Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Benim Peygamberim...

Benim Peygamberim...

Siyer kitaplarındaki Peygamber ile “Yaşayan Peygamber” farklı gibi...
Siyer kitaplarının çoğu Peygamber-i Âlişan Efendimiz’i “Süper Adam” olarak tasvir eder ki; “risalet” yönüyle kuşkusuz o daha fazlasına da lâyıktır… Ne var ki, o da bir insandır: İnsanlığa örnek ve önder olarak seçilen bir insan…
Bunu kendisi defaatle söylemiş, bu yönüne hepimizi dikkate çağırmıştır.

“Peygamberimiz” denince özellikle Ramazanlarda televizyon ekranlarında salya-sümük anlatılan “ulaşılamaz” bir “Süpermen” değil, arkadaşlarından kıyafet ve yaşam olarak farksız, ulaşılabilir bir tevazu abidesi canlanıyor...
Öyle bir tevazu abidesi ki; arkadaşlarıyla mescitte otururken içeri giren yabancılar, görüntünün farksızlığı yüzünden tereddüte düşüyor, “Peygamber hanginiz?” diye sormak zorunda kalıyorlardı.
Benim Peygamberim, peygamberliğine ve devlet başkanlığına rağmen, pazarda kendisini tanıyıp ellerine kapanan bir satıcıya el öptürmeyen, “Bunu İranlılar krallarına karşı yaparlar, ben kral değilim, içinizden biriyim, ben de sizin gibi bir insanım” diyerek başını indiren bir Peygamberdir... (Hz. Ebu Hüreyre’den mervi).
Benim Peygamberim, peygamberliğine ve devlet başkanlığına bakmadan evince iyi eş, iyi baba ve iyi dede olabilen, kendi söküğünü diken, çamaşırını yıkayan, eşiyle ve torunlarıyla çocuksu bir safiyetle oynamayı erdem sayan bir Peygamberdir…
(Bir gün Hz. Ayşe Validemiz’e sormuşlar: “Efendimiz evde nasıldı?” Hz. Ayşe Validemiz şöyle anlatmış: “İşini kendisi görmekten zevk alırdı. Elbiselerini yamar, evi süpürür, keçileri sağar, develeri bağlardı. Ayakkabılarını ve delik su kırbalarını onarırdı. Hamur yoğururdu. Çarşıdan alışveriş eder, taşımak isteyenlere izin vermez, kendi taşırdı. ‘Her Mü’min taşıyabildiğini taşımalıdır’ derdi.”

Bir çocuğun kafeste beslediği kuşu ölmüştü. Acıyan yüreği gözlerine akmış, ağlıyordu. Herkes çocuğun bu haline kızarken, Alişan Efendimiz çocuğu teselli etti. Son Peygamber ve Devlet Başkanı sıfatlarının üzerine yüklediği tüm işleri bir tarafa bırakıp, “şefkatli insan” sıfatıyla bir çocukla ilgilenmesi, kuşkusuz herkesi çok şaşırtmıştı.
Gitti ve çocuğa dedi ki: “Ben çok sevdiğin bir varlığın ölmesi karşısında neler hissettiğini, yüreğinin nasıl acıdığını hissediyorum. Buraya acını paylaşmaya geldim.”
Benim Peygamberim işte budur: Sevgi doludur, muhabbetlidir, müşfiktir, sorumluluğunu müdriktir, naziktir, incedir, duyarlıdır… Ben o inceliğini, duyarlılığını, şefkatini, rikkatini, muhabbetini ve çocuklara değer vermesini çok seviyorum.

Her şeyden önce o da bizim gibi bir insandı…
Her insan gibi o da zaman zaman üzülmüştür, zaman zaman sevinmiştir, bazen acı çekmiş, bazen mutlu olmuştur…
Kimi zaman yoksulluğa düşmüş, kimi yaralanmış, kimi de baskı ve şiddet görmüştür…
Bizden en bariz farkı başarı karşısında şımarmaması, “İkramı İlahi” diye düşünüp şükretmesi (Örnek: Mekke Fethi sonrasında sergilediği mütevazı tavır) ve güçlükler karşısında asla pes etmemesidir!..
En olumsuz şartların içinde bile (Örnek: Mekke’den Medine’ye Hicret etmek zorunda bırakıldığı ve yanında sadece tek kişinin bulunduğu an) umudunu asla yitirmemesidir… (Kendilerini takip edenlerin sesi, saklandıkları Sevr Mağarası’na ulaştığında, endişe emareleri göstermeye başlayan sevgili yol arkadaşı Hz. Ebubekir’i “Korkma ey Ebubekir, Allah bizimledir!” diye teselli etmesi, umudunun ve direncinin asıl kaynağını gösteriyor: Allah!). İnsanlardan hiçbir şart altında asla yüz çevirmemesidir…
Çabucak pes ettiğimiz, umutsuzluğa düştüğümüz, sadece oturup yakındığımız ve her şeyi başkalarından beklediğimiz şu günlerde, Alişan Efendimiz’e her zamankinden daha çok muhtacız!
Onun özellikle şartlara teslim olmayışını, olumsuzluklar karşısında bile tebessüm etmekten vazgeçmeyişini ve eşine-çocuklara davranışını örnek almamız gerekiyor.
Nübüvvet (Peygamberlik) yönüyle onu yaşamak zaten imkânsızdır. Çünkü Nübüvvet yönü, bir dizi mucizeyi de kapsar… Mirac’a çıkamazsınız, gökteki ayı ikiye ayıramazsınız, parmaklarınızdan sular akıtamazsınız, ama servetin ve şöhretin hangi basamağında durursanız durunuz, mütevazı olabilirsiniz, umudunuzu her olumsuzluk altında bile koruyabilirsiniz, her şart altında gülümseyebilirsiniz, şartlardan yakınmak yerine şartları değiştirmek hususunda elinizden geleni yapabilirsiniz...
Efendimiz’in hayata karşı duruşu budur!
En zor zamanlarda bile o kadar diri duruşludur ki; müşriklerin kontrol ettiği ticari hayatın Müslümanlar için ambargoya dönüştürülmesi sonucunda aç kalınca, karnına taş bağlamış, müşriklerin karşısına yine dimdik çıkmıştır…
Onun diri duruşunu, çabasını, umudunu örnek almak ve “insan” olarak yaşadıklarını yaşamaya çalışmak ihtiyacındayız.
Bunu başarabildiğimiz dönemde dünya örneği bir devletin dünya örneği milletine dönüşmüştük. Onun ruhunu ruhumuza aksettirdiğimiz ölçüde büyümüş, gelişmiş, dünyaya meydan okumuştuk…
Ondan kopunca kendimizden de koptuk. Tökezledik. Düştük… Şimdi düştüğümüz yerden kalkmayı öğrenme vaktidir… Yine ondan öğreneceğiz!

NOT: Sevgili dostlarım, bugün saat 20.10’da TV NET’te “Tarihçe” isimli canlı tarih programımız var. Hepinizi bekliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi