Bizi sokaktan para süpürüyor sanıyorlar
Bir şehri öğrenmenin ve tanımanın en iyi yolu, o şehrin sokaklarında kaybolmaktır. Hem tarihini, hem sosyokültürel seviyesini keşfetmiş olursunuz.
Hannover’i tanımak için de aynı yöntemi uygulayıp, geniş caddelerinde bir hayli yürüdüm ve rast geldiğim Türklerle konuştum. Bizimkileri tanımak çok kolay, ya beden dillerinden, ya kıyafetlerinden ya da iletişim becerilerinden hemen tanıyabilirsiniz.
Sevgili dostum Orhan’la yine büyük bir caddede yürüyorduk. Yanımızdan yorgun ama aceleci tavırlarla 60 yaşlarında bir hanımefendi geçiyordu. Orhan, hanımefendiye selam vererek “Türksünüz galiba” diye seslendi.
Hanımefendi de üzerindeki gerginliği birden atarak, sanki ailesinin bir üyesiyle karşılaşmış gibi, edepli bir şekilde “Evet kardeşim” dedi. Öyle bir söyleyişi vardı ki, ‘anne vakurluğu’ bütünüyle üstündeydi.
Birlikte yürüyerek sohbet ettik. Sohbet sorularına başlamadan önce yanlış anlamaması için kendimi tanıttım ve sorularımı bir gazeteci olarak değil, bir kardeş olarak soracağımı ifade ettim. O da memnuniyetle karşıladı.
Memleketi Kahramanmaraş’tan yıllar önce göçmüş Almanya’ya. İşçi olarak gelmemiş. Evinin kadını, çocuklarının anası olmak için çıkmış gurbete. Yıllar yılları kovalamış, çocuklar büyümüş, lakin gurbette kazanılan para, ancak boğazlarına yeter olmuş. Bir kenara üç beş kuruş koyabilmek ve doymak adına, o da çalışmak zorunda kalmış.
“Hep burada kalıcı değiliz ya, bir gün olacak memlekete döneceğiz, ele güne muhtaç olmadan hiç olmazsa başımızı sokacak bir evimiz, yanacak bir ocağımız olsun” diye her türlü zorluğa katlanmayı göze alarak başlamış iş aramaya.
O kadar çok konuştuk ki, bir türlü utancımdan kocasının halini soramadım. Belli ki, kocası yoktu. Kendisi dört kızından söz etti. İkisi Türkiye’de, ikisi de Almanya’daymış. Almanya’dakilerin durumunu da soramadım. Türkiye’dekiler ise evli barklılarmış. Hanımefendinin haline bakınca; “Çok zor durumda olmasa çalışmaz” demek mümkündü.
“Adımız ‘Almancı’ya çıkmış bir kere” dedi ve içindekileri şöyle döktü. “Türkiye’den bakınca Almanya çok zengin görünüyor. Almanya zengin görünüyor da Almanların zenginliğinden bize bulaşan bir şey yok. Biz fakiriz, fakir yaşıyoruz. Borç paralarla veya kiralık arabalarla Türkiye’ye gidince, bizi çok zengin zannediyorlar.
Zengin olanlar yok mu, tabii ki var. Yalnız onların da zenginliklerinin altında öyle çok çileler dolu ki, kimseye anlatamadıkları için gözyaşlarını içlerine akıtıp, dosta düşmana karşı yüzleri gülüyor. Her gülen yüzün altında, biraz da hüzün vardır kardeşlerim. O hüzünlerin ne demek olduğu biz olmadan anlaşılmaz.
Eskiden bir iş yerinde çalışıyordum ve kıt kanaat geçiniyorduk. Şimdi iki iş yerinde birden çalışıyorum. Sabah beşte uyanıyorum, saat altıda evden çıkıyorum, koştura koştura, öğle yemeklerini yaptığım bir şirkete gidiyorum. Öğleyin oradan çıkıp, yine koştura koştura, bir hastanenin temizliğine gidiyorum. Gece dokuz gibi eve vardığımda ben benlikten çıkmış ve kendimi bir kenara yığılmış buluyorum.
Bir de evin işleri var. Nasıl kalkılır bu yükün altından? Ama ne yapalım ki katlanmak zorundayım. Türkiye’deki kızlarım olsun, buradakiler olsun, ikide bir; “Anne şunumuz eksik para, bunumuz eksik para” diye canımı çıkarıyorlar. Evladın ihtiyaç eksikliği, insanın kendi ihtiyaçlarının önüne geçiyor. Çaresiz her dertlerine koşmaya çalışıyorum.
Bazen canım burnuma geliyor ve ‘Kızım’ diyorum. ‘Ben parayı sokaktan süpürmüyorum. Maaşımı almadan size nasıl para göndereyim, ‘Paran var mı anne’ diye sorma zahmetine bile girmeden sürekli para istiyorsunuz’ diyorum ama kime ne anlatacaksın ki. İşte bizim halimiz kardeşlerim.”
Maraşlı annenin dramına daha fazla dayanamadık ve vedalaştık. Demek ki, “Almanya acı vatan” diye boşa dememişler. Bir de Almanya’da aile parçalanmaları çok büyük boyuttaymış. Hele üçüncü nesil, ne Türkiye’ye ne de Almanya’ya intibak edemiyormuş. Yani anlayacağınız dostlar; Türkiye bir cennet ve biz bu cennetin kıymetini bilmeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.