Polise Vurma Günü
Taksim olursa, adına “İşçi Bayramı” denecekmiş.
Değilse fırtınalar...
Maskeli ve de kara düşünceli militanlar, söktükleri kaldırım taşları ile vitrinleri indirdikleri yetmiyormuş gibi, emniyetin araçlarına gavur malına vurur gibi saldırdılar.
Fırtına biçtiler...
Bu saldırılar Taksim gibi hassas bir alanda olmazsa, 1 Mayıs dedikleri bayram da olmuyormuş. İlle de Taksim meydanı olacak...
Ben beni bildim bileli bu devrimci zevatın akıttığı kanların adı hep bayram olmuştur.
Biliyorsunuz, 27 Mayıs katliamına da bayram dediler...
Hıdrellez ateşi ile kırılan dökülenlere de bayram derler.
Dünyanın hiçbir ülkesinde kanın bulaştığı günlere bayram denildiğini göremezsiniz.
Geçen seneki tablo ile bu yılki tabloya bakın.
Bayram dediler, polisleri yaraladılar, esnafın işini başına yıktılar.
Esnafa verilen maddî zarar bir tarafa, devletin onlarca polisi İşçi Bayramı adına aldıkları ölümcül darbeler yüzünden hastanelere zor yetiştirildiler.
Artık polis öldürmek için Taksim kimilerine simge oldu.
Hükümet hangi akla hizmet etmiş ki 1 Mayıs’ı resmi bayram kabul edip bu kadar belayı devletin ve milletin başına sardı...
1 Mayıs bayram olunca siyasiler ne sandılar?
İşçiler gerçekten halaylar eşliğinde bayram mı edeceklerdi?
Hem üç milyon işsizi olan bir ülkede ne bayramını kutlayacaksın?
Hani komutan, Kürt Mehmed’e sormuş:
“Oğlum, bayram neye denir?”
“Pilavla helvanın çıktığı güne denir komutanım.”
İşsizlere pilavla helva mı çıkardınız?
Hem bu bayram dediğiniz kanlı günün geçmişine bakın da öyle konuşalım.
İstanbul Valisi Muammer Güler’in açıklamasına göre 1 Mayıs hengamesinde 108 gözaltının yanında, 21 polis ile 20 sivil yaralanmış...
Kırılanlarla dökülenler ayrı.
Bu tabloya, bayramınız kutlu olsun denir!
Başka ne denir?
Devlet yasa çıkarıyor, terörist de devletin polisini kıyasıya yaralıyor.
Bayramı anladık da, 1 Mayıs’ı anlayamadık.
Diyeceksiniz ki bunda ne var, hükümet yılların Nâzım Hikmet olayını bir çırpıda çözüyor da, her dönemi kan akıtmakla geçen 1 Mayıs’ı neden çözemesin?
Çözdük işte.
Trenin imdat frenini çeken Karadenizlinin fıkrası gibi çözdük:
Tren yolculuğu esnasında, bakmışlar ki Karadenizli hemşehrim kendi halinde. Eh, yol da uzun olunca, yan koltukta oturanlar bizimkinin duyacağı şekilde bir fikir atmışlar ortaya:
“Şu yukarıdaki el frenini görüyor musun? Üç kişi asıldılar, çekemediler. Çekene de ikramiye varmış.” Bu sözleri duyan Karadenizli yerinden fırladığı gibi imdat frenine asılmış.
Biraz sonra da görevliler koşarak gelince sormuşlar:
“İmdat frenini kim çekti?”
Bizimki gururla atılmış:
“Efendim ben, hemi de tek elimle...”
Tek elinle imdat frenini gereksiz yere çekersen icabına bakarlar.
Öyle olmuş.
Bu demek oluyor ki şimdiki iktidar hem Mustafa Kemal’den, hem de İsmet paşadan daha ileri görüşlü. Yılların küf tutmuş olaylarını hemi de tek elleriyle çözüverdiler...
Nazım Hikmet’in itibarını bir çizgide iade ettik...
1 Mayıs’a da resmen bayram dedik.
Ertuğrul Günay’a sıra gelince rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun kararnamesi olayındaki tavrını gördük. Günay’ın, iktidarın bakanı da olsa inanmadığı bir davaya imzasını atamayacağını açıkça söylemesi az bir iş sayılmaz.
Duruş sergileme olayı...
Duruş sergileyenler kimi odaklara şirin görünmek isterken hep kaybederler, kimileri de dik durarak hep kazanırlar...
Ermenilere şirin görünmek pahasına tarihi Azeri dostluğunu az kalsın kaybediyorduk.
Yaşımız müsaittir.
Geçmiştekilerin verdikleri tavizlerle başlarına hangi gaileleri açtıklarını biliyoruz.
Siz ne kadar iyi niyetli olsanız da onlar kendi yollarını bilirler.
Sizin açtığınız yasal yollar onları kesmez.
İşte gördüğünüz gibi 1 Mayıs deyince; polise silah sıkmak, taş atmak, esnafın dükkanlarını harap etmek, kamu malına zarar vermek günlüğü kalır hatıralarda.
Buna da bayram denmez, devlete ve halka saldırma günü denir...
(*) Emekli Hakim
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.