Yasak Kınanır Ya Haramlar?
Çağdaşlık ve laiklik iddialarıyla dini kamusal ve sosyal hayattan dışlayan, bütün bir toplumsal yapılanmada dini devre dışı bırakan bir insan veya sistem, mesela sigara, alkol, kumar, faiz gibi haramların, hatta kısmen de olsa zina, eşcinsellik, sevicilik, homoseksüellik gibi normal fıtrata aykırı cinsel sapmaların yer yer zararlı olduğunu kabul etse bile, bunların mesela bir uyuşturucu gibi yasaklanmasını şiddetle reddeder.
Üstelik bunları “kınanmayı gerektiren birer çirkin, ayıp, birey ve toplum açısından zararlı ve yasaklanması gereken davranışlar” görmeyi, “bireyin tercihlerine ve özgürlüğüne saygısızlık” kabul ederek, “gericilik ve yobazlık” diye niteler ve aşağılar. Bunları zararlı düşünceler ve inançlar” olarak değerlendirir.
İş o dereceye varmıştır ki, bugün Müslümanlar içki, kumar, fuhuş, müstehcenlik, homoseksüellik veya lezbiyenlik aleyhine konuşamaz olmuşlardır. Laik ve demokratik bir ülkede bunların aleyhinde konuşmak, “bireysel özgürlüleri tanımamak” olduğu kadar, aynı zamanda “insan haklarına ters düşmek” anlamına da gelmektedir. Bu ise en azından “kınanmayı” gerektiren bir ayıptır.
Bu saydığımız işlerin İslam dininde kesinlikle haram olduğunda bir şüphe var mıdır?
Hayır!
Bunlar, yani içki, kumar, fuhuş, müstehcenlik, homoseksüellik, lezbiyenlik… kesinlikle Allah’ın yasakladığı, yapanları kınadığı ve hem dünyada, hem de ahirette ceza ile tehdit ettiği, uyardığı, korkuttuğu haramlardır.
İşin bir başka yönü de akaidi ilgilendirmektedir. O da şudur: İslam’ın kesin delilleriyle haram kılınmış bir günahı haram saymamak, haramlılığını inkar etmek, bir müslümanı kesinlikle dinden çıkarır ve “mürted” eder. Bunda şüphe yoktur. Zaten bunda şüphe etmek de inanç açısından tehlikelidir.
Bir Müslüman bireysel olarak bu haramları yapmadığı gibi, bu zararlı, kötü ve çirkin haramların toplumda olmaması için, gücü yettiğince eliyle, diliyle, malıyla, kalemiyle mücadele etmelidir. Varsa yapanları cebir ve şiddete varmayan uygun yöntemlerle engellemeye çalışmalıdır.
Engelleyemiyorsa bari fitneye meydan vermeyecek şekilde münasip bir dille uyarmalıdır. Bunları yapmak dini bir görevdir. Bu göreve “emr-i maruf, nehy-i münker” denir.
Buna bile gücü yetmeyenler, hiç olmazsa o kötülüklerden yüz çevirmeli ve yapanlara kalbiyle tavır koymalı, surat asmalıdırlar.
Yani onlara yaptıkları haramlar yüzünden sevgiyle yanaşmamaları, soğuk davranmaları gerekir. Bunun sebebinin de neden kaynaklandığını onlara hissettirmeleridir. Hatta tebliğ amacının dışında onlarla ilişkileri mümkün mertebe kesmeleri gerekir.
Gücü yettiği halde bunları yapmamak, Allah sevgisini kaybettiren, ibadetlerin ve duaların kabul olunmamasını gerektiren, toplumsal bozulmalara ve çürümelere sebep olan, kurunun yanında yaşı da yakan bir vebal ve günahtır.
Buna ister “kamuoyu baskısı” deyin, ister “mahalle baskısı,” gerçek budur. Birileri bizi kınayacak diye, bu gerçekleri inkar edecek değiliz. Üstelik bize göre bu baskı, çok yararlı ve yasal bir baskıdır ve onların tabiriyle aslında demokratik bir haktır da.
“Yüzde doksan dokuzu Müslüman” denilen bu ülkede, bu dediğim gerçekleri, İslam’ın bu temel ilkelerini, “yüzde kaç” kabul eder acaba?
Bir başka deyişle, “mihenk taşına” vurursak, Müslümanların sayısı yüzde kaça düşer acaba? İşte büyükler bu çağa “imanı kurtarma asrı” diye bunun için demişlerdir, değil mi?
Hadi yine ayıklayın bu pirincin taşını eğer başarabilirseniz…