İttihat ve Ahrar korporasyonu mu?
Mevlâna Ankaravî Küçük Hüseyin Efendi (22 Ramazan 1244 h. - 29 Mart 1829 m.) doğmuştur. Vefatı ise (12 Şevval 1348 h. - 14 Mart 1930 m.)'da vuku bulmuştur. Müddeti ömrü hicri seneye göre 104 sene, milâdi seneye göre de 101 yıl sürmüştür. Halifelerinden bâzı zevat, vefatı esnasında yanında bulunmuşlar, irtihal-i dârı beka vuku bulduğunda, kimi fincanını bana vermişti, kimi tarağını, kimi de saatini deyip efendilerinden yâd diye söyleyip alıyor idiler.
Bu istenenleri alıp önlerine koyan zat ise, Fâtih Kütüphanesi Hafız-ı Kütübü, yâni kütüphane müdürü Urfalı Aziz Mahmud Efendi isimli bir zât imiş. Ankaravî merhumun, zahir ve batın ilimlere, diğer bir tasavvuf deyimiyle zülcenaheyn olup vukufiyeti olan Aziz Mahmud Efendi’ye 2. Meşrutiyet’in yaşanmaya başladığı 1908'lere giden günlerde ortalıktaki kargaşanın idraki, senin gibi çift kanatlıda daha isabetli olur diyerek kendine halife seçtiği zatmış. İşte intikali esnasında müridanın istediklerini hemen efendinin eşyaları arasından çıkarıp veren zattır. İsteme bittiğinde Aziz Mahmud Efendi sormuş, “Ortaya başka bir şey isteyen var mı?” diye. Cevap ise büyük bir sükût olmuş. O zaman Aziz Mahmud Efendi sesini yükselterek, “Herkes alacağını aldı. Mübarekin kendisi de bana kaldı” demek suretiyle ulvî vazifesini yürütmeye başlamış. Bir gün milletin yaşayış tarzındaki tahavvülata dâir hâlini soran bir hukuk fakültesi talebesine şu müthiş cevabı vermiş. “Bak oğlum! Bizim insanımızın ikrarı da cehl üzerine, inkârı da cehl üzerinedir. Bundan dolayı bir ıslıkla bu tarafa, bir ıslıkla şu tarafa gider. Bu bakımdan yüksek tahsilini tamamla, sen gibi arkadaşlarınla bir ve beraber olun, milleti anlattığım bu hâlinden kurtaracak kimseler olunuz. Devlet üniversiteden idâre edilir. Orayı bitirenler dindar ve vatanperver olursa, bu hâlini görevi esnasında etrafına bir vasfı mümeyyiz olarak aktarırsa, hem yürüttüğü iş güzel netice verir, hem de hayra geçer” demiş. Bize bunu anlatan zatı kirâm, İstanbul'un Cumhuriyet dönemi ilk Vâlisi Ali Haydar Yuluğ merhumun mahdumu Emekli Kaymakam Melih Yuluğ Bey idi. Dedesi Atina Beylerbeyi, pederi İstanbul ve Ankara Vâlisi, 2. meşrutiyette Nazilli mebusu, Melih Bey ise meşhur Akhisar Kaymakamı idi. Mahdumu da 1980 öncesinde Kırklareli Vâli muaviniydi. Bu aile bir asırdan ziyade kiracı olarak yaşadılar ve malûlen emekli olan Erdem beyefendi, bildiğim kadarıyla 15 sene evvel Sefaköy civarında kiracılığa devam etmekte olduğuydu. Çünkü bu insanlar bir ıslıkla o tarafa, bir ıslıkla bu tarafa gitmeyen takımdandı. Şu geçtiğimiz seçimde aldığı hediyeler karşılığı oy verme yönünü değiştirenin o kadar çok olduğu anlatılıyor ki; 1930'larda söylenen beyan elân devam etmekte. Allah encâmımızı hayreylesin.
Gelelim yazımızın 31 Mart ile başlıkla alakalı bölümüne: Sultan 2. Abdülhamid Hân'ın bu vak'a ilgili bir ifşaatı, bizim kaleme almış olduğumuz ve Merve Yayıncılık tarafından neşredilmiş bulunan 8 ciltlik “Büyük Osmanlı Tarihi”mizin 6. cildinin 295. sayfasındaki bu ifşaatı alıntılayalım: 31 Mart ile alâkalı mühim bir ifşaat: “Son Sadrazamlar adlı kıymetli eseriyle büyük bir hizmetin sahibi olan İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal Bey merhum, adı geçen eserinin 1709. sahifesinde: ‘Tevfik Paşa'nın bana naklettiği pek mühim bir maddeyi burada zikretmek, târihe mühim bir hizmettir. Padişah; ordunun gelmiş olması ile durumunun vahamet kesbettiğini anladığında, Tevfik Paşa'ya madem beni istemiyorlar, saltanatı biraderime ferağ ederim. Devleti o idâre etsin. Fakat; bir komisyon mu? Meclis mi? Ne derseniz deyiniz, kurulup, bu vak'a (31 Mart Vak’ası)'da dahlim olup olmadığı meydana çıkarılmalıdır’ dediğinde, Tevfik Paşa, doğruca ayan reisi Said Paşa'ya gidip, padişahın dediklerini anlatır. Said Paşa: Bir meclis kurulur, mahkeme edilir, dahli tesbit olunduğunda -kanuun-i esaside-padişah mukaddes ve de gayri mes'uldür. Nasıl cezaya tâbi tutulur? Eğer suçsuz olduğu takdirde! Bizim hâl ve mevkiimiz ne olur? Bu cevap üzerine Tevfik Paşa; ‘Ben, size padişahın dediklerini aktardım. Ne yapacaksa ayan ve mebusan meclisi yapacaktır’ cevabını vermiştir.”
Yukarıda yapılan ifşaat yakın târihin ilk defa duyduğu ifşaattan olmamakla beraber, yeni nesiller yetiştirmekte olan milletimiz, geçmişimizde olanları gerek yâd etmek, gerekse de yeni neslin tahlil edebilmeleri için önem taşıyan bu tip ifşaatları günün konusu hâline getirme vazifesini mazide yaşananlardan ders alınmasını hatırlatanlara adetâ bir vazife olarak addetme anlayışı hâkimdir ve bu anlayış, nesiller boyu devam etmelidir. Bahse konu ifşaatın son satırı ne kadar sır dolu! Bu kadar mes'uliyetten kaçan bir devlet adamının, dokuz defa sadarete getirilmesi ne büyük gaflettir. O, bizim hâl ve mevkiimiz ne olur diyen ağız, acaba hangi hakikatleri saklayan kötü bir mahzenin kapısı oldu?
Bunlar bilindi mi; kolay kolay târih kıyıcıları, şereflerle dolu, bin yılın parlayan en parlak yıldızı olan milletimizi gördüğünüz gibi tarihin arka odalarında ne dolmalar kusuyorlar ekranlardan.
•
AHRAR VE İTTİHAT
Ahrar partisi ki; daha sonra Hürriyet ve İtilaf Partisi adını alacaktır. Bu parti meşhur ademî merkeziyet taraftarı Prens Sabahaddin Bey'in ve İngiliz kraliçesinin sofrasında her zaman yeri olan Kâmil Paşa'nın desteklediği siyasi kuruluş idi. Bunlar sıkı bir Abdülhamid karşıtı idiler. Serbesti gazetesinin sahip ve başyazarı Mevlânzade Rıfat Bey, 150'liklerden biri olarak yurtdışında yaşarken kaleme aldığı “Türkiye İnkılabının İç Yüzü”(*) adlı kitabında şunları satırlaştırmıştır: “13 Nisan 1909 târihine denk gelen 31 Mart 1325 milâdi senesinde İstanbul'da meydana gelen vak'a, İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin anlattığı gibi ne bir irtica hareketi, ne de merhum Sultan Abdülhamid Hân'ın tertibidir. Bu kıyam, bu isyan Sultanzâde Sabahaddin Bey ile, eski sadrazam Kâmil Paşa'nın reisi bulundukları Ahrar Partisi’nin işiydi. Ahrar Partisi, Sultan Abdülhamid Hân'ın şahsına, İttihat ve Terakki cemiyetinin gizli teşkilâtına karşıydı. Ahrar Partisi’nin hedef ve gâyesi, Sultan Hamid'i tahttan indirip, Veliahd Reşad Efendi’yi tahta çıkarmaktı. Böylece kendileri de iktidar mevkiine geçerek, askerleri de siyaset ile uğraşmaktan men ederek, hakiki bir meşrutiyet idaresi kurmak, kendi programlarını tatbik etmekti.
Ahrar Partisi’nin programı ademî merkeziyet esasları üzerine kurulmuştu. Bundan dolayı Meclis’te bulunan Arap, Kürt, Arnavut, Rum ve Ermeni mebuslar buna taraftar olup gerçekleşmesi için gayret sarfetmekteydiler. Ahrar Partisi’nin ileri gelenleri de Ermeni Taşnaksutyun reisleriyle anlaşmışlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin meşrutiyet kâidelerine aykırı olan ve muhafaza etmekte oldukları gizli teşkilatına, ordunun siyasetle meşgul olmasına beraberce muhalefet etmeye karar vermişlerdi. Bu iki fırka, ittihatçıları kısa bir zaman içinde milletin gözünden düşürüp, fena halde sarsmışlardı. Bundan dolayı İttihat ve Terakki Cemiyeti 31 Mart’ta Ahrar Partisi’ni mağlup edince, hücumunu Ermenilere yönelterek, Rum, Arnavut, Arap ve Kürtleri sonraya bırakmışlardı.”
•
Yazımı Prof. Dr. Erol Manisalı'dan bir anekdotla bitiriyorum: YİM-DER'de konferansların birinde konuşmacı Sayın Manisalı idi. ABD'nin ve AB'nin kurduğu tezgahları büyük bir isabet ve belagatle anlattı. Zâten Refah-Yol'u devirenlerin, Manisalı Hoca'nın anlattıklarını yapabilmeleri için bu devirme şarttı. Bakmayın Hocam başta olmak üzere 100 gün daha hükümette kalma başarısına kimse önem vermiyor amma kimbilir, o direnç onların nice revizelerine sebep olmuştur!
“Sayın profesör..” dedim, “Sorular bölümüne geçildiğinde “Sizin bu anlattıklarınız burada elifine kadar kabul gördü. Bunun sebebi de Milli Görüşçülerin meseleye aynı pencereden bakmamızdır” dediğimde, “Gayet tabiî..” dedi Erol Bey, “Muhterem Erbakan milli bir insandır. Vatanseverler arasında en önde gidenlerdendir. Bizim büyüğümüzdür ve çok severiz” demiştir. İlâve de etmişti; “Sayın Abdullah Gül, doktorasını bende yapmıştır” diye... Evet biz suçu övmeyiz. Ancak suç var diye adam yok sayılamaz. Suç eğer bir boşluksa, biz bardağın dolu tarafına bakarız. Fiemanillah.
•
NOT: MPL Televizyonunda Perşembe günleri 18.05'de Ekrem Şama, Alaaddin Akyel ve bendeniz, Kökler ve Yapraklar adlı programdayız; târih ve günümüz analizleriyle. Ekrana bekleriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.