Yürek krizi nasıl aşılır?
Dün söyledik: Sadece ekonomik kriz içinde değil, aynı zamanda bir yürek krizindeyiz; çünkü başka milletleri taklide zorlanan milletler yürek krizine girer.
Yürek krizi en azından bir şuuraltı tortusu, bir kavram kargaşası meydana getiriyor...
“Eğri” ile “doğru” öyle birbirine karışıyor ki, zamanla “eğri”yi “doğru”, “anormal”i “normal” gibi görmeye başlıyoruz!
Mesela normalde, şu başörtüsü dayatması “normal” değil...
Şu Ergenekon olayı normal değil...
Ekranlarda izlediğimiz “sanat çevreleri”nin aşk, arkadaşlık ve evlilik serüvenleri “normal” değil...
Medya gruplarının birbirleriyle “çıkar savaşı” yapmaları neyse de bunun için gerçekleri çarpıtarak halkı kandırmaları “normal” değil...
Bu kadar kısa sürede zenginleşmek kadar, bir gecede fakirleşmek de “normal” değil...
Yıllar boyu içinde öğütüldüğümüz “ekonomik kriz” bile “normal” değil...
Bunlar “doğru” da değil; ama çoğumuza “normal” ve “doğru”ymuşlar gibi geliyor...
Çünkü anormalliklere alışmaya başladık...
“Alışma”nın ardından “kanıksama” gelecek ki, yüreğimizi tümden kaybetmeden önceki “son durak” budur!..
Şimdilik sadece “yürek krizi”ndeyiz...
Hayata neresinden bakarsanız bakınız, toplumsal bir “yürek krizi” içinde yaşadığımızı görebilirsiniz.
Biz bu “yürek krizi”ni aşmadan, ne siyasal krizleri, ne de ekonomik krizleri aşabileceğiz!
•
Peki, “yürek krizi”ni nasıl aşacağız?..
Elbette sihirli bir formül yok. Söyleyebileceklerim sıradan, aşağı yukarı herkesin bildiği şeyler...
Ama bilmek ile yapmak arasında büyük fark var.
•
Bir kere her anlamda ve her alanda duyarlı olmamız gerekir...
İnançlarımızın temel örgüsünü içimize iyice sindirebilecek şekilde kendimizi eğitip yetiştirmemiz gerekir...
Kendi olumsuzluklarımız öncelikli olmak üzere, asla “nemelazım” demeden, tüm olumsuzluklarla sürekli mücadele hâlinde bulunmamız gerekir...
Televizyona teslim olma alışkanlığımızı kırıp imanımızı şuur seviyesine getirecek eserlere yönelebilmemiz gerekir...
Ve hayata analitik (ince eleyip sık dokuyan ve hayatı özümseyen) bir gözle, dünle bugün arasında zaman zaman tarihsel karşılaştırmalar da yaparak bakıp olayları tahlile kendimizi alıştırmamız gerekir...
“Bu artıları kazanmak için neler yapmalıyız?” derseniz, hayat tarzımızı biraz değiştirmeye var mısınız?
Mesela, televizyonu mümkün olduğu kadar kapalı tutup kitabı açık tutacak akşamların sayısını artırarak değişimi başlatabiliriz...
Kültürel sohbetlere katılabiliriz...
Dostlarımızı ve arkadaşlarımızı “doğru” insanlardan seçmeye çalışabiliriz...
Kendimize öfkesiz, kinsiz, kavgasız, sevgi dolu ve kitaplı-kültürlü bir dünya kurup çevremizi kendi dünyamıza özendirebiliriz...
Daha insancıl, daha hoşgörülü, sabırlı ve tutarlı davranmayı öğrenebiliriz.
Bunları söylemek kolay, yapmak zor diyeceksiniz...
Elbette öyledir...
Ama unutmayın: Her “normal” insan hayatta karşılaşabileceği tüm zorlukların üstesinden gelebilecek kadar geniş ve gelişmiş bir donanımla dünyaya gönderilir...
“Zor”luklar karşısında pes edenler, kendilerinde var olan donatıyı ve yetenekleri keşfetmeyen, ya da keşfettikleri halde tembellik sebebiyle (günde beş-altı saat televizyon seyretmek gibi) geliştirmeyenlerdir...
Bu tipler her konuda yenilmeye ve kaybetmeye mahkumdurlar.
Şunu bilelim: Fert olarak “yürek krizi”mizi aşmadıkça, milletten sosyal krizi, Ankara’dan ekonomik krizi aşmasını beklemeyelim.
Beklersek, boşuna bekleriz.
Çare, bakanları değiştirmek değil, kendimizi değiştirmektir!
•
Deprem korkusu, savaş korkusu, terör korkusu, domuz gribi korkusu, kene korkusu, kuş gribi korkusu, deli dana korkusu!..
Dünya git gide bir “Korku İmparatorluğu”na dönüştü.
Sorumsuzca tahrip ettiğimiz kâinat bizden intikam alıyor.
En azından bundan sonrasını kurtarmak lâzım: Yeni bir duruşa, yeni bir bakışa, yeni bir görüşe; kısacası yeniden dirilişe ihtiyacımız var!
Bu da Peygamber-i Âlişan Efendimiz’i yeniden keşfetmekle mümkün olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.