Yakılan anılar, belgeler, kitaplar değil geleceğimiz
Hiçbir bahçıvan diktiği çiçeğin kulağına "Sen, sümbül olacaksın, gül açacaksın, insanlara neşe saçacaksın" demez.
Bahçıvan, çiçeğe ortam hazırlar.
Toprağına, suyuna, gıdasına, zararlılara karşı korunmasına dikkat eder, gerisini çiçeğe havale eder.
Güdülen insanlar, kafesteki kuş gibidirler.
Öğretileni öterler.
Uçamazlar, kanat çırpamazlar, Yem bulamazlar, verileni yutarlar, söyleneni tutarlar.
Veya serada yetişen sebze gibidirler.
Görüntüleri güzel ama hoş kokusu/aroması yoktur.
Aroması/hoş kokusu olanlar da kendisine sıkılan sanal kokudur.
Kendisine güveni olmayan yöneticiler, kendilerine bakan, danışman, müşavir, müdür ararlarken serada yetişen veya kafeste beslenen insan türlerinden seçtikleri için başarılı olamazlar.
Çünkü serada yetişenlerin hoş kokusu yoktur. Soğuğa sıcağa dayanacak direnci yoktur.
Kendiliğinden yeni bir şey üretemezler.
İyi bir süvari olmayanlar, uyuz eşeğe binmeyi tercih ederler.
Hedefe varamazlar ama makamdan düşme tehlikesini de rüyalarında bile görmezler.
Uykular ve içleri rahat olur.
Sevgili peygamberimiz, birçok konuda kendisine itiraz edenleri bulundurmuştur hep yanında.
Cep telefonlarının, telgrafların olmadığı o zamanda Bizans'a, Pers imparatorluğuna elçi olarak gönderdiği insanların her biri kendi yeterliliğiyle krallara, şahlara karşı hakkıyla görevini yerine getirmişti.
Sevgili peygamberimiz öyle bir ortamı oluşturmuş ve başarılı olmuştu.
Bu ülkede ise her on yılda bir darbe olur ve daha önceki darbeyi görmeyen on yaşındaki çocukların gözleri televizyonlarda gösterilen öcü ve böcülerle korkutulur.
12 Eylül 1980 darbesinde işkence hanelerde sorgulanan bir Müslüman insan dışarı çıkınca kendisini ziyarete gittiğimde beni görünce daha kucaklaşmadan "Hoca, bundan sonra şu anda yedi yaşından yukarı olanlara hiçbir şey anlatma. Anlar gibi yaparlar ama anlamak işlerine gelmez.
İşkence görenlerin gözü korktu, dışarıdakilerin hem gözü hem gönlü korktu. Bu gün yedi yaşın altında olanlara konuş" demişti.
Peki ama o yedi yaşındaki çocukları on yedi yaşına gelince yedi yaşında olanlara dönsek on yıl sonra yine bir darbe oluyor.
İnsanlara yazık oluyor.
İçeri alınanlara yazık oluyor ama içeri alınmayı bekleyenlere daha fazla yazık oluyor.
"Adam olsunlar da korkmasınlar" denemez.
Osmanlı döneminde son İstanbul meclisine Milletvekili seçilen sonra Ankara'ya TBMM'ye gelen ve Büyük Taarruzdan önce Adalet Bakanlığı'na seçilen, daha önceleri hakimlik, savcılık yapan, Kayseri Belediye Başkanlığı da yapan Ahmet Rifat Çalıka (1887-1963)'nın anılarını yayınlamış büyük oğlu Hurşit Çalıka.
Anıları okurken görüyorum ki Adalet Bakanlığı da yapan bu zat, birkaç defa anılarım ellerine geçmesin diye yakmış.
Bu günlerde 800 klasörün yakıldığını yazıyor gazeteler ve gösteriyor televizyonlar.
Klasörlerin içinden çıkanlar eski başbakanlardan Tansu Çiller'e ait belgeler olduğunu yazıp gösteriyorlar.
Yazarlar-çizerler, siyasiler, sanatçılar her on senede bir anılarını yakarlarsa, bilgisayarlarını silerlerse, evlerdeki kitaplar yakılırsa sonumuz ne olur?