Yine o mektup... Ya da, bu Thule de neyin nesi?
Son birkaç gündür, içimiz-dışımız Uğur Dündar oldu... Peki, Uğur Dündar çok mu “önemli”dir ki, onu dilimize doladık!.. Evet, önemli!.. Ama bir insanın “önemli” oluşu, onun “değerli” olduğu anlamına gelmez... Çünkü sizler de gayet iyi bilirsiniz ki; “künkten akan su”yun önünü tıkayan “çaput” gerçekten de “önemli” bir yerde bulunmaktadır... Ama, onun “önemli” oluşu, “değerli” olduğu anlamına gelmez... Öyle ya, nihayetinde çöpe atılacak bir “bez parçası”dır!..
Sözüm “medyadan dışarı”; şunu söylemeye çalışıyorum: “Önemli” olan bir şey, illâ da “değerli” demek değildir!..
100 BİN SAYFADAN, SADECE 3 SAYFA!
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim asıl mevzumuza... Biraz önce, “içimiz-dışımız Uğur Dündar oldu” dedim ya, alın size bir Uğur Dündar yazısı daha!.. Ama bu defa; Uğur Dündar, “zurnanın son deliği” mesabesinde... Yazının ana konusu “Thule” ile ilgili!..
Biliyorum, “Bu Thule de ne?.. Bu da nereden çıktı?” diye soruyorsunuz!..
“Thule”ye geçmeden önce, bir hususu aydınlatmak istiyorum!..
Efendim, Uğur Dündar; “Eşimin veya benim yurtdışına çıkışlarımızın Ergenekon Dâvâsı’yla ne ilgisi var?” diyordu ya; haklı... Çünkü bu “gidiş-geliş”in aslında Ergenekon’la hiçbir ilgisi yok!..
Artık “kimin evinde ele geçti” ise, ele geçen “3 sayfalık metin”in de dâvâ ile bir ilgisinin bulunduğunu sanmıyorum!..
Çünkü, “baskın”larda bu tür şeyler olur... “Aranan ev” veya “oda”da bulunan “mektup” veya “yazı”lar doldurulur bir çuvala, götürülür!..
Hatırlarsınız... 28 Ekim 1999’da Akit gazetesi de basılmıştı... Hem de, “teröristlerin hücre evleri”ni basar gibi!.. “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa” bir gazete, “tam 400 polis, 2 panzer ve keskin nişancılar eşliğinde” basılmıştı!..
Ben o gün “izinli”ydim!..
Bütün “oda”lar aranmış... Sıra benim odaya geldiğinde, polisler “2-3 saat” kalmışlar odada... “Mektup”ları gözden geçirmişler, “ileride kullanmak üzere” bir kenara ayırdığımız “haber”lere bakmışlar... Tam, “arkasına yazı yazmak” için ayırdığım kâğıtları inceliyorlarmış ki; “avukatımız” girmiş devreye...
“Siz zahmet etmeyin” demiş;
“Ben bir çuval bulayım, bunları doldurayım içine!.. Hepsini götürün, Emniyet’te inceleyin!.. İşinize yarayan bir şey olursa, alın!.. İşinize yaramayanı atarsınız çöpe!.. Zaten Hasan Bey, bunları ayıklamaya fırsat bulamadığı için bu kadar birikti bu kâğıtlar!”
Sonra, kâğıtlardan bir kısmını alıp götürmüşler!.. Artık ayıkladılar mı, ayıklamadılar mı, orasını bilmiyorum...
Ama bildiğim şu ki; “Ergenekon baskınları”nda da aynısı oldu... “Bilgisayar çıktıları” filan, hepsi “çuval”lara dolduruldu, “dosya”lara konuldu!..
O dosyalarda “100 bin evrak” bulunduğundan söz ediliyor ki; Uğur Dündar’ın bağırıp-çağırmasına yol açan “3 sayfalık bilgisayar çıktısı” da bunlardan biri... Yani, “100 bin sayfa”dan, sadece “3 sayfalık” bir metin!..
Belki üzerinde bile durulmayacaktı... Ama Uğur Dündar, bunu “namus” meselesi yapınca, herkes duydu!..
Mısır’daki sağır sultanlar bile!..
Oysa, o “3 sayfalık metin”de, sadece “Uğur Dündar ve eşi”nden, ya da “Aydın Doğan”dan söz edilmiyordu!..
Daha önce de ifade ettiğim gibi;
Öncü gazetesi ve BTV Televizyonu’na 8 Nisan 1997’de Haber Müdürü olan İlhami Yangın adlı gazetecinin, bir başka gazeteci olan Güler Kömürcü’ye 28 Eylül 2005’te yazdığı “elektronik mektup”ta; “para karşılığı çıktığı Arena’da, Çiller aleyhinde yalanlar söylediği” de anlatılıyordu!..
Ama Uğur Dündar, her ne hikmetse olayın bu boyutunu “teğet” geçip, “eşiyle ilgili iddia”yı öne çıkardı!..
BU ASALA VAR YA, THULE’NİN İŞİ!
İşte o “elektronik mektup”ta, hiç gündeme getirilmeyen “Thule” adlı bir örgütten de söz ediliyordu...
İlhami Yangın’ın, Güler Kömürcü’ye yazdığı mektubu okurken, sordum kendi kendime;
“Nedir bu Thule?..”
Çünkü İlhami Yangın, mektubunda diyordu ki;
“Sana Asala’dan bahsedeceğim... Bu olay, Thule’nin başlattığı bir olaydır!.. İleride bunu sana belgelerle ispat ederim... (...) Ancak şundan emin ol ki; bu olay Thule’nin işi!.. Bende Thule ile ilgili çok geniş belgeler var!..
Ermenileri Doğu’dan alıp, Ürdün ve Lübnan’a götürmeleri neyi halletti ki?.. Evet, çoğu öldürülmüştür!.. Zohap Efendi ve Varteks Efendi... Bunlar Meclis-i Mebusan’da mebustur!..
Bunları yolda öldürtenler Thule’dir!”
Dedim ya; mektubu okuyunca, aldı beni bir merak; “Bu Thule de ne?”
Sonra “Arşiv”de kısa bir araştırma yaptım... Karşıma; 6 Eylül 2000 tarihli Milliyet’te ve 30 Ekim 2000 tarihli Sabah’ta yayınlanan haberler çıktı!..
Milliyet’in başlığı şöyleydi:
“Aziz Papa, gizli örgüt üyesi çıktı!”
Sabah’ın başlığı da şöyleydi:
“Hitler’in ardındaki Bektaşi!”
PAPA 23. JEAN DA THULE ÜYESİ!
Haberlerde, özetle şunlar anlatılıyordu:
“Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın da katıldığı Vatikan’daki törende azizlik mertebesine ulaştırılan Papa 23. Jean'ın, İstanbul'da görev yaptığı yıllarda "Illuminati" adlı gizli bir örgüte üye olduğu ve 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın Milli Birlik Komitesi'nce idam edilmesini engellemek için girişimde bulunduğu öne sürüldü.
Araştırmacı Aytunç Altındal, 27 Haziran 1992'de Milliyet'te yayınına başlayan ve bir hafta süren "Vatikan - Fener ve Bir Gizli Örgüt" adlı yazı dizisinde, gerçek adı Angelo Roncalli olan Papa 23. Jean hakkında şu iddialarda bulundu:
"Katolik Kilisesi, Katolikler'in bazı örgütlere üye olmalarını kesin yasaklamıştır. Üyelikleri saptananların aforoz edilecekleri duyurulmuştur ama bir çok kardinal, kilisenin dolaylı onayını olarak yasak listesinde en başta yer alan gizli örgütlere üye olabilmişlerdir. Venedik Piskoposu Roncalli de papalığa kadar yükselebilmiş bu tip adamlardan biriydi.
İSTANBUL’DA YER ALTI FAALİYETİ!
Roncalli, Papa 23. Jean adıyla papa olmadan önce, 'çok gizli' diye nitelendirilen bir örgüte üye yapılmıştı. Roncalli'yi üye kaydeden örgütün temsilciliğini Alman bir baron yapıyordu ve söz konusu soylu kişi, örgütün 1940'lardaki yeraltı faaliyetlerini İstanbul'dan yürütüyordu.
1960'larda Roncalli'nin mucizeleri diye tanımlanan atılımlarının gerisinde, başka ittifak ve güçlerin bulundukları belli oluyordu. Bazı yorumculara göre, Roncalli'nin Papa olur olmaz ilk yüz günde yürürlüğe soktuğu fikirler, gerçekte kendisine değil, tarihin en gizli ve fesatçı örgütlerinden birine aitti.
Söz konusu örgüt, yıllar öncesinden planladığı bu reformları gerçekleştirebilmek için uygun zaman tercihini ve şansını Papa 23. Jean'da denemişti.
Roncalli, 1934'e kadar görev yaptığı Sofya'da değil, İstanbul'da başladığı yeni görevinde bu örgüte üye yapılmıştı. Bu gizli Alman örgütü 'Thule Gesellschaft'tı ve ve adı aydınlanma anlamına gelse de, kendisi gerçekte çok karanlık olan ünlü Illuminati gizli örgütünün 1933'te kapatılmasından sonra kurulmuş yeni koludur."
BAYAR’I İDAMDAN KURTARAN, THULE!
Altındal, Roncalli ile Bayar arasındaki dostluğu da şöyle anlattı:
"1944'e kadar Türkiye'de görev yapan Roncalli, bazı seçkin dostlar da edinmiştir.
Bunlardan biri de Bayar'dı. Roncalli, Papa olmadan önce de Bayar, Türkiye'nin 3. Cumhurbaşkanı olmuştu. 1959 yazında da Bayar, Papa'yı kutlamak için Vatikan'a giden tarihteki ilk en yüksek Türk devlet adamıydı. Papa 23. Jean ile Türkiye arasında kurulan bağ, ortak düşman SSCB'ye karşı birlikte mücadeleyi öngörmekteydi.
Papa 23. Jean, eski dostu Bayar'ın sağladığı desteğe, iki yıl sonra büyük bir jestle karşılık vermişti. Yassıada duruşmaları sonunda idama mahkûm edilen Bayar, bir gece bir ziyaretçinin Milli Birlik Komitesi'ne ilettiği mesajı herhalde beklemiyor değildi. Mesajda Papa 23. Jean, tüm Hıristiyan alemi adına, Bayar'ın idamına karşı olduğunu belirtiyordu. Sonuçta komite, idam cezasını müebbete çevirdi.
Kısacası, işte bu Roncalli, dünyadaki siyasi, kültürel ve askeri hareketleri yönlendirmeye çalışan Thule Gesellschaft'ın üyesiydi."
Herhalde izaha gerek yok!..
“Thule” adlı gizli örgüt, bir gece Millî Birlik Komitesi’ne bir “ziyaretçi” gönderiyor, o da “MBK üyeleri”ne, “Bayar’ın idamına karşı olduklarını bildiren mesaj”ı iletiyor!..
Malûm, “Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edilirlerken, Celal Bayar idamdan kurtuldu!..
Evet, “Thule” sayesinde!..
HİTLER’İ ÖZEL OLARAK EĞİTTİLER!
Şimdi de, “Thule” adlı gizli örgütün bir başka icraatına bakalım...
Bu haber de Sabah’tan... “Hitler’in ardındaki Bektaşi” başlıklı haberin kaynağı yine Aytunç Altındal ve sözleri şöyle:
“Milyonlarca insanın ölümünden sorumlu olan Alman diktatör Adolf Hitler’i dünya siyasetine sokan gizli örgütün başındaki kişinin bir Türk vatandaşı olduğu, araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın son kitabı “Bilinmeyen Hitler” ile ortaya çıktı.
Bu gizli örgütün adı “Thule Gesellschaft”tı (Thule Cemiyeti) ve başındaki kişinin adı Baron Rudolf von Sebottendorff’tu.
Bu örgütün ve Baron’un dünya tarihinde önemi ise führeni (başbuğ) arayan Almanya’nın başına özel olarak eğittikleri Adolf Hitler’i getirmeleriydi. Baron ise hem bir Türk vatandaşı hem de bir Bektaşiydi! Hayatı ve gerçek kimliği tamamen sis perdesi içinde olan Sebotendorff’un ölümünün de nasıl, nerede ve ne zaman olduğu bilinmiyor.
Peki kimdi bu Baron?
Neden Türkiye’deydi? Burada ne tür faaliyetler yürüttü?
Altındal, “Kitabın en can alıcı noktalarının başında bu sorularının cevabı geliyor” diyor ve ekliyor:
‘Bilinmeyen Hitler kitabı, birçok tarihçinin belirttiğinin aksine Hitler’in ‘bir iş kazası’ olmadığını, gizli bir örgüt tarafından dünya siyaset sahnesine nasıl sunulduğunu anlatıyor.’ ”
THULE’Yİ Mİ GİZLEMEK İSTEDİ?
Bilmiyorum daha fazla “ayrıntı”ya ihtiyaç var mı?.. İşbu Thule ve başındaki “Baron”un “Osmanlı’yı yutma plânları” da var ki; olayın bu boyutuna belki ileride değiniriz...
Ama, bu “bilgi ve belge”lerden sonra; düşünmüyor değilim: Uğur Dündar, özellikle “eşini” öne çıkarıp, bu “Thule”yi gözden kaçırmaya mı çalıştı acaba?..
“Bu mektubun Ergenekon Dâvâsı’yla ne ilgisi var?” derken; bütün “Ergenekonsever”lerin yaptığı gibi, iddianameyi “sulandırmaya” veya kafaları “bulandırmaya” mı çalıştı?..
Evet, “Uğur Dündar ve eşi”nin Ergenekon’la bir ilgisi yok!.. Ama “Thule”nin var!..
Çünkü Ergenekon Terör Örgütü de;
“Thule” gibi bir “gizli” örgüt!..
Bunları yazdım ki;
Aklınızın bir kenarında bulunsun!..
===============
İllegal Konsey yine uyarmış!
“İllegal” diye diye dilimizde tüy biten Basın Konseyi; defalarca “kendilerini tanımadığımızı, ciddiye almadığımızı” söylediğimiz halde, gazetemiz Vakit hakkında, bir “uyarma” kararı daha almış!..
Ama, nasıl?.. Argun Özbek adlı biri müracaat etmiş “İllegal Basın Konseyi”ne… Ve demiş ki; “Söverken turp gibiydi” başlıklı Türkan Saylan’la ilgili haberinden dolayı Vakit’i kınayın!..
Onlar da oturmuşlar masanın etrafına, başlamışlar düşünmeye!.. Tamam, kınayacaklar da, bu başlığın neresini kınayacaklar, nasıl bir “kılıf” bulacaklar?.. Çünkü bu başlık; AİHM’in kararlarına göre “ifade özgürlüğü” kapsamında… Yani, kınanamaz!..
Ve ayrıca, bu başlık; “Hiç kimse ırkı, cinsiyeti, yaşı, sağlığı, bedensel özrü, sosyal düzeyi ve dinî inançları sebebiyle kınanamaz, aşağılanamaz” şeklindeki “ilke”yi de ihlâl etmiyor!..
“Ama” demişler, “ihlâl” yok, “incitme” var!.. Yani, Türkan Saylan’ı incitmişiz, İllegal Konsey de, bu yüzden bizi uyarmış!..
Ya, “Türkan Saylan’ın incittiği kızlar” için ne demeli?.. Onu ne kınayan oldu, ne uyaran!..
Ama olsun!.. Varsın uyarsın, varsın kınasın İllegal Konsey!.. “Kendi kendilerini tatmin eden” böyle kararlar da almasalar, varlıklarından kimin haberi olacak?.. Bırakalım, “oyun ve oynaş”larına devam etsinler!..