İnsan ve ''türbany''
Eskilerimiz insana Kur’anî bir ahlâk ve anlayış çerçevesinde “Eşref-i Mahlükat… Ekmel-i Varlık… Ahsen-i Takvim” olarak yaklaşıyor, böyle yaklaştığı için “müsamaha” gösteriyor, kimseyi dini, milli, ticari yahut siyasi anlamda zorlamıyordu.
Osmanlı ceddimizin insana “insanca” davranması, insanları kendisi gibi inanmaya, düşünmeye, giyinmeye zorlamaması, ona çok kısa süre içinde dünyanın en güçlü, en müreffeh, en zengin, en üstün, en muazzam devletini nasip etti.
Biliyordu ki; peygamber ve kitap insana gönderilmiş, irade sadece insana verilmiş, Allah insanı kendine muhatap almış, ahireti onun için varetmiş, cenneti ona vakfetmişti…
Böylesine üstün bir varlığa, din dahil olmak üzere hiçbir şey dayatılmamalı, iradesine hiçbir surette ambargo konulmamalı, kısacası insan hiçbir şeyin hatırına incitilmemeliydi.
“İnsan kalbi kırmayı Kâbe yıkmayla eşit” sayması, insana verdiği kıymetin göstergesiydi.
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin maneviyat önderi Şeyh Edebali, tâ en başında bunu vurgulamış, “Oğul Osman, insanı yaşat ki, devlet yaşasın!” demek suretiyle, devletin yaşama sürecini insanın huzur ve mutluluğuna bağlamıştı:
Böylece daha işin başında insan öncelik kazanıyor, zaman içinde önceliği artarak geliyordu.
Yıldırım Bayezid, bir kalede mahsur kalmış Kale Komutanı Doğan Bey ile birkaç yüz askerinin hayatını kurtarmak için kendi hayatını riske atıyor, Niğbolu Ovası’nda karınca gibi kaynayan Haçlı Ordusu’nu yararak kaleye ulaşıyordu: “Bre Doğan dayan, yettim!”
Fatih Sultan Mehmed fetihten hemen sonra katıldığı Divan (Bakanlar Kurulu) toplantısında, neşeli olmasını İstanbul fethiyle değil, Ak Şemsüddin’le aynı çağı paylaşmakla açıklıyordu:
“Bu ferah ki, bende görürsüz; yalnız bu kal’a fethine değildür. Ak Şemsüddin gibi bir pir-i aziz, benim zamanımda olduğuna övünürüm.”
Aynı Padişah, İstanbul’daki Hıristiyanlara hitaben yayınladığı “Amannâme”de (“Fatih Sultan Mehmed” ve “Biz Osmanlıyız” isimli kitaplarımda tafsilat var… Nesil Yayınları, 0212 551 32 25), kendisi gibi inanmayan, kendisi gibi giyinmeyen, kendisi gibi yaşamayan insanlara inanç, ibadet, kıyafet, seyahat ve ticaret özgürlüğü verdiğini açıklıyordu…
Ayrıca Osmanlı ceddimiz, insana verdiği değerin bir nişanesi olarak, devletini büyük bir “hayır kurumu”na dönüştürmüştü.
Vakıfları (“Kimsesiz çocukları gezdirme vakfı”-“Fakir çocuklara meyve yedirme vakfı”-“Hizmetkârların kırdığı eşyaları tazmin etme vakfı”--“Dağda aç kalmış kurtları doyurma vakfı” gibi, her amaca uygun pek çok vakıf vardı), sebilleri, sadaka taşları, kuş saraylarıyla bir “İnfak Medeniyeti” kurmuş, milletinin gönlüne, “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” anlayışını yerleştirmişti. Bu da, “Her şey insan için” anlayışının hayata yansımasıydı.
Bu yansımaları şaşkınlıkla gözlemleyen Batılı gezginlerden pek çoğu, “Osmanlı toplumunda dilenci yoktur” diyerek yardımlaşma ahlâkının, daha doğru bir deyişle “infak medeniyeti”nin yardımsever insanlarını övmek zorunda kalmışlar, “Osmanlı mülkünde, kurtlar bile açlıktan ölmez” demişlerdi.
Kısacası, Osmanlı’nın hayata saygısı, sadece insanları değil, bitkileri ve hayvanları bile kucaklayacak kadar derindi.
Şimdi bize ne oldu ki, Cahiliye’yi (Peygamber Efendimizden önceki Arap dünyası) hatırlatan bir duyarsızlık ve saygısızlık içinde kız çocuklarımızı, sosyal anlamda diri diri gömmeye başladık?
Okuyup hayata katılmaktan başka amaçları olmayan masum ve mazlum çocuklarımızı “devleti tehdit eden unsurlar”ın başında sayıp kırdık, incittik, dünyalarını başlarına yıktık!
Bir zamanlar dünyayı şaşırtan geleneksel “insan” anlayışımıza ne oldu?..
Yabancı gezginlere parmak ısırttıran şefkatimize ne oldu?..
Bizi “örnek millet” yapan müsamahamıza ne oldu?
“Türban” olmazmış da, ille çeneden düğüm atılmalıymış…
Nasıl yani? Anayasaya bir de fotoğraf mı koyacaksınız?
Modaya modacılar karışsa olmaz mı?
•
CHP Genel Başkanı Sayın Baykal’ın “Geleneksel başörtüsü” diye tutturmasını doğrusu anlayamadım…
Ya biri de çıkar, “Millî kıyafet bu ne rezalet” sloganı eşliğinde, geleneksel kadın ve erkek kıyafetimizi hatırlatırsa ne olacak?
Abartmayın… Rahat bırakın çocuklarımızı, okusunlar.
•
AKP ile MHP kadim “uzlaşma kültürü”müzü hayata geçirerek iyi bir iş yaptılar. Maksat bağcı dövmek değil, üzüm yemek, üniversite kapılarında tükenen kızlarımızı okula almaktı.
Bu sağlandı. “En doğru” çözümü bilseniz bile, bazen uygulamak mümkün olamıyor; yapılabileni yaparak sorunu çözmek gerekiyor.
Tabii sağdan-soldan, başörtüsü kavgasını “varlık sebebi” yapanlarla, siyaset üretemedikleri için başörtüsünü istismar edenler bu çözümden memnun olmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.