Gerçek Hocalara Tâbi Olmak
DİNÎ bir konuda çeşitlilik, ihtilaf var; reformcular, yenilikçiler, değişimciler, Müslüman oryantalistler, Ehl-i Sünnet dışı ilahiyatçılar aykırı fikirler, görüşler ileri sürüyor, halkın kafasını karıştırıyorlar. Bu yüzden Müslümanlar birbiriyle çekişip duruyor. Bu durumda Müslümanların ne yapması gerekir?
İcazetli, ehliyetli, liyakatli, gerçek din âlimi, gerçek fakih olan, takvalı, ihlaslı, dindar, samimî hocaların dediğini kabul etmek gerekir.
Bu hocalardan biri merhum Ömer Nasuhi Bilmen'dir.Bu zatın özellikleri nelerdir.
1. Fatih sahn medresesinde okumuş, icazet alarak mezun olmuştur.
2. Uzun yıllar boyunca İstanbul müftülüğü yapmıştır.
3. Diyanet İşleri Başkanı olmuştur.
4. 27 Mayıs 1960 darbesini yapan zihniyetle anlaşamamış, onların baskılarından bıkmış ve istifa etmiştir.
5. Sekiz ciltlik tefsir yazmıştır.
6. Altı ciltlik Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu'nu yazmıştır.
7. Milyonlarca adet basılan Büyük İslâm İlmihalini yazmıştır.
8. Bunlardan başka daha nice faydalı, değerli kitaplar yazarak Ümmet-i Muhammed'e hizmet etmiştir.
9. Bendeniz bu zatın Diyanet'te özel kalem müdürlüğünü yapmıştım. Beş vakit namazını kılan, son derece ahlâklı, faziletli, doğru ve dürüst bir hocaefendi idi.
10. Hayatı boyunca asla din sömürüsü yapmamıştır. Bir miktar gelir elde ettiyse kitaplarından kazanmıştır.
11. Kur'ân, Sünnet, icmâ-i ümmet, cumhur-i ulemâ yolundan kıl kadar ayrılmamıştır.
12. Mevki ve makam için dinsizlere, zalimlere tâviz vermemiş, boyun eğmemiştir.
13. Kendileri tabakat-ı fukahanın yedinci derecesi olan müftülük makam ve rütbesine sahipti.
14. Selef-i sâlihîn yolundan ayrılmamıştır.
15. Ana caddede yürümüş, her türlü bid'atten uzak durmuştur.
16. Mükemmel Arapça, Farsça, Osmanlıca bilirdi. Farsça divanı basılmıştır. Aruzla güzel şiirler yazmıştır. Gençliğinde bir de ahlâkî roman telif etmiştir.
Merhum Ahmed Davudoğlu hocaefendi de bu sıfatlara sahipti. Şer'î bir gerçeği açıkladığı için hapse atılmış, yaşlı bir Müslüman olarak nice çileler çekmiştir.
İşte, bütün ihtilaflı meselelerde böyle hocaların dediklerine kulak vermeli, onların peşinden gitmeliyiz.
Ehl-i Sünnet hocalarına, icazetli alimlere ters düşen İlahiyatçılar yanlış yoldadır.
Sünnî ilahiyatçıları tenzih ederek söylüyorum: Bid'atçi ve reformcu ilahiyatçılar Kur'ân'ı kendi heva ve re'yleriyle tefsir ediyor.
Sünneti ya tamamen inkâr ediyor, yahut sahih hadîslerin bir kısmını kabul etmiyor.
İctihada ehliyet ve liyakatleri olmadığı halde yanlış içtihadlar yaparak halkı sapıttırıyor.
Fıkıh düşmanlığı yapıyor.
Din ilimlerini okumamış, din kültürüne sahip olmayan halkı, yanlışlarla dolu bozuk meal ve tercümeleri okuyup İslâm'ı doğrudan doğruya onlardan öğrenmeye teşvik ediyor.
Ehl-i Sünnet İslâmlığına ilmihal Müslümanlığı diyerek saldırıyor.
Kur'ân'daki ve Sünnet'teki kesin emir ve yasakların bir kısmını, bunlar tarihseldir diye inkâr ediyor.
İslâm dinini, Peygamberimizin risaletini ve davetini, Kur'ân'ı, Tevhid'i inkâr ve tekzib eden kafirler de Cennet'e girecektir diyor.
Sevgili Müslümanlar!.. Böyle bozuk ilahiyatçıların peşinden giderseniz, onları kendinize din önderi olarak kabul ederseniz ebedî saadetinizi yitirebilirsiniz.
Onların bir kısmı Allah'ın ayetlerini ucuza satmıştır.
Onların kimisi azılı farmason Afganî'yi imam/önder kabul etmiştir.
Benim özelliklerini anlattığım icazetli, takvalı, ehliyetli, samimî, çilekeş, ihlaslı gerçek alimlere, gerçek hocaefendilere tâbi olunuz.
Onlar din hakkında ne diyorsa kabul ediniz. Onlar Kur'ân'a, Sünnet'e aykırı bir şey demezler ama bozuk ilahiyatçılar der.
Bu anlattıklarım metod, usul ile ilgilidir ve çok önemlidir.
Reformcular, bozuk ilahiyatçılar sizleri Allah ile, Kur'ân ile aldatmaya çalışıyor. Onların tuzaklarına düşmeyiniz.
Onların kimisi namaz bile kılmaz.
Onlardan bazısı sahih hadîsleri ayıklamak konusunda Katolik bir Cizvit papazı ile işbirliği yapmaktadır.
Bir tarafta ilmiyle, irfanıyla, icazetiyle, sarığıyla, cüppesi ile, sakalı ile, takvası ile, tefsiri ile, büyük fıkıh külliyatı ile tertemiz bir İslâm alimi, karşı tarafta bid'atçi bir ilahiyatçı... Seçim size aittir.
MEYHANE PİLÂVI
CUMA namazını kaçırmayalım deyip hemen oracıktaki küçük camiye girdik. Pabuçluk bile dolmuş, bir kişinin gireceği yer yok. Biraz ilerideki Ferruh Kethüda Camii'ne seğirttik, hutbe okunuyordu. Bu sefer ayakkabıların konulduğu girişte yer bulduk. Hutbe bitti, namaz başlayacak, benim de içlerinde bulunduğum arkadakiler bir türlü doğru dürüst saf olamadı. Yanımda bir kişilik boş yer var, bir genci çağırdım, "saflar çok sıkışık olmasın, biraz ferah olsun..." diye söylendi. Namaza durduk, genç saftan çıktı, başka bir yere gitti. Saflar aralıklı ve havadar olsun!..
İlk Müslümanların safları o kadar sıkı olurmuş ki, cemaatin elbiseleri omuz tarafından yıpranır eskirmiş...
Namazda saflar arasında boşluk kalırsa, şeytanın oradan Müslümanların arasına gireceğine dair hadîs var.
Öbür yanımda zayıf bir çocukcağız var, namazdayken zır zır zır cep telefonu çaldı çaldı çaldı, ne okuduğumu bilemedim. Bin kere ihtar edip uyarsanız, bin levha assanız telefonu yine kapatmazlar. Kutsal telefon kapatılır mı hiç? Telefonun kapalı olduğu yirmi dakika yaşamaya değer mi?
Camiden çıkarken bermutad (âdet olduğu üzere) cemaatten para toplandı. Vermedim. Makbuzla toplasınlar vereyim.
Öğle yemeğini Küçükmustafapaşa'daki Kömür Lokantası'nda yedik. Yemekler nefis fiyatları çok ucuz.
Taksim civarındaki Lamelif sahaf dükkanına gidip birkaç Fransızca kitap alayım dedim. Taksim'e çıktık. Her taraf polis dolu, yollar kapalı. Teşvikiye'ye gideyim, çeşit çeşit yabancı çay satan bir dükkan varmış, oraya uğrayayım dedim. Nafile, yollar kesik. Nişantaşı civarında bazı dükkanların, bankaların vitrinleri kırılmış, sokakta saksı parçaları var. Bir elektrik lambası direğini devirmişler. Oradan geçerken bendenizi aksırık tuttu. Herhalde çatışmalar esnasında polis göz yaşartıcı ve aksırtıcı gaz sıkmış.
Beşiktaş'a gittik. Sinan Paşa Camii arkasındaki bir çayhanede oturduk. Bir hanın içindeki sahaf dükkanından birkaç kitap aldım. İkindi namazını Sinan Paşa'da kıldım. Sinan yapısı bu mâbet yeni restore edildi, içindeki nakışlar çok güzel. Tesbihata kalmadım. Müezzin hoparlörleri sonuna kadar açmış, beynim zonkladı, çıktım.
Bu akşam meyhane pilavı (zengin harcı olan bulgur pilavı) yiyeceğiz. İsmi güzel değil amma lezzeti güzel bir yemek. Zenginler, varlıklılar böyle şeyler yemez. Ucuz, mütevâzı, sade şeyler yerlerse incileri mercanları dökülür, ayıp olur. Onların yemekleri pahalı olacak, lüks olacak, garnitürü çok alacak, üzerine tereyağı dökülecek.
Perşembe akşamı Boğaz kıyısında lüks bir otelin restoranına davet edilmiştim. Yemek listesindeki çorbanın karşısında 22 lira yazılıydı. Artık mükellef bir yemek kaça patlar siz düşününüz.
Albert Schweitzer'i anlatan bir kitap okuyorum. (La vie ardente d'Albert Schweitzer par Joseph Gollomb, editions Sun Paris). Nobel kazanmış bu zat hem Alman hem Fransız, Alsace'lı... Protestan misyoneri, filozof, tıp doktoru, büyük müzisyen, hayırsever... Afrika'nın Gabon ülkesindeki Lambaréné'de bir hastahane kurdu, yerli halka hizmet verdi, cüzzamlıları tedavi etti. Çok sıkıntılar, eziyetler çekti. Birinci dünya harbi patlayınca Alman vatandaşı olduğu için onu ve diğer düşman devlet tebaasını bir gemiye koyup Fransa'nın Pireneler bölgesindeki bir esir kampına koymuşlar. Çeşitli milletlerden kimseler varmış. Enterne edilenlerin içinde, karıları tesettürlü ve hicaplı (voilée) kendileri fesli Türkler de bulunuyormuş. Bu Osmanlılar kimlerdi? Oralarda neler çektiler? Örtülü, çarşaflı zavallı karıları kimbilir ne sıkıntılara maruz kalmışlardır.
Cumartesi Pazar Taraklı, Göynük, Mudurnu taraflarına gezmeye gidecektim. Hava yağmurlu olduğu için vaz geçtim.
Yağmurun faydaları çok. Hava kapalı ve yağmurlu olunca Sultanahmet meydanı ve parkı tenha kalıyor. Çıplaklar, gökkuşağı tesettürlüler, saçlarını deve hörgücü gibi yapıp üzerine 19 renkli eşarp bağlamışlar, daracık yırtmaçlı eteklik giyinmiş sözde kapalı hoppalar gelemiyor.
İstanbul 20 milyonluk bir tımarhane-i kübraya döndü. Aynı zamanda dünyanın en büyük köyü veya mezrası. 2010 yılı dünya kültür merkezi. Hah hah hah...