?"

Kadınlarla ilgili bazı sahih hadîslerin ayıklanması büyük bir rezalet ve ihanettir.

Türkiye için, onun sosyal ve kültürel yapısına uygun bir hukuk sistemi istiyoruz.

Türkiye için âdil kanunlar istiyoruz.

Bu âdil kanunların âdil, tarafsız, bağımsız mahkemeler tarafından uygulanmasını istiyoruz.

Türkiye'nin sosyal ve kültürel yapısına uygun bir yargı sistemi istiyoruz.

Din ve inanç hürriyeti istiyoruz.

Resmî ideoloji istemiyoruz.

Mevcut resmî ideolojinin özelleştirilmesini istiyoruz.

Dindarların en az güçlü dinsizler kadar hür ve eşit olmasını istiyoruz.

Bir ideolojiye din gibi inanan hakimler âdil yargılama yapamaz.

Adalet, hürriyetten önce gelir. Adalet yoksa hürriyetin kıymeti kalmaz.

Mülkün temeli adalettir.

YER GÖK İNLESİN

1960'lı yılların başlarında Fatih'te bir zengin evindeki sohbete katılmıştım. Bir Hacı bey, konuşma arasında mealen şöyle demişti: "Fatih Camii'ne öyle bir hoparlör/ses tertibatı yaptıracağız ki, sabah ezanı vakti, Taksim'deki dinsizleri ayağa kaldıracak..."

Eskiden camilerde bugünkü gibi hoparlör yoktu. Cemaat çok olursa namaz sırasında imamın tekbirlerini müezzin yüksek sesle tekrar ederdi.

Sonra memleketi korkunç bir hoparlör isterisi sardı. Minicik mescidlere bile hoparlör konuldu.

Öyle küçük camiler gördüm ki, mihrapta bir sabit mikrofon var, bu yetişmiyormuş gibi imam efendi yakasına bir de seyyar mikrofonu mandalla tutturmuş.

İstanbul'da büyük bir caminin mihrabında tam beş mikrofon var.

Sabah ezanları nasıl okunmalı?.. Orta bir sesle tatlı tatlı değil mi? Bizde öyle yapılmıyor. Hoparlör sonuna kadar açılıyor ve yakındaki evlerin pencere camları zangır zangır titriyor, küçük bebek korkudan ağlayarak uyanıyor, yeni dalmış hasta irkiliyor, günahkâr Müslüman küfr ediyor.

Bizde hoparlör farz-ı 'âyn haline gelmiştir.

Sesi müsait olmayan bir müezzinin hoparlörle ezan okuması caiz midir? Değildir değildir değildir...

Cami küçük, namazda bir saf cemaat var. Hoparlör açılır mı? Açılmaz açılmaz açılmaz...

Soru: Müezzinin sesi güzel ve ezan okumasını biliyor. Böyle bir müezzin ezan okurken hoparlör sonuna kadar açılırsa ne olur?

Cevap: Ezan bozulur, kirlenir, berbat olur.

Bu basit gerçekleri kimseye anlatamazsınız.

Son elli sene içinde Türkiye Müslümanları hoparlöre yekûn olarak ne kadar para harcadılar acaba? Milyarlarca dolar.

Sadece hoparlör mü?

Uzun minareler, bol şerefeler... Cami klimaları, cami kaloriferleri, caminin yerden ısıtılması (kanser yapıyormuş)... Cami helâları, cami meşrutaları (lojmanlar)... Camilerdeki soğuk su cihazları... Camilerdeki vantilatörler...

Son kırk sene içinde 40 bin cami yapıldı. Bunlara çok para harcandı ama güzel olmadılar.

Velhasıl yarım yüzyıl içinde bu gibi işler için belki de bir kaç yüz milyar dolar harcandı.

Bu paranın Kur'ân'a göre, Sünnete göre, Şeriata göre, hikmete göre Müslümanların kurtuluşu, izzeti, salah ve felahı için harcanması gerekmez miydi?

Bu para ile gerçek din âlimleri, gerçek ve vasıflı din hizmetlileri yetiştirilmesi gerekmez miydi?

Bu para ile Müslüman halkın ve gençliğin eğitilmesi gerekmez miydi?

Yazık, bin kere yazık, eyvah ki eyvah!.. Büyük paralar harcandı, büyük vakitler israf edildi, büyük imkanlar ve fırsatlar değerlendirilmedi.

Osmanlıların yükseliş devrinde, 16'ncı asırda hoparlör moparlör yoktu ama İslâm bayrakları Viyana önlerinde dalgalanıyordu, Akdeniz bir Türk gölüydü, üç kıt'ada hükümran idik...

Şimdi hoparlörleri sonuna kadar açıp bağırtıyoruz ama zillet, esaret, vesayet, rezalet içinde sürünüyoruz.

Geri zekâlılığın, eblehliğin kurbanı olduk.

Bağırtın hoparlörleri yer gök inlesin...

Seslerini sonuna kadar açın belki kurtulursunuz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi