Ne idüğü belirsiz Yeniçeri bozuntuları...
Başlığa aldığım ibare, 27 Mayıs askerî diktasının tepesindeki Millî Birlik Komitesi üyeleri için sarf edilmiş. Söyleyen de yine tasfiyeye uğramış bir MBK üyesi olan Alparslan Türkeş.
Malûm, darbeyi üsteğmenden başlayıp en yüksek rütbelisi albay olan 37 kişilik bir cunta gerçekleştiriyor. Sonra darbeciler kendi aralarında anlaşmazlığa düşüyor. İçinde Türkeş'in de yer aldığı 14 MBK üyesi tasfiye ediliyor. Kısaca "ne idüğü belirsiz Yeniçeri bozuntuları" lafı darbeci birine ait. Doğru bir söz mü? 27 Mayıs darbecilerini ondan daha iyi mi tanıyacağız?
Aksiyon dergisinin bu haftaki sayısı, 27 Mayıs darbesini mercek altına yatırıyor. Bu çarpıcı dosyada çok önemli tanıklıklar ve safça itiraflar yer alıyor. Erzurum'daki 3. Ordu komutanı, darbecilerin "çoluk çocuktan ibaret Yeniçeri takımı" olduğunu anlayınca frene basıyor. Kendisinden daha yüksek rütbede biri darbenin içinde yoksa, ordusu ile Ankara'ya yürüme tehdidinde bulunuyor. Telaşa kapılan MBK üyeleri, emekliliğine hazırlanan Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Aga'yı başlarına geçirip Köşk'e oturtuyorlar. Cemal Aga'nın darbe yorumu ise safiyane bir itiraf: "...Kara Kuvvetleri Kumandanlığı'nda iken bu hususta daha salahiyetli olarak ordu menfaatlerini korumağa ve bu uğurda mücadeleye devam ettim. Fakat çok şey yapamadığımı itiraf ederim, çünkü idare orduya arkasını çevirmiş vaziyette idi. Ordunun dertlerini duyan azdı ve hükümet buna hiç aldırmıyordu." Cemal Gürsel, tipik bir "kazan kaldırma" hikâyesi anlatıyor. Darbe "ordunun çıkarlarını korumak" güdüsüyle ordu içinde taraftar ve destek buluyor.
27 Mayıs darbesini, yakın tarihimizin bir felaketi olarak hatırlamamız doğal. Ama asıl bu darbenin Türk ordusunun tarihinde kocaman bir kara leke olduğunu kimse unutmamalı. En başta da askerler. 27 Mayıs darbesi Patrona Halil'in, Kabakçı Mustafa'nın kurduğu komplolardan farklı değildi. Ünlü tarihçimiz Halil İnalcık'ın naklettiği gibi, ulufe peşinde koşan Yeniçeriler gibi, maaşını az bulan subaylar tarafından desteklendi. Sivil kanatta işbirlikçiler edindi. Daha ötesi, kendisini haklı çıkartacak bir düzen tesis etti. Ordu kendi iç disiplinini ve hiyerarşisini kaybetti. Bