Yemeğin teolojisi
“Yemeğin teolojisi mi olur!” diyenlerden misiniz? O zaman müsaadenizle yanıldığınızı söylemeliyim. Çünkü yemeğin gâyet ciddi bir teolojisi vardır.
Yemeğin teolojisini, hem dinlerin öğretilerinde, hem de dinî hükümlerin içkin olduğu farklı yemek kültürlerinde görebilirsiniz. Bir Osmanlı, Fransız, Çin veya Hint mutfağını bu gözle incelediğinizde, karşınıza güçlü bir mutfak teolojisi çıkar.
Zira yemek kültürü, bir medeniyetin rafine olmuş damak tadını yansıttığı gibi, inanç haritası hakkında da ciddi bilgiler sunar. Yani yemek demek, sadece hoşumuza giden gıdalar değildir. Kültürlerin metafizikle ilişkisini ele verir.
Meselâ semâvî dinler, insanın yeryüzündeki serüvenini, yemeğin teolojik boyutuyla ilişkilendirmektedir. Buna göre, ilk insan Âdem ve eşi Havva, cennetten yemeğin teolojisine muhalefet etmelerinden dolayı yeryüzü sürgününe gönderildiler.
Hikâye malûm: Âdem ve eşi cennete yerleştirilmiş, orada her şey kendilerine helâl kılınmıştı. Ama istisna kabilinden sadece ağacın birisine yaklaşmaları, o ağacın meyvesinden yemeleri yasak kılınmıştı. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp yasağı çiğnemelerine, o yasak meyveden yemelerine sebep olmuştu. Böylece insanlığın atası cennetten yeryüzüne atılmıştı. (Bknz. Bakara: 35-36)
Mesele bununla sınırlı değil elbette. Bütün dinlerde sınırları farklılık arz etse de helâl ve haram öğretisi vardır. Bir yerde de, yemeklere dair helâl ve haram seçiciliği varsa, orada yemeğin kutsalla ilişkisi kurulmuştur demektir...
Yemekte bizi seçici kılan nedir? Sadece damak zevkimiz mi? Bir yere kadar doğru bu, ama tam değil. Seçiciliğimizin temelinde kültür kodlarımıza mündemiç ve bizi yönlendiren kutsal algımız vardır.
Efendim, ister dindar olsun, ister günahkâr, ister Tanrı’ya inansın ister inanmasın, insanların yemek ve içecekteki seçiciliğinin altında gizli veya açık bir tür din algısı yatmaktadır.
Dinle ilişiği kesik bir insan bile, ana rahminden başlayan beslenme alışkanlıklarını dış dünyadan etkilenerek oluşturur. Damak tadını meydana getiren çevre ise bir şekilde kutsalla irtibatlı hareket etmektedir. Toplumumuzda ateist olup da domuz etine asla yaklaşmayan insanların bu seçiciliğini başka neye bağlayabiliriz ki?..
Bir Yahudi’yi marketlerdeki gıdaların üzerinde “Koşer” damgasını aramaya iten sebep, yemeğin algıdaki kutsalla ilişkisi değil midir? Türkiye’de fazla gelişmiş olmasa da, dünya Müslümanlarının özellikle de gayrimüslimlerin yoğun yaşadığı coğrafyalarda “Helâl” damgası taşıyan ürünleri aramaları da aynı sebeptendir.
Sağlıklı beslenme adına vejeteryanlığı tercih edenleri bir tarafa bırakalım... Lâkin, ideolojik vejeteryanlığın bile altında dinî saikler vardır. Demem o ki; yemekler dinî tasavvurun yansıdığı önemli bir alandır.
Kutsalla ilişkisini önemli ölçüde yitirmiş Çinliler var meselâ. Yeryüzünde hareket eden her canlıyı yiyebiliyorlar. Ve bunun bir istisnâsı yok. Köpek, fare, yılan veya enva-ı türlü böcekler; hepsi ama hepsi makbul ve hepsinden yiyorlar. Bundan dolayı Müslümanlar Çinlilerin lokantalarına gitmezler..
Onlar ise, Müslümanlar dâhil yemeklerde seçici davranan diğer insanları anlamakta zorlanıyorlar. Hayvanlardan bir kısmının etini tüketip, bir kısımına da dokunmamayı anlamsız buluyorlar. Meselenin kutsalla alakasını kurmadığınızda, bu seçiciliği anlamakta zorlanırsınız tabiî...
2005’ti... Bangkok’ta cadde ve sokakları arşınlıyorduk. Bir köşe başında danaburnu kızartması satan bir seyyar satıcıya denk gelmiştik. Danaburnu kızartması bana ne kadar itici gelmişse, inanın, yerli halk için de o kadar çekici ve lezzetliydi. Nezih bir ortamda helâl yiyecek için Arapların lokantalarını arayıp bulmak zorunda kalmıştık. Buna benzer tecrübeleri Singapur gezimizde de yaşamıştık. Bizim yemekte seçiciliğimizin temelinde kuşkusuz inancımız var...
Kur’ân; “(Hz. Muhammed) Onlara temiz şeyleri (tayyibât) helâl, pis şeyleri de (habâis) haram kılar.” (A’raf: 157) demektedir. Her Müslüman gibi benim de yemek kültürümü kutsalın bu hükmü belirlemektedir.
Yemeğin yukarıda bahsettiğimiz teolojisi, aynı zamanda devâsa bir ekonomik pazarı da işaretlemektedir. Öyle ki; Müslüman olmayanlar bile bu büyük pazara sulanmaktadır. Çinlilerin birçok ürüne “Helal” etiketi vurup piyasaya mal sürdüğünü biliyor musunuz?
Peki, bütün bunları bana yazdırtan ne?
2. Uluslararası Helâl Gıda Konferansı, 25-26 Nisan’da İstanbul Feshane'de toplandı. 12 ülkeden uzmanların katıldığı konferansta, helâl gıda sertifikalandırmada, Müslümanların tek bir standartta buluşması tartışıldı.
Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalandırma Araştırmaları Derneği (GİMDES) tarafından düzenlenen ve TGTV, İslâm Dünyası STK'ları Birliği, Türkiye İhracatçılar Meclisi, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği ile Anadolu Aslanları İşadamları Derneği tarafından desteklenen konferansı, ne kadar önemsediğimi anlatmak istedim.
Dünyada 2 trilyon dolarlık helâl sertifikalamalı ürün potansiyeli olduğunu söylüyor uzmanlar.
Helâl gıda her şeyden önce bir iman meselesidir. Bu pazara göz dikmiş ama Müslümanların helâl konseptine inanmayan uyanık girişimcilere karşı dikkatli olunmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.