Kağnı, uçak ve Almanya
Kimi insanlarımız, kağnıların arkasında ellerinde öğendere ile (başparmak veya daha kalın, uç kısmı sivri uzunca bir sopadır) yürürken, öğenderelerini atıp yollara düştü.
Kimi insanlarımız, at arabalarının koşumlarını bir duvara asıp çıktı yollara. Kimileri, tarlasındaki kara sabanın demirini toprağa gömerek elveda çekti topraklarına.
Kimi insanlarımız, beşikteki bebesini, gözü yaşlı anasını bıraktı arkasında ve yürüdü yarını belli olmayan gurbet ellere. Bir gün geri dönmek üzere el salladı vatanına.
Kimi insanlarımız, “yerli ırgatlıktan” bıkıp, “yabancılara ırgatlık” yapmak üzere koydu omzuna tahta sandığını ve vurdu kendisini yaban diyarlara.
Hepsinin de ortak tek yanı “ekmek parası kazanmaktı.” Karısına, çocuğuna, anasına, babasına; “Ben de işe yarıyorum, size ekmek kazanacak güçteyim, kursağımız aş, cebimiz para görsün, biz de varlıklı insanlar gibi yaşayalım” diyerek düştü yollara.
Gurbet çekilmezdi, hasret hiç çekilmezdi. İkisi de zehirden pişmiş aştı ama ekmek derdi hepsinden zordu. Karın tokluğu en büyük zenginlikti belki ve kimsenin mezarında da “açlıktan öldü” yazmıyordu, fakat karın bir gün toksa, üç gün açtı. Hep doymalıydı ki, gün yüzü görülebilmeliydi.
Evet, buydu Almanya yollarına düşen vatandaşlarımızın birinci gayeleri. Karın tokluğu, memlekette bulunan bebenin beliğin de karnının doyması, üstünün başının yamadan yırtıktan kurtulması ve anaya babaya iyi birer evlat olabilmek içindi bütün çekilen kahırlar.
Almanya yollarına düşen insanlarımızın ilk bildiği ve tek tanıdığı ulaşım aracı; kağnı ya da at arabasıydı. Traktör de bilinirdi ya, o da her köyde bir tane ya bulunur, ya bulunmazdı. Onun da yanına yanaşmak için, biraz varlıklı veya traktör sahibine yakın biri olmak gerekirdi. Zaten traktörü olanın da gurbet ellerde işi yoktu.
Kağnıyı, at arabasını veya diğer binek hayvanlarını terk eden fakir fukaramız, tarlalarından, tapanlarından, bağ ve bahçelerinden isteyerek ya da istemeyerek koptuklarında, kendilerini Almanya’ya giden trenlerde veya birkaç kilometrede bir su kaynatan hurda otobüslerde buldular. Yine günlerce aç ve susuz, ter ve toz içinde yol gittiler.
Sefaletten kurtulmak için yollara düşmüşlerdi ama daha sefaletin ne olduğunu Alman ellerinde göreceklerdi. Gerçi yollarda birazını yaşamışlardı, daha Almanya’ya varmadan türküler yakılmıştı. “Dön gel Zeynebim soğan ekmek yiyelim” denilmişti, fakat iş işten geçmişti bir kere. Almanya yolları gurbetçilerin perişan görüntüleriyle doluydu.
Kendi toprağında çalışmaktan yorulduğunda; tarlasına, bağına, bahçesine sırt üstü uzanıp, şöyle babaca dinlenenler, üstüne bir bardak da ayranı yuvarlayanlar, sonra da kalkıp hayatlarından şikâyet edenler, Alman topraklarında öyle bir işe bulaştılar ki, ne çalıştıklarından ne yediklerinden ne de yattıkları yerlerden asla mutlu olmadılar.
İş işten geçmişti bir kere. Geri dönüş şansları kalmamıştı. Her türlü eziyete katlanmak zorundaydılar. Akşam olup yatmak için, camı, penceresi, kapısı olmayan büyük hangarlara gelip, yan yana oturduklarında birbirlerinin yüzüne bakmaya sıkılıyorlardı. Çünkü herkesin gözündeki soru ifadesi aynıydı. “Bizim burada ne işimiz var?”
İşte bu sorunun cevabı uzun süre verilemedi. Gerçi cevap vermesi gerekenler ilk gelen nesiller değildi. Ondan sonraki nesillerdi. İlk gelenler, büyük bir fedakârlık örneği sergilemiş ve kendilerinden sonraki nesillere iyi bir hayat bırakabilme adına, çekilmesi mümkün olmayan yükün altına girmişlerdir. Ne sorularla ne de cevaplarla uğraşacak halleri yoktu.
Gelelim sözün sonuna, şimdi neden bütün bunları anlattım. Şunun için paylaştım. Bu hafta içinde benim de yolum üç günlüğüne Almanya’ya düştü. Aslında yazının girişi bu kadar uzun olmayacaktı, fakat bir başlayınca köşenin sonu gelmeden çeneme hâkim olamadım.
Almanya’nın Hannover şehrinde 2009 Sanayi Fuarı’na gidip geldim. İstanbul Ticaret Odası, Türkiye’miz adına ve sanayicilerimiz adına bütün dünyaya hitabeden dev fuarda, öyle bir Türkiye destanı yazmış ki, nasıl Almanya küller üzerinden yeniden doğmuşsa, bizim de kağnıdan uçağa geçen teknolojiyi yakalamamızın doğuşuna şahitlik ettim. Bu izlenimlerim de yarına kaldı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.