Siyaset ateşten gömlek
Merhum Adnan Menderes 27 Mayıs darbesini önleyebilir miydi?.. Önleyebilirdi ama gaflet etti, istihbarata önem vermedi, kendine çok güvendi. Halk beni tutuyor, partimi tutuyor, bize bir şey yapamazlar dedi ve ansızın tepetaklak oldu.
Merhum Turgut Özal, Menderes'ten daha ihtiyatlı, daha kulağı delik, daha tedbirli idi. Başına darbe felaketi gelmedi ama zehre kurban oldu.
Malaparte "Darbe-i Hükümet tekniği" adlı kitabında şu tezi savunur: İyi hazırlanan, iyi uygulanan her darbe başarılı olur... Bir hükümet iyi tedbir alır, iyi bir istihbarata sahip olursa her darbeyi akamete uğratır.
Politikacıların çoğunluğu geleceği göremez ve sezemez. İktidar sarhoşluğu başlarını döndürmüştür. Kendilerine çok güvenirler, kendilerini destekleyen halka çok güvenirler. Gerekli istihbaratı yapmazlar, gerekli tedbirleri almazlar.
Sultan Vahidüddin sıradan bir politikacı değildi ama padişahtı. Onun da, ağabeyi Sultan Abdülhamid gibi ince bir siyaset takip etmesi gerekirdi. Lakin gerekli istihbaratı yapmadığı, yanlış atlara oynadığı için saltanatını kaybetti.
Kızını Paşa'ya vermeliydi.
Madem ki vermedi, onu o vazife için seçmemeliydi.
Politika dünyanın en acımasız mesleğidir. Hele Türkiye'de...
Sultan Abdülhamid, o dâhiyâne siyaseti ile 33 yıl iktidarda kaldı. Nihayet o da düştü. İsteseydi Hareket Ordusu'nu darmadağın edebilirdi ama keşif ve keramet sahibi olduğu için bu yola girmedi.
Müslümanlar 1908'den bu yana akıllı, firasetli, başarılı ince bir siyaset yapamadı.
1924'te Hilafet'in kaldırılması teklifi Büyük Millet Meclisi'nde üç sarıklı hoca tarafından verilmiştir.
Nice hoca sarık ve cüppelerini atmış, sakallarını kazımış ve Kemalist olmuştur.
Müslümanları yıkan, futbol kulübü tutar gibi siyaset yapmalarıdır.
Siyaset büyük kültür isteyen bir iştir.
Kaliteli siyaset vardır... Yüksek siyaset vardır... Kalitesiz, berbat, rezil siyaset vardır.
Türkiye Müslümanları kaliteli, yüksek, ince siyaset yapmazlarsa kurtulamazlar.
Su uyur, düşman uyumaz... Siyasette vefa yoktur... Siyaset çok acımasızdır... İstihbaratsız ve tedbirsiz siyaset olmaz... Makyaveli okumadan siyaset yapılmaz... Kelile ve Dimne adında eski bir kitap var. Büyükler için yazılmış hayvan hikayeleri; siyasetçiler onu okusunlar. La Fontaine masalları da öyle. Çocuk masalları değil, büyükler içindir o masallar.
Adem-i itimad siyasetin ana maddesidir.
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe.
Siyaset ateşten gömlek.
Bu gömleği giyene şaşılır.
Maaşına, avantasına rantına tama' ederek milletvekili olan kişilerden millete fayda gelmez, bol bol zarar gelir.
Yazı yasağı kaldırılmalıdır
Yeniden Osmanlıca'ya, Kur'ân/İslâm yazısına dönülsün... Böyle bir şey isteyen yok. Bendeniz, bu halkın, bu devletin, bu ülkenin bin yıldan fazla kullanmış olduğu "Eski Yazı" üzerindeki yasakların, tabuların kalkmasını istiyorum ve bu isteğim de gayet doğru, isabetli ve haklıdır. Eski alfabemiz üzerindeki yasaklar insan haklarına ve millî menfaatlerimize aykırıdır, son derece zararlıdır.
Bu ülkede Türkçe'yi Grek harfleriyle, Ermeni alfabesiyle, Kril yazısıyla, şu veya bu yazı sistemiyle yazmak, bu yazılarla yayın yapmak serbest midir? Serbesttir. Peki niçin bin yıl kullandığımız İslâm yazısıyla Türkçe yayın yapmak yasaktır?
Bu yasak kaldırılmalıdır artık.
Bendeniz istersem, başarabilirsem bu yazı ile küçük bir gazete, küçük bir dergi, risale, kitap bastırabilmeliyim. Bir Türkiyeli olarak bir insan olarak, bir Müslüman olarak bu benim en tabiî hakkımdır.
Sabataycı vatandaşlarım böyle bir şeyi istemezlermiş. Onların bana baskı yapmaya hiç hakları yoktur.
Böyle bir şey Atatürkçülüğe aykırı olurmuş... Olmaz... Niçin olmaz? Anlatayım:
Atatürk devrinde Arapça hakikî Ezan, Ezan-ı Muhammedî okunması yasaklanmıştı. 1950'de Demokrat Parti iktidar olunca bu yasak kaldırıldı. Celal Bayar Atatürk'ün en samimî arkadaşı ve takipçisi idi.
Atatürk Mason localarını kapattırmıştı. 1947'de, Millî Şef İsmet Paşa zamanında localar tekrar açıldı.
Ezan ve Masonluk konusunda iki büyük inkılaba son verildi. Yazı konusunda da yasaklar kaldırılabilir.
Atatürk'ün realpolitikleri miadlıdır. Ebediyete, sonsuza kadar geçerli değildir.
Latin yazısı kabul edilip, İslâm yazısı yasaklandığı vakit zaten her okur-yazar Türkiyeli "Eski yazıyı" biliyordu.
Artık onlar Rahmet-i Rahman'a kavuşmuştur. Yazı konusunda ortada büyük bir boşluk ve kopukluk vardır. İşte bendeniz bu kopukluğun giderilmesini istiyorum.
Türkiye Müslümanları kültür bakımından yeterli ve vasıflı olsaydılar bu iş zaten şimdiye kadar çoktan halledilmiş olurdu.
Yurt çapında binlerce Osmanlıca kursu açılırdı ve milyonlarca istekli vatandaşa ve gence bin yıllık millî yazımızla okumak ve yazmak öğretilirdi.
Tekrar ediyorum, bin kere tekrar ediyorum: Osmanlıca İslâm yazısı bizim millî yazımızdır. Niçin millî yazımızdır? Çünkü biz bu yazıyı bin yıldan fazla kullanmışızdır, işlemişizdir.
Bazıları, hayır bizim yazımız Köktürk, Orkun yazısıdır diyor. Onlar, millîlikte İslâm yazısının yanında çok geride kalırlar, çünkü İslâm/Kur'ân yazısı kadar kullanılmamıştır.
Devlet arşivlerimizde Köktürk yazısıyla belge var mıdır? Orkun yazısıyla belge var mıdır?
Latin/Frenk yazısı Millî Türk yazısı ise Osmanlı yazısı bin kere, milyon kere daha millîdir.
Yazı medeniyet demektir, kültür demektir. Lisan da öyledir. Bir toplum bin yıllık yazısını bilmiyorsa, edebî-kültür lisanını bilmiyorsa cahil ve geri kalmış demektir.
Sabataycılar ve benzetilmişler artık lisanımızdan, yazımızdan ellerini çeksinler.
Tevhid-i tedrisat baskıları kalkmalı ve Müslümanlara Tevhidî tedrisat izni verilmelidir.
Bırakın bu milletin içindeki çeşitlilikler, hizmet hususunda, kaliteli Türkiyeli yetiştirmek konusunda, eğitim hususunda birbirleriyle müsabaka etsinler, yarışsınlar.
Türkçemiz tarih boyunca on küsur alfabe ile yazılmıştır. Osmanlılar zamanında, Osmanlı Ermenileri Ermeni alfabesiyle Türkçe kitaplar, dergiler, gazeteler yayınlamıştır. Karaman Rumları Grek alfabesiyle Türkçe yayın yapmışlardır. Kırım'daki Musevî Karay Türkleri İbranî yazısıyla Türkçe yayın yapmıştır.
Bırakın biz Müslümanlar da Türkçemizi istediğimiz alfabe ile yazalım, yayın yapalım.
Devletin resmî yazısı yine Latince olsun ama bin yıllık yazımıza da yasak konulmasın. Ben devlete, resmî makamlara vereceğim dilekçeyi Osmanlıca yazacak değilim.
Yirminci asırda Türkçe üç alfabe ile yazılmıştır: İslâm harfleriyle... Kiril harfleriyle... Latin harfleriyle...
İnsan haklarına saygılı ve bağlı demokratik bir düzende yazı konusunda baskı yapılamaz. Bu konudaki tabulara, zorlamalara son verilmelidir.
Bilmek ayıp değildir, suç değildir. Bilmemek ayıptır.
İslâm yazısının serbest bırakılması kültürümüze zenginlik getirecektir.
Sabataycı vatandaşlarımız ve onların kendilerine benzettikleri sosyolojik Müslümanlar artık yasakçılığı bıraksınlar, hürriyetçi olsunlar.
Sevgili Türkçemiz bugünkü fakir, arı, duru, sade, öz, zayıf, yozlaşmış şeklinden kurtulup zenginleşmelidir. En zengin, en güzel Türkçe 1920'lerin Türkçesidir.
Müslümanlara sesleniyorum: Bin yıllık Osmanlıca yazıyı bu yaz öğreniniz. Bunu öğrenmek hiç de zor değildir. Kur'ân okumasını bilen orta zekalı bir kimse bilemediniz bir saatte söker, sonra ömür boyu ilerletir.
Kur'ân okumasını bilmeyenlerin önce Kur'ân alfabesini, Kur'ân'ı okumayı öğrenmesi gerekir. Sonra Türkçe'ye geçer.
Kur'ân okumasını bilen bir kimseye kısa zamanda Osmanlıca okutamayan öğretmenin metodu zayıf demektir.
Bu yazdıklarım tecrübe edilmiştir.
Başlayacak olanlara başarılar diliyorum.
Öğrenmeyen Müslümanlara da Allah akıl fikir versin. Âmin