Fergana Vadisi’nden Swat Vadisi’ne
Dünyada bazı belalı vadiler var. Bunlardan birisi uyuşturucu trafiğinin transit geçiş merkezi ve geçmişte bir şekilde PKK'nın sığınağı ve üssü olan Beka Vadisi'dir. Geçmişte Alamut Kalesi gibi yerlerin yerini vadiler almıştır. Bunlardan birisi de Beka Vadisi'dir. 1990'lı yıllara damgasını vuran vadilerden birisi Fergana Vadisi'dir. Burası geçmişte ulema yatağıdır. Şimdi ise Aral Gölü ve Hazar Denizi gibi kıyıdaş ülkelerin paylaştığı geniş bir vadidir. Bu vadi Sovyetler Birliği'nin dağılma ve çözülmesinden önce ve sonra İslami hareketlerin yatağı olarak temayüz etmiş ve anılmıştır. Nahda veya Kalkınma veya Yeniden Doğuş Partileri ve onların devamı yeni kuşak partiler hep bu vadi ile birlikte anılmıştır. Tahir Yoldaşev bu dönemde öne çıkan isimlerden birisidir. Kimilerine göre İslami hareketler bu vadi üzerinden Orta Asya'yı yeniden İslamlaştıracaklardır. Bu vadinin İslami hazireye alınmasıyla domino etkisi işlemeye başlayacak ve civar ülkeler ve şehirler sırasıyla bu akımın kontrolü ve etkisi altına girecektir. Lakin Rusların, Amerikalıların ve Özbek Lider Kerimov'un sistematik ve ardı ardına gelen ataklarıyla birlikte bu vadi kurutulmuş ve İslami hareketlerden arındırılmıştır. Burada küçük ve büyük çaplı çatışmalar olmuştur. Rusya eski mevzilerini geri almak için ikili bir dil ve siyaset izlemiştir. Bir taraftan İslami hareketlerle mücadele etmiş diğer taraftan da komşu ve civar ülkelerin içişlerine karışmak ve müdahale etmek için onları korkuluk gibi kullanmıştır. Bu korkuyu 11 Eylül'e kadar Ruslar ve ardından da Amerikalılar bölgeye girmek için kullanmıştır. Fergana'da başlayan bu mücadele yeni fasıllarla 11 Eylül akabinde Afganistan ve son sıralarda da Pakistan'da devam etmektedir.
Pakistan'ın Fergane Vadisi de Swat Vadisi'dir. İki milyona yakın insanın yaşadığı bu vadide Sufi Muhammed ve benzerleri İslam hukukunun tatbiki için mücadele etmektedirler. Bunlara da Pakistan Taliban'ı denmektedir. Afganistan Talibanı'na bir de Pakistan Taliban'ı eklenmiştir. Esasında bunun nedeni 11 Eylül'den itibaren veya 1989 yılından beri devam eden Amerikan politikalarıdır. ABD'nin hayatiyet alanı İslam dünyasıdır. Bu dünyanın ayağa kalkmasını istememektedir. Bu ayağa kalkışı da iki mesele temsil etmektedir. Birincisi kimlik olarak İslam'a ve İslam hukukuna dönüş. Yani kökleriyle buluşma. İkincisi de bu kimliğin muhafazasında stratejik olarak çekirdekli silahlara sahip olmaktır. ABD'de hangi yönetim gelirse gelsin bir şekilde İslami engelleme politikası devam etmektedir. Madliene Albright'ın 1998 veya 1999 yılında Taliban'la ilgili söylediğiyle bilahare Condoleezza Rice'ın söyledikleri ve en son olarak Hillary Clinton'ın sözleri ve söyledikleri arasında milim kadar fark yoktur. Bu politikaların tamamı İslam dünyasını zayıflatmaya matuftur. Soğuk Savaş döneminde İslam dünyasına payanda olma siyasetlerini de bırakmamışlardı. Daha doğrusu o zaman da İslam dünyasına açılma siyaseti Tel Aviv üzerinden yürütülüyordu. Bundan dolayı Müslümanlarla ABD hiçbir zaman tam olarak dost ve ortak olamadı. Hep geçici bir beraberlik olarak kaldı. Soğuk Savaş döneminde Afganistan'daki gibi Müslümanları Rusya'nın elinden kurtarmaya çalışan ABD bilahare onları yeniden Ruslara kendi eliyle teslim etmiştir. 1040 kadar nükleer başlığın Kazakistan'dan Rusya'ya teslimin arkasında bu politika vardır. Afganistan'ı Ruslara yar etmek istemese de netice itibarıyla Orta Asya politikalarında Müslümanlara karşı Ruslaştırma ve Rus menfaatlerini desteklemiştir.
Rüzgar eken ABD şimdi fırtına biçiyor lakin hala akıllanmış değil. Hala ABD'nin ideolojik takıntıları gerçek menfaatlerini görmesine engel teşkil ediyor. Manas'taki üslerinden atılmakla karşı karşıya kalmasına rağmen ABD Ruslar karşısında Müslümanları kerhen ve taktik gereği desteklemiş ve en zor zamanlarda da onları yüzüstü bırakmıştır. Şimdi Orta Asya politikasını Pakistan'a taşımak istiyor. İngiliz ve Amerikalılara göre, Batı'nın yüz yüze kaldığı en hayati ve ölümcül tehdit Pakistan ve civarında yatmaktadır. Onlar için ne Rus ne de Çin. Varsa yoksa İslam dünyası. Neden? İslam hukukunu uygulamak istiyorlar ve artı nükleer güç olma istidadındalar. Peki, Pakistan gibi mimli ülkelerin Batı ile dost olması için ne yapması lazım? Düşmanını sevmesi ve halkına düşman olması lazım. Tanzimattan beri bize dayatılan politika budur. Yani Hindistan'da veya onun uzantısı olan Karzai yönetimiyle dost olmalı buna mukabil düşmanlarını kendi içinde aramalı ve gerekirse Müşerref döneminden beri devam eden düşük yoğunlukta iç savaşı devam ettirerek kendini tüketmeli ve sonunda dağılmalı. Ralph Peters planı işlemeli. Pakistan Bilimler ve Teknoloji Bakanı Muhammed Azzam Han siyah derili adam Obama'nın Bush'dan devralma politikasını böyle özetliyor. Bu politika, AİPAK kurguludur ve nitekim Lieberman birincil tehditlerinin AFPA bölgesinde temerküz ettiğini söylemiştir. Muhammed Azzam Han'a göre ABD, Pakistan ordusunu ve istihbaratını zayıflatarak Pakistan'ı bölmek ve parçalamak istemektedir. Ve Müşeref'ten daha zayıf ve dirayetsiz olan Zerdari'yi Swat Vadisi'nde Taliban'a karşı kışkırtarak ve daha önce Şubat ve Mart aylarında varılan anlaşmayı bozdurarak Pakistan'ı tüketmek ve muhtemel bir yıkıma sürüklemek istemektedir. Bombay saldırıları da bu planların tam göbeğindedir. Kısaca ABD'nin Kaide'ye karşı zaferi galiba Pakistan'ı yok ederek gerçekleşecektir. Fakat o çocuk suratlı ve Emrah yüzlü Obama kendisine pek fazla da güvenmesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.