Tapulu arazide cephanelik... Bu silahlar kimin?
“Bu kadarcık silahla darbe mi olurmuş?” diyerek “Ergenekon Terör Örgütü sanıkları”nı aklamaya, “örgütün eylemleri”ni sulandırmaya ve “darbe girişimleri”ni bulandırmaya çalışanlar şu anda neler düşünüyor, bilemiyorum... Ama, “sağlıklı düşünenler” gayet iyi bilirler ki; bir “darbe”nin yapılabilmesi ve hatta bir “dünya savaşı”nın çıkarılabilmesi, bazen “bir mermi”lik iştir!.. Malûm, “Birinci Dünya Savaşı” da, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun tek veliahtı François Ferdinand’ın, karısıyla gittiği Saraybosna’da, 29 Haziran 1914’te bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesiyle başlamıştır!.. Demek oluyor ki; “darbe”lerin ve “savaş”ların yapılabilmesi, “silahların çokluğu” değil, “bir tek mermi”nin “nerede, ne zaman, kime karşı ve kimin tarafından kullanıldığı” ile ilgilidir!..
12 EYLÜL’DE TEK SİLAH, İKİ EL!
Zaten “patlayan bir mermi”nin amacı, doğrudan “darbe” yapmak veya “savaş çıkarmak” değil, bunlara “zemin” hazırlamaktır!..
Öyle olmamış mıdır?..
“12 Eylül 1980 ihtilâli”nden önce, “aynı silah”lar, öğleden önce “Solcu gençler”in, öğleden sonra da “ülkücü gençler”in ellerine tutuşturulup, “birbirlerini vurmaları” sağlanmış değil midir?..
Demek oluyor ki;
“İhtilâl” yapmayı kafasına koymuş olan halk düşmanı “cuntacı”lar, “şartların olgunlaşması”nı böyle sağladılar!.. Yıllar boyu “gençlerin kanı”nı akıttılar, “şartlar olgunlaşınca” darbe yapıp, güya akan kanı durdurdular!..
Oysa amaç, “kendi iktidarları”nı kurmaktı!.. Sonunda, geldiler ve “gençlerin kanı, anaların gözyaşı” üzerinde kendilerine “saltanat” kurdular!.
KATLİAM SİLAHLARINDA ÖLÜM ÜÇGENİ!
Ne acıdır ki;
“Biz bu filmi görmüştük” deyip, güya “uyanık” olduğumuzu defalarca söylememize rağmen, her seferinde “aynı zoka”yı yutuyor, “aynı oyun”a geliyoruz.
İşte bunu kanıtlayan bir haber... Önceki günkü Bugün gazetesinde Adem Yavuz Arslan’ın bir haberi çıktı... Adem Yavuz Arslan, “Katliam silahlarında şok ölüm üçgeni” başlıklı haberinde; aynen “12 Eylül öncesi”nde olduğu gibi, “aynı silahlar”ın hem Hizbullah, hem de PKK tarafından kullanıldığının ortaya çıktığını yazıyor ve ekliyordu: “O silahlar, Jandarma envanterinde kayıtlıydı!”
Buyrun, “haberin özeti”ni birlikte okuyalım:
“Türkiye’nin puslu yıllarına ait tüyler ürperten olay, 2000 yılında Hizbullah’ın askeri kanat sorumlusu Abdullah Gül’ün Cizre’deki evine düzenlenen operasyonla başladı. Evde Bixi, Diktiriyof, Kanas ve Kaleşnikof marka 99 adet uzun namlulu silah bulundu.
Hizbullah’a yönelik 2001’deki bir başka operasyonda da, 4 Bixi, 43 Kaleşnikof, 13 RPG-7 roketatar ve 4 lav silahı daha ele geçirildi. Ancak incelemede ilk şok yaşandı. Silahlar Jandarma envanterine kayıtlıydı.
İkinci şok ise kriminal incelemede ortaya çıktı. Silahlar sabıkalıydı. Silahlar; kayıtlara PKK saldırısı olarak geçen köy baskınları, araç tarama gibi katliamlarda kullanılmıştı. Dönemin Şırnak Alay Komutanı ise Levent Ersöz’dü. Silahlar teslim edildi ve konu kapatıldı.
Ergenekon’un kilit sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ile birlikte davanın diğer sanıkları Arif Doğan, Atilla Uğur ve Cemal Temizöz de aynı dönem bölgede görev yapmıştı. Ergenekon’un gizli bir tanığı da, Albay Temizöz’ün emriyle Hizbullah’a silah götürdüklerini ifade etmişti.
