"İnsan onuru" konusunda toplumsal uzlaşma

"İnsan onuru" konusunda toplumsal uzlaşma

Haşim Kılıç'ın, Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada, siyasî tartışmaların merkezine "insan onuru"nu yerleştirmesi, bütün taraflara doğru ölçü kullanmaları için yerinde bir uyarı.
"İnsan onuru" ve "insan onurunu koruma görevi" kimsenin itiraz edemeyeceği nihaî amaç. Temel hak ve özgürlüklerin en ileri yorumlarının gelip yaslandığı ana eksen. Kılıç'ın geniş bir insanlık tarihi ufkunu özetleyen şu cümleleri, önümüzde duran sorunlar için de çözümün ortak zeminini teşkil etmeli: "İnsan onuru sadece imtiyazlıların veya itibarlıların onuru değil, insan olma ortak paydasına sahip her varlığın koşulsuz, amasız, fakatsız ya da herhangi bir kurum ya da kuruluş kaydı olmaksızın sahip olduğu temel bir değerdir. Onurlu muamele, etnik, dinî, ideolojik homojenliğin sağlanması şartına da bağlanamaz. Bu öyle bir değerdir ki; onu lütfetmek hiçbir sistemin veya devlet düzeninin haddine değildir. Siyasal düzenler bunu yalnızca kabul eder, saygı duyar ve korumayı varlığının temel nedeni görür." Bu cümlelerde amirane değil hâkimane bir üstünlük var. İhtar siyasetçilere: "Sağa sola savrulmayı bırakın, insan onurunu koruma görevinize dönün."

İnsan onuru toplumsal bir durumu anlatıyor. İnsanın bireyselliğinin toplumdaki karşılığı. Tıpkı "vicdan" gibi. İnsanın, insan olarak doğuştan sahip olduğu ve toplum içinde yaşarken herkesin saygı göstermesi gereken temel değeri. Aynı zamanda bütün temel hak ve özgürlükleri içeren ve aşan bir değer. Çünkü, eksik kalan bir temel hak veya özgürlük doğrudan ve aynı zamanda bir onur ihlalidir. İşte bu yüzden temel haklar da bugün özgürlük olarak kabul görmektedir. "İnsan onuru" toplumsal bir durum; siyasal değil. Yani? Bu toplumsal durum ancak korunamadığı ve bir soruna dönüştüğü zaman siyasetin konusu haline geliyor. Bu bakış bize siyasetin doğasına dair çok önemli bir hususu hatırlatıyor. Siyaset, toplumsal planda ortaya çıkan sorunları çözmek için var. Bizde tersine, siyaset var olmayan sorunları icat edip toplumu çatışmaya itiyor. Türkiye'nin Kürt sorunu, bir "insan onuru" sorunu değil mi? Bu sorunun, insan onuruna saygı dışında bir çözümü olabilir mi? Anayasalar "toplum sözleşmesi"dir; "siyaset sözleşmesi" değil. Toplum bir arada yaşama kurallarını belirler ve bu kuralları işletmek ve korumak üzere egemen gücü ve siyaset kurumunu yetkilerle donatır. Bu yetkilerin kullanımını da kendi iradesine rapteder. Bu yüzden, Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın yeni anayasa için aradığı "toplumsal mutabakat" bir ahlâkî tercih değil, bir zorunluluk. AK Parti, siyasetin değil, toplumun merkezi olma iddiasıyla yola çıkmıştı. Bu önemli bir iddia idi; çünkü siyaset toplumsal yelpazeyi temsil etmiyordu. Yeni anayasayı, bir toplumsal mutabakat üzerine inşa etme yaklaşımı, bu yüzden AK Parti'nin temel iddiaları ile uyumlu. Siyaset toplumdan özerk bir dünya değil. O zaman yeni anayasanın önce toplumda, çok geniş ve yaygın bir müzakereye açılması şart.

Türkiye, yeni bir anayasaya hazırlanıyor. AK Parti'nin siyasî parti kapatılmasını zorlaştıran hükümler başta olmak üzere, Meclis'e sevk edeceği "acil" paket, yeni anayasa tartışmasını da başlattı. O zaman, bu paketle beraber hemen bir toplumsal mutabakat arayışının devreye sokulması lâzım. Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın önceki gün koyduğu ufuk, bu sürecin temel felsefesini özetliyor. İnsan onuru için toplumsal uzlaşmaya ihtiyacımız var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi