Kafkas halklarının trajedisi
Dünya harp tarihinin en parlak destanlarına sahne olan Kafkasya’da tarihte ve bugün cereyan eden siyasi mücadeleler ince ve uzun bir satranç oyununa benzetiliyor. Bölgenin çok parçalı jeopolitik yapısı, enerji nakli ve güvenliği açısından önemi ister istemez pek çok aktörün bölgede aktif olması neticesini doğuruyor.
Hükmettiği coğrafyaya her türlü fitne tohumlarını eken ve acımasız emperyal politikalar ve soykırımlarla halkları mağdur ve mazlum bırakan Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Kafkasya, bölgede yeniden inisiyatif almak isteyen (17 milyon km karelik coğrafyaya sahip ve en ciddi direnişi Kafkasya’da gören) Rusya’nın ve bunu engellemek ve bölge imkânlarını paylaşmak isteyen Batılı güç odaklarının nüfuz ve güç mücadelesine sahne oluyor.
Şüphesiz Kafkasya (özellikle Kuzey Kafkasya), içinde barındırdığı (5 milyonu aşkın nüfusa sahip 9 Cumhuriyet) Müslüman halklar ve enerji projeleri sebebiyle (hem Kuzey hem de Güney Kafkasya) Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Lâkin 300 yılı aşkın devam eden ve İslâm ümmetine âit bir sorun olan Kafkasya konusunda zihin dünyamız çok berrak değil. Şeyh Şâmil’in şahsında yakınlık duyduğumuz Kafkasya, maalesef, gönlümüze yakınlığı kadar gündemimizden de uzak.
Rus-Çeçen Savaşları ile gündemimize gelen Kafkasya, zaman zaman sıcak olaylarla yeniden hatırlanıyor.
1994-96 ve 1999-2007 Rus-Çeçen savaşları neticesinde Çeçen İçkerya Cumhuriyeti nüfusunun 50 bini çocuk olmak üzere 250 bini öldürülmüş, 600 bini de ülkeyi terk ederek komşu cumhuriyetlere, Kazakistan, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve bazı Avrupa ülkelerine dağılarak mülteci konumuna düşmüştür.
Kafkas Cumhuriyetlerindeki Rus azınlıklar bölge için sorun olduğu gibi bölge dışına hicret etmek zorunda kalan Müslüman halkların akıbeti de çözülmesi gereken mühim bir problem.
Bu problemleri tahlil ederken doğru ıstılahları (terminolojiyi) kullanmak en öncelikli mesele. İslam Dünyası STK’ları Birliği (İDSB)’nin dün (2 Mayıs) düzenlediği Kafkasya konulu panelde konuşan Dr. Fethi Güngör, Kafkasya ile alakalı terminolojinin nasıl çarpıtıldığına şöyle dikkat çekti: “18. yüzyılın ikinci yarısından bu yana Kafkasya’da cereyan eden soykırımlardan ‘Kafkas Savaşları’, sürgünlerden ‘göç’, Kafkas halklarından ‘dağlı’ şeklinde yanlı ve maksatlı tanımlamalarla bahsedilmesi, federatif yapıyı üniterleştirme politikalarının bir tezahürü olarak günümüzde Kafkasya’nın ‘Güney Rusya’ şeklinde adlandırılması kesinlikle kabul edilemeyecek maksatlı isimlendirmelerdir. Rusların Kafkasya’yı işgal girişimlerinin, bölük pörçük yaşayan baskıncı dağlı halkları tedip ve onlara medeniyet götürme projesi, Çerkesler başta olmak üzere Kafkas halklarının binlerce yıllık yurtlarından sürülüşünü de Müslüman din adamları ile Türk ve İngiliz ajanlarının teşvikleriyle gerçekleşen bir gönüllü göç olarak yansıtan bayatlamış komünist propagandalarının artık modası geçmiştir.”
Rusların gerçekleştirmiş olduğu soykırım suçlarına dikkat çeken Güngör’ün sorunun çözümüne dair teklifleri de kayda değer: “İnsanlık tarihi boyunca gerçekleştirilmiş olan soykırım ve sürgünlerin, bu insanlık suçlarına maruz kalmış halkların temsilcilerinin de katılımıyla oluşturulacak uluslar arası bir özel organizasyon tarafından derinlemesine araştırılarak ortaya konmasını, bu insanlık suçlarını işleyen devletlerin, ezdikleri ve sürdükleri halklar başta olmak üzere tüm bir insanlıktan özür dilemeleri, soyları kırılan ve sürülen halklara mümkün olabilecek en büyük bir cömertlikle hem itibarlarının hem de tarihi haklarının iade edilmesi sağlanmalıdır.
Bu çapta büyük bir organizasyonu hiç beklemeden, İDSB, oluşturacağı bir komisyon marifetiyle ilgi duyan tüm kurum ve kuruluşların da desteğini alarak, yakın bir tarihte halkların tarih boyunca uğradıkları soykırım ve sürgünleri en ince detayına kadar araştırabilecek bir enstitü kurmalıdır. Bu enstitü ulaşacağı sonuçları raporlar halinde dünya kamuoyuna duyurmalı ve uluslar arası mekanizmaları, mağdur ve mehcur halklarının itibar ve haklarının iadesi hususunda inisiyatif almaya çağırmalıdır.”
“Ünlü Kabardey şairi Laşe, ‘Gözden yaş getiren acının kudreti karşısında dünya duramaz’ der. Tarihin en büyük acılarından birini yaşayan Kafkas halklarının büyük trajedisi, detaylı araştırmalarla dünya kamuoyunun önüne konabilmiş değildir. Bu insanlık görevi başarılabilirse, 19. yüzyılın ikinci yarısında yurtlarından sürülen Kafkas halklarının itibarları ve anavatanları üzerindeki hakları iade edilebilecektir.”
Kafkas Vakfı’ndan Yılmaz Tok’un ifade ettiği gibi Kafkasya yeni dönemde ‘savunma hattı’ olarak değil, ‘fetih kapısı’ olarak telakki edilmeli, Kafkasya’nın mağdur ve mazlum halkları gündemimizde devamlı olmalı.
Gelecek hafta bölgenin stratejik yapısını analiz edeceğiz inşâallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.