Rapora göre askeri kanat sorumlusu Abdullah Gül’den elde edilen silahlar daha önce de PKK eylemlerinde kullanılmış. Halen ETÖ kapsamında tutuklu bulunan Levent Ersöz, Arif Doğan, Atilla Uğur ve Cemal Temizöz’ün bölgede bulunduğu döneme ait ilginç bulgular her iki örgütün de aynı kaynaktan beslendiğini ortaya koyuyor.
(...)
SARI LEVENT’İN KORKU İMPARATORLUĞU
ETÖ soruşturmasının kilit isimlerinden emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, söz konusu dönemin Şırnak Alay komutanıydı.
Özellikle Atilla Uğur ve Veli Küçük ile bölgede görev yaptığı yıllar “Şırnak korku imparatorluğu” olarak anıldı. Bu bölgede lakabı Sarı Levent’ti. Yüzlerce kayıp olayı yaşandı. İddialara göre Silopi’deki meşhur BOTAŞ Karakolu onun döneminde ölüm mahzeniydi. Cesetler ise asit kuyularına atılıyordu.
2001’de meydana gelen meşhur “Silopi Kayıpları” olayı Ersöz’ün Şırnak İl Jandarma Alay Komutanlığı döneminde yaşandı. Levent Ersöz’ün ismi Silopi Kayıpları davasında Veysel Ateş adıyla birlikte geçti. PKK itirafçısı Veysel Ateş en son 2005’te Şemdinli’de yaşanan bombalama olayında ortaya çıkmıştı.”
TSK’NIN ASIL DÜŞMANLARI BUNLAR!
Evet, olayın özeti bu...
Şimdi, sormak gerekmez mi;
“Bu tür haberler orduyu yıpratma amaçlıdır!.. Bunlar, TSK’yı yıpratmak isteyen vatan hainlerinin uydurmalarıdır” denilerek bu “korkunç iddiaları” örtbas etmek mümkün müdür?..
Ve ayrıca “akıllıca” mıdır?..
Yapılması gereken “iddiaların doğruluğunu veya yanlışlığını araştırmak” ve “gereğini yapmak” değil midir?..
Ancak böyle yapılırsa “TSK’nın itibarı” zedelenmekten kurtarılmış olmaz mı?.. Çünkü, “TSK’nın itibarı”nı asıl zedeleyenler, “TSK’nın gücünü kendi çirkin emelleri için kullanan”, gözlerini kan bürümüş bu insanlardır!..
Düşünebiliyor musunuz;
Bölgedeki adı “Sarı Levent” olan Levent Ersöz, orada “TSK’nın gücü” üzerinden kendisine bir “korku imparatorluğu” kurmuş!.. Bölgedeki insanlar, “Sarı Levent”ten o kadar korkmuşlar ki; onun adını duyan “hamile” kadınların “düşük” yaptıkları söylenir!..
Peki, böyle bir “korku imparatorluğu”ndan haberi olmadı mı TSK’nın?.. “Faili meçhul”leri ve “ölüm kuyuları”nı hiç duymadı mı?..
Uzun lâfın kısası;
“TSK’nın itibarı”nı zedeleyenler, bu iddiaları gündeme taşıyan “bizler” değiliz... O itibarı yerle bir edenler, “iddiaların göbeğindeki cuntacılar”dır!..
TSK, en azından “gündemdeki iddialar” konusunda bir açıklama yapıp, “sorumlularını kınama ve bünyesinden atma” yoluna gitmeli değil midir?..
GÖMÜDEN ÇIKMADIK BİR TANK KALDI!
Alın işte... “Taşı-toprağı altın” dediğimiz “cennet vatanımız”ın topraklarından artık “bereket” değil, “silah” fışkırıyor!..
Hemen her yerde; “lav silahları” çıkıyor, “roketatar”lar çıkıyor, “el bombaları” çıkıyor, “tüfek”ler çıkıyor, “C-4 patlayıcı”lar çıkıyor, “mermi”ler çıkıyor!..
Çıkıyor oğlu çıkıyor!..
Bir çıkmadık “tank” kaldı ki, korkarım bugün-yarın o da çıkar!..
“Ergenekon Terör Örgütü zanlısı” olarak yakalanıp “gözaltı”na alınacakken, bir “medya patronu”nun haber vermesiyle, kapağı yurt dışına atan Bedrettin Dalan’ın arazisinde yapılan kazılardan söz ettiğimi herhalde anladınız!..
Olay malûm... Önceki gün ve dün Poyrazköy’de “Dalan’ın tapulu arazisi” üzerinde yapılan kazılarda 9’u dolu 10 adet lav silahı, 20 adet ses bombası, bir kilo C4 patlayıcı, 19 adet aydınlatma fişeği, 3 adet gösteri bombası, 10 adet el bombası, 800 adet G-3 mermisi ve 1250 tabanca mermisi bulundu...
Mübarek topraklar, “arazi” değil, sanki “cephane” tarlası!..
Hey gibi günler hey; bir zamanlar, “sıksan şüheda fışkıracak” topraklardı bunlar... Şimdi ise, “kazma”yı vurur vurmaz, “cephane” fışkırıyor!..
ARAZİ DALAN’IN, SİLAHLAR KİMİN?
İyi de, bu silahlar kimin?..
Dalan, ABD’den bağırıp diyor ki;
“O araziyi 19 yıl önce 17 milyon dolara satın almıştım... Daha sonra, o bölgeye SAT Komando Okulu yapıldı... Ben bile, kendi tapulu arazime askerden izinsiz giremiyorum... Bulunan mühimmatın benimle bir ilgisi yok!”
Dalan’ın iddiası bu... Geriye tek ihtimal kalıyor:
“Bu silahlar askerin!”
İyi hoş da; asker, “kullanması” gereken bu silahları, neden yer altına gömdü?
Kim gömdü, neden gömdü?..
Hani Ankara’da “Atabeyler Çetesi” tarafından hazırlanan “suikast krokileri” ele geçirilmişti ya... Hani Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın geçeceği güzergâha göre plân yapmışlardı ya; “Dalan’ın tapulu arazisi”ne bu silahları gömenlerin amacı da; “Boğaz’dan geçecek bir hedefi yok etmek” miydi acaba?..
Tabiî, Bedrettin Dalan’ın bu “plân”lardan haberinin olmadığı düşünülemez!..
Öyle ya;
Madem “80 dönümlük arazi”yi aldın, madem orası “askerin tatbikat sahası” olarak kullanılmaya başlandı, kendi arazine, madem ki “askerden izinsiz” giremiyordun, bunca yıldır niye bekledin be adam?..
Araziyi niye satmadın?..
Ya da, ekranlara çıkıp “asker arazime el koydu” diye niye bağırmadın?..
Dile kolay... 19-20 yıl öncesinin parasıyla, o araziye “17 milyon dolar” para saymışsın ve orasını kullanamıyorsun!..
İnsan, araziye verdiği o kadar parayı sokakta bulsa, yine bağırır!..
Ama sen bağırmadığına göre; ya “suç ortaklığı”n var, ya da “korku”dan sesini çıkaramadın!..
SAYIN BAŞBUĞ AÇIKLAMA YAPMALIDIR!
Her ne olursa olsun, “fatura”yı ödemek zorunda kalacak olan kişi, yine Dalan’dır!.. Tabiî, silahlar üzerinde “parmak izi” bulunursa, o başka!..
Ancak, asıl açıklama yapması gereken kişi Sayın İlker Başbuğ, açıklama yapması gereken kurum da Genelkurmay’dır!..
Dalan, “Silahlarla benim ilgim yok” iddiasında bulunduğuna göre; sayın Başbuğ çıkmalıdır kameraların karşısına ve hem Poyrazköy’deki, hem de Şırnak’taki silahlar konusunda açıklama yapmalı, “TSK’nın gücü”nü kullanarak kendilerine “korku imparatorluğu” kuranları deşifre etmelidir!.. Kısacası TSK’nın üzerine düşen “leke”yi temizlemelidir!..
Yoksa, hemen herkes “sükût, ikrardan gelir” diye düşünmeye başlayacaktır!..
Bilmem, anlatabildim mi?..
***
Son model Ergenekon yazıları!
Olaylara “mizahî” yaklaşmak, herhalde bizim insanımızın genlerinde var... İnsanımız, en ciddi olayı bile gırgıra alabiliyor ya, bravo doğrusu... İşte ergenekon operasyonu ile ilgili internet sitelerinde yer alan “duvar yazısı” veya “kamyon arkası yazıları”ndan birkaç örnek:
* Ergenekoncusun dediler, iktidarı vermediler.
* Rampaların ustasıyım, 1 Numara’nın hastasıyım.
* Lânet olsun içimdeki şu çete sevgisine.
* Nazar etme n’oolur, çalış senin de iddianamen olur.
* O şimdi hapis!
* Darbelerin ustasıyım, GATA’nın hastasıyım.
* Herkes sanıyor ki hastayım, oysa Silivri’de mapustayım.
* Türkan Saylan cüzzamdan korkmadı, türbandan korktuğu kadar.
* Gaz, fren, şanzıman... Cephanesiz halim duman!
* Ömür biter, saklanan cephaneler bitmez.
* Şoför molasız, darbe medyasız olmaz.
* Varsa yalanım, asit kuyularında yanayım.
* Demirel’in hastasıyım, provokasyonun ustasıyım.
* Ergenekon dalga dalga, benim radyom kısa dalga!
* Perinçek de sollardı!