Metin Hasırcı

Metin Hasırcı

Meşrutiyet ve seçimler

Meşrutiyet ve seçimler

Muhterem okurlarım, geçtiğimiz günlerde târihiyle söyleyelim 29 Mart 2009'da bir seçim yaşadık. Bu seçim genel mahalli idareler seçimiydi. Her seçimde olduğu gibi, bu seçim de bulanıklık bırakan tarzda sonuçlandı. Sağda solda bâzı partilerin reylerinin seçmen tarafından verilmiş oylar olduğu iddiasıyla çöplükte, sokakta bulunduğu dedikodularına gazete haberleri, daha çok da internet ortamında rastlandı ki; bulanıklığın sebebi de bunlardır. Biz 1877'de yapılmış ilk mebus seçiminden günümüze kadar gelip geçen seçimlerden üç Çarşanba yazımızı teşkil edecek bir bilgilendirmeye dönük kalem oynattık.
Türkiye'de seçimler: Türkiye'de seçimler ilk defa idârey-i Cumhuriye ile başlamış değildir. Seçim ben-i beşer insanoğlunun tercih hakkıdır ve buna da bu hakkını kullanma işlemi denir. Osmanlı Devleti; istişare kurullarını sadece yapılacak işlerde neler yapmak lâzım geldiğini, nasıl yapılması lâzım geldiğini kararlaştırmak için devreye almış olmayıp, tercihlerini de ortaya koysunlar diye göz önüne almıştır.
Nitekim, istişare erbâbının kâh istişare edecek makam, otorite, kişi ile başbaşa konuşmasıyla gerçekleştirildiği gibi, bir kurul olarak da gerçekleştirilmekte olduğu bir vakıadır. Kimileri bu mülâkatlar veya toplu müşavereler esnasında, ifadatının nihayetinde kendi tercihini beyan ile belirtir veya muhatabı olan riyasetin sorusu karşılığında ifade ederdi. Bu, usûl bakımından pek riayet edilen husustur.
Arkadaşlar; yazımızın veya konuşmamızın başlığını Türkiye’de seçimler olarak tesbit ettikten sonra, Prof. Tarık Zafer Tunaya'nın neşir hayatımıza kazandırdığı değerli eseri “Türkiye'de Siyasi Partiler 1859-1952” isimli kıymettar çalışmasında, merhum Prof.’un çalışmasındaki önsözüne atfı nazar ettiğimde, acizâne yukarıda ifade ettiğim târiflere lüzum görmedikleri gibi, devleti âliye döneminden de işe girişmemiş; ancak son 1.5 asra hayatlarını sığdırmış 132 (yüzotuziki) münevverlikleri herkesçe teslim olunmuş kişilerin yazara gönderdikleri görüşlerden süzüp, istinbat ettiği anlaşılan bir çalışmadır. Merhum yazarın; 1 Temmuz 1952'de tamamlayıp, baskıya verdiği çalışma, Türkiye Cumhuriyeti siyasi partilerinin serencam-ı resmiyesinin en mükemmel şekilde ortaya konmuş olanıdır.
Sultan Abdülhamid-i Sâni'nin 23 Aralık 1876'da Teşkilât-ı Esasiye, diğer adıyla Anayasayı ilân ettirdiği gün, aynı zamanda günümüzde Kasımpaşa'da bulunan Kuzey Deniz Saha Kumandanlığı binasında tersane konferansı icra olunuyordu. O gün, meşrutiyeti ilân eden top atışları, konferansa katılanları şaşırtmıştı. Konferansta heyetimiz riyasetini uhdesinde bulunduran Hariciye Nâzırımız Mehmed Saffet Paşa'ya akşam kabine toplantısında sadrazam Mithad Paşa, “Meşrutiyeti ilân etmemize hazirûn ne dediler?” diye sorduğunda, öğreniyoruz ki Saffet Paşa merhum şöyle cevap verir: “Çocuk oyuncağı” dediler.
Nitekim çok kavimli, çok dinli toplulukların meşrutiyet yönetimine geçmesi, vahdeti bozar. Unsurlar arasında rekabetin dürüst ve samimi olmayanı kendini gösterir. Bunlar asgari müştereklerde anlaşan gruplar teşkil ederek, merkezi hükümetin başına çorap örerler meâlindeki görüşler, İngiltere Hariciye Nâzırı Lord Salisbory tarafından Sultan Hamid ile başbaşa yaptığı görüşmede hem şifahen dermiyan edilmiş, hem de yazılı olarak padişaha, muhtıray-ı tavsiye olarak sunulmuştur. Hâtta Sultan Hamid, bu yazılı muhtıray-ı tavsiyeyi Mithad Paşa'ya vermişse de, Paşa; İngiliz Hâriciye Nâzırı’nın bu tavsiyesini okumaya lüzum görmemiş; ancak Masonluğuyla kendisine pek bağlı olduğu Osmanlı nezdindeki Kraliçenin Büyükelçisinin, “Bir an evvel meşrutiyeti ilân ediniz!” direktiflerine âmâde olmuştur. Öte yandan meşrutiyetin ilânının gecikmesinden tek şikâyetçi olan kişi, Askeri Mektepler Nâzırı Süleyman Hüsnü Paşa idi ve Mithad Paşa’ya; bir gün bu durumdan rahatsızlığını ifade ederken, “Madem meşrutiyetin ilânını evvelemirde yerine getirmeyecektik, padişah-ı Aziz'i ne halt etmeye tahtından indirttik” demekten kendini alamamıştı.
Hemen ilâve etmek gerekir ki; ilk mebusan seçimi 5 Kasım 1876'da yapılarak meclis-i mebusan teşekkül ettirildiğinde, iki meclisli olarak tanzim edilmiştir.
Biri ahalinin seçtiği mebuslar, diğeri ise padişah-ı halifenin tâyin buyurduğu âyan (senato) meclisidir. Bu iki meclisin birlikte içtimaında kimin riyasetinde toplanacağı karargir değildi. Nitekim, Sultan Hamid'in hallinin kararlaştırıldığı müşterek toplantıda, Mehmed Said Paşa kendisi âyandan olmasına rağmen, riyaseti üzerine almıştı. Halbuki; 1961 Anayasası’nda, senato ve meclis müşterek toplantılarında riyaset TBMM Başkanlığı’na verilmişti. Bu da milletvekilinin ayân veya senatöre göre daha efdâl olduğu düşünülebilir devri Cumhuriyette.
1. Meşrutiyet meclisi mebusları her 50 bin kişiye bir mebus düşecek şekilde seçim yapılmış olup, reylerin verilmesi gizli olarak, sayım ise açık yapılmıştır. Bunun bir mânâsı da 70 yıl sonra devr-i Cumhuriyet’te, yâni 1946'da yapılan seçimler tam tersi, yâni reyler açık olarak verilmiş, tasnif gizli yapılmış demektir ki; aradaki 70 sene seçim hürriyetinin iyiden kötüye yol almış olduğunu önümüze getirmiş oluyor.
Hemen ilâve etmeliyim ki; İngiliz Hâriciye Nâzırı Salisböry'nin meşrutiyet hakkındaki kanaatlerinin doğruluğu, Ermeni Mebus Enfiyeciyan'ın vatan dost görünüp, savaşa taraftar olarak hissiyatı tahrik ve realiteden uzak hamasete dikkat çekmemizi hoş muhterem okurlarım.
Rusya ile 1293-1877 savaşına karar alan Meclis-i mebusandaki konuşma, “Büyük Osmanlı Târihi” Hasırcızâde Metin Hasırcı'nın 5. cildinden 407. sayfadan alıntılıyalım:
“..Daha sonra söz alan sabık sadrıazam Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa; ‘Hayat ruh ile kâimdir. Devletlerin ruhu istiklâldir. Yapılan teklifler devletimizin ruhunu ortadan kaldırarak bizi ruhsuz bir beden hâline döndürür. İstiklâli kalmayan bir devlet için hayat hakkı tanınsa dahi, namussuz yaşamak caiz değildir. Bunu reddederek hukuku korumak uğrunda, her türlü fedakârlığı göze almak, namus ve hamiyet borcu olduğundan, reyimiz kesinlikle tekliflerin reddi yönündedir..’ şeklinde konuştu ve peşinden Katolik Ermeni papazlarından Enfiyeciyan efendi söz alıp şu sözler ile Rüşdü Paşa’yı takviye etmiş oldu: ‘500 seneden beri ecdadımızın kemikleri müştereken aynı vatanda yatıyor. Onlardan bize miras kalan vatanın muhafazası birinci vazifemizdir. Ölüm tabiîdir. Târihler gösteriyor ki; bundan önce pek çok büyük devletler gelip geçmişlerdir. Cenab-ı Hakk eğer devletimizin ömrünü şu zamana kadar tâyin ve takdir etmişse, ona ne denilebilir? Fakat, şerefsizce ölmekle şerefli ölmenin arasında büyük fark vardır. Mutlaka kurşun yiyerek öleceksek, göğüsten yenecek kurşunu, arkadan gelecek kurşuna tercih etmeliyiz. O takdirde hiç olmazsa, geçmiştekileıin ahvalini bildiren târihler nazarında büyük şeref kazanmış oluruz.”
Fiemanillah.

BİZE GELEN: Kriter Yayınları’ndan neşredilmiş ve Dr. Haluk Gökalp’in kaleme aldığı “Eski Türk Edebiyatında Mevlâna ve Mevlâna Methiyeleri”, büyük boy, 360 sahife akademik bir çalışma. Ben çok beğendim. Edinme Tel.: (0212) 527 31 89

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Metin Hasırcı Arşivi