Uğur Dündar olayı... Anlamayanlara yine anlatalım!
Marko Paşa’yı herhalde bilirsiniz... 1824’te doğup, 1888’de İstanbul’da ölen “Rum asıllı Osmanlı hekimi”dir... Ana Britannica adlı ansiklopedi; onun, “çözemeyeceği sorunları bile dinlemesiyle ünlü” olduğunu yazar... İşte bu yüzdendir ki; “Anlat derdini Marko Paşa’ya” sözü dilimize bir deyim olarak girmiş ve halen de yaşamaktadır... Gerçekten de; Marko Paşa, “dertleri” dinler ama “çözüm” de bulamadığı için; “Eee, sonra!” deyip, muhatabının derdini yeni baştan anlatmasını istermiş!.. Muhatabı anlatır, o yine “eee sonra!” der, yine başa döndürürmüş!.. Eee, sonra, sil baştan!.. Eee, sonra, sil baştan!..
Bu girizgâhı yaptık ki; şu günlerde bizim de başımız “bir türlü lâf anlatamadığımız” Marko Paşa’larla dertte... Meğer, ortalık “Marko Paşa”larla doluymuş da haberimiz yokmuş... Anlatıyoruz, anlatıyoruz ama onlar bir türlü anlamak istemiyorlar... Ya da; “işlerine gelmeyen kısımlar” için, “orası bize lâzım değil” deyip, olaya “işlerine gelen” pencereden bakmayı tercih ediyorlar!..
Ama biz; “Marko Paşa”lar anlamak istemese de, “sabırla anlatmaya” devam edeceğiz!..
ETÖ İDDİANAMESİ’NDE NE VARDI?
Efendim, olayı biliyorsunuz... Tansu Çiller döneminde Öncü Gazetesi ve BTV Televizyonu’nun Haber Müdürü olan İlhami Yangın adlı gazeteci, şu anda “Ergenekon sanığı” olan bir başka gazeteciye, evet Güler Kömürcü’ye, 28 Eylül 2005 tarihinde bir “e-posta” göndermiş...
Orada, özetle demiş ki;
“BTV kanalında haber müdürü olarak göreve başladım. Ama bu Özer Çiller çok küfürlü haberler yaptırmak istedi. Bize küfür ettiriyor. Bir müddet sonra yöneticilikten ayrıldım. Baktım, ismim künyeden silinmemiş. Bütün mahkemeler bana açılıyor. Uğur Dündar’a haber yolladım, ‘bana mahkeme açma’ diye. Tuncay Özkan (o sıralar Arena’da çalışıyordu) hemen araya girerek görüşmek istedi. Görüştük, ‘Arena’ya çıkmamı teklif etti. (Adam çıktı anlattı)
Ayrıca, Uğur Dündar ve Aydın Doğan ile ilgili elimde ciddi belgeler, resimler vardı. Mesela, Uğur Dündar’ın aile ilişkileri. Karısının sürekli Brezilya’ya gidişi...”
İşte bu ifadelerin, “Ergenekon Terör Örgütü” hakkında hazırlanan “ikinci iddianame”de yer alması üzerine; nedendir bilinmez, Uğur Dündar hop oturdu, hop kalktı!..
Kızdı-köpürdü, bağırdı-çağırdı!..
“HATTA İNTİHAR BİLE EDERİM!”
25 Mart 2009 günü çıktığı Star TV’nin ana haber bülteninde; doğrudan “Ergenekon savcıları”nı hedef alıp, dedi ki;
¥ “Bize birisi iftira atarsa, biz bunun hesabını yargıda sorarız. Benim eşim, evlendikten sonra hiçbir zaman tek başına yurtdışına çıkmadığı gibi, hayatında Brezilya’ya gitmedi. Birisi çıksın, evliliğimiz döneminde eşimin Brezilya’ya gittiğini ispat etsin ben şu dakikada görevimi bırakacağım. Hatta intihar bile ederim.”
¥ “Bu yargı bizim yargımız, yargımızın sayın değerli savcıları, Ergenekon iddianamesini hazırlayan savcılar, bugün benim onuruma, şerefime, aile namusuma maalesef kurşun sıktılar.”
¥ “Ben, sayın Başbakan’a sesleniyorum. Sayın Başbakan’ın temiz olduğuna inandığım yüreğine sesleniyorum. Sayın Başbakan, Emine Hanım’ın sık sık Brezilya’ya gittiğine dair, bir yerde hele bir savcı vasıtasıyla size bir iftira atılsa, aile namusunuz karalanmak istense ne yaparsınız?
Sayın Adalet Bakanı, dürüstlüğüne her zaman inandığım ve dürüst olduğunu her zaman söylediğim Sayın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, sizin eşinize böyle bir çamur atılsa, sizin aile namusunuz, çocuklarınızın namusu karalansa ne yaparsınız?
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Aykut Cengiz Engin, size sesleniyorum. Bunun altına nasıl imza atar bir savcı? Nasıl? Sayın Turan Çolakkadı size sesleniyorum. Hakimler ve savcılara, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na. Vicdanı nasırlaşmamış, cesareti prangalanmamış bütün hukuk adamlarına sesleniyorum. Birisi bizim namusumuzla oynarsa, bunun hesabını yargıda sorarız. Ama yargı, bizim namusumuzla oynarsa ne yapacağız? Varın gelin öldürün.”
Bu kadar kızacak, köpürecek ne vardı, hiç kimse anlayamamıştı! Uğur Dündar, millete “bir şeyler anlatmaya” mı çalışıyordu, yoksa milletten “bir şeyler gizlemeye” mi?.. “Çiğ” mi yemişti ki; “karnı ağrıyor”du?.. Bir “yara”sı yoksa neden bu kadar “gocunuyor”du?..
Gerçekten yüreği mi yanıyordu,
Yoksa “rol” mü yapıyordu!..
Öyle ya;
Herkesin eşi, her zaman yurt dışına çıkabilirdi!.. Mecburiyet hasıl olunca, “yalnız” da gidebilirdi... Ya da; yanında “bir yakını” da bulunabilirdi!.. Bu, hiç kimseyi ilgilendirmezdi!..
İyi ama;
Bunda büyütecek, kızacak, köpürecek ne vardı ki, Uğur Dündar bu kadar öfkelenmişti!?!..
“Şov” mu, “gerçek” mi olduğunu pek kestiremediğimiz bu “canlı yayın”da ilgimizi çeken bir tek husus vardı, o da “İntihar bile ederim” cümlesi!..
PATRONU DA ÖYLE DERDİ!
Bizler gibi, sizler de bu cümleye “aşina” olmalısınız... Hatırlarsınız; “Uğur Dündar’ın patronu Aydın Doğan” da, kendisi hakkında iddialar ortaya atıldığında; hemen ekranlara fırlar veya demeci patlatır, şöyle derdi:
“Kendimi Taksim Meydanı’nda asarım!”
Gelin, görün ki; iddialar “belgelerle ispat” edilmesine rağmen, Aydın Doğan; ne Taksim’e çıktı, ne de dediğini yaptı!..
Haa hemen söyleyelim: Biz, hiç kimsenin “intihar” etmesini istemeyiz... Çünkü biz; “öldürmeyi” değil, “yaşatmayı” emreden bir “din”in mensuplarıyız... Dolayısıyla Aydın Doğan’ın da, Uğur Dündar’ın da yaşamasını isteriz!..
Yalnız, “atalarımız”ın bir sözünü hatırlatmadan geçemeyiz... Malûm, atalarımız; “Büyük lokma yut, büyük lâf etme” demişler!.
Uğur Dündar, o akşam “çok büyük bir lâf” etti ve dedi ki;
“Benim eşim, evlendikten sonra hiçbir zaman TEK BAŞINA yurt dışına çıkmadığı gibi; hayatında Brezilya’ya gitmedi... Birisi çıksın, evliliğimiz döneminde eşimin Brezilya’ya gittiğini ispat etsin, ben şu dakikada görevimi bırakacağım!.. Hatta intihar bile ederim!”
İşin sırrı, işte bu cümledeydi!..
“Tek başına” ve “intihar!”
Uzatmayalım... Uğur Dündar’ın eşinin “tek başına” ve hem de “defalarca” yurt dışına gittiğini “tarih tarih” koyduk ortaya!..
Sonra da dedik ki;
“Kendini asma, cevap ver!”
TELEVOLE DE DEĞİLİZ, PAPARAZZİ DE!
Söyleyin Allah aşkına;
Sizlerin de okuduğu o haberde, Uğur Dündar’ın eşi Yasemin Baradan’ın “onur”unu kırıcı veya “tek başına yurt dışına çıkması”ndan dolayı karalayıcı ya da “uygunsuz bir işe bulaştığı”nı ima edeci tek kelime var mıdır?..
Bizim muhatabımız kesinlikle Yasemin Hanım değildir... Bizim muhatabımız, sürekli “dürüst”lüğünü öne çıkaran Uğur Dündar ve ettiği “büyük lâf”tır!..
Açıkçası, “yalan”ını ortaya çıkarıp, “test” etmek istedik kendisini!.. Ama gördük ki; ne Uğur Bey, ne de “yandaş”ları ve “maşa”ları; “ortada kuyu var, yandan geç” misali, hiç oralara gelmiyor, belki de “kasıtlı” olarak “kadının onuru”nu öne çıkarıyorlar!..
Evet hem çarpıtıyorlar, hem saptırıyorlar!..
Daha da açıkçası; “sap” ile “saman”ı, “şap” ile “şeker”i birbirine karıştırıyorlar!..
Altını kalın çizgilerle çizi çize, bir defa daha diyoruz ki;
Bu gazete, hiç kimsenin “özel hayatı” ile ilgilenmez... Kim nereye gitmiş, kim kiminle berabermiş ya da nerede ne yapmış, bizi hiç ilgilendirmez!.. Onların “yaşam biçimleri”nin nasıl olduğunu zaten biliyoruz... Evet biz “özel yaşam”la ilgilenmiyoruz... Çünkü biz “Televole medyası” değiliz!..
Bizim muhabirlerimiz de, birer “Paparazzi” değillerdir!.. Bu işleri, “kendileri” çok iyi bilir!.. Bizim muhabirlerimiz, “gazetecilik” yapar!.. Hem de, “araştırmacı gazetecilik!”
Lâf aramızda, bizim muhabirleri “tahrik” eden, argo ifadesiyle, gaza getiren Uğur Dündar’ın kendisi oldu!.
Uğur Dündar o lâfı etmeseydi, yani “tek başına” ve “intihar” ifadelerini kullanıp, bir de “hodri meydan” çekmeseydi, bizim muhabirler hiç “araştırma”ya girişmeyecek ve belki de “çıkış-giriş listesi”ne hiç ulaşamayacaklardı!..
Tekrar edelim;
Argo ifadesiyle “kaşınan” Uğur Dündar oldu... Hakkında “araştırma” yapılmasını, bir anlamda kendisi davet etti!..
YA YALANLA, YA BAĞIRMAYI KES
“Yaldız”ları dökülüp, “makyaj”ları akınca, yani “foya”sı ortaya çıkınca da, başladı saldırmaya!..
Neymiş, bu bir “iftira” imiş!.. Bu bir, “namus ve haysiyet cellatlığı” imiş!..
Bu “ayak”ları bırakın Uğur Bey!..
Koktu bu ayaklar!..
Bu numaralar bayatladı!..
Böyle “ucuzculuk” yapacağına, çıkarsın ekranlara ve dersin ki; “Vakit’in yayınladığı listenin gerçekle ilgisi yok!.. Bu liste yalandır, uydurmadır!”
İşte o zaman, biz de başımızın çaresine bakar, eğer varsa “listenin aslı”nı yayınlamanın derdine düşeriz!..
Ama sen Uğur Bey!.. Sen, “yandaş”ların ve “maşa”ların, “listeyi yalanlamak” yerine, dediniz ki;
“Yasemin Baradan’ın, yanında eşi Uğur Dündar olmadan yurt dışına çıkması neden mesele yapılıyor?”
İşimiz bu... Böyle “Marko Paşa”lara döne döne anlatmak, boynumuzun borcu...
Tekrar tekrar söyleyelim:
Hedef saptırmayın!..
Olayı çarpıtmayın!..
Bizim haberimizin Yasemin Baradan’la hiçbir ilgisi yok... Yurt dışına “tek başına” gitmiş veya yanında birileri varmış, bizim hiç umurumuzda değil!.. Nereye gittiği ve orada ne yaptığı da umurumuzda değil!..
Bizim derdimiz;
Uğur Dündar’ın ekranda çektiği “Hodri Meydan”a cevap vermek ve onun “dürüst”lüğünü “test” etmekti!..
Umarız, bu defa derdimizi anlatabilmişizdir “Marko Paşa”lara!..
Heeyy M.Yakup Yılmaz efendi!..
Heey Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve heyyy “Türk Time”ın sahibi Talat Atilla!..
Şimdi anladınız mı, haberin amacını?..
Eğer yine anlamadıysanız;
Tekrar anlatırız... Siz anlayana kadar!..
========
Sapık olan kim?
Hürriyet yazarı M.Yakup Yılmaz, Uğur Dündar’la ilgili haberimiz üzerine, dün şunları yazmış:
“VAKİT Gazetesi dün Uğur Dündar ve eşine ait yurtdışına çıkış ve yurda giriş tarihlerini yayımladı... Evli bir kadının yurtdışına tek başına çıkmasında nasıl bir kötülük olduğunu bilmiyorum. (...) İşin bu kısmıyla ilgili değilim. Bu tiplerin kafalarının içinin sapıklıkla dolu olduğunu, başı açık bir kadın gördüler mi kendilerinden geçtiklerini ve o nedenle bu tiplerin çevrelerindeki kadınların sıkı sıkıya örtünmelerini bu nedenle çok doğru bulduğumu söyleyeyim sadece.”
Hani, derler ya... “Bak şu konuşana!” Şimdi, soralım Bay M.Yakup Yılmaz’a: “kafalarının içi sapıklıkla dolu” olan biz miyiz, yoksa siz mi?.. “Başı açık kadın” gördüğünde “kendinden geçen” biz miyiz, yoksa “sen” mi?..
Evet, “sen” misin?..
Akşam gazetesi yazarı Tuğçe Tatari’nin yazdığı, Post Medya adlı internet sitesinin de “fotoğraf”ını yayınladığı olay neyin nesiydi Bay Yılmaz?..
Bir “gece kulübü”nden “elele” çıktığın ve “senin kızın yaşlarında” olan kız, neyin olur?.. Dedikleri gibi; “sevgilin” mi, “kız arkadaşın” mı, yoksa “metres”in mi?..
Hadi, söyle:
“Başı açık bir kadın” gördüğünde “ağzının suyu akan” kimdir?!?..
“Gece Kulübü”nden çıkan biz miydik yoksa?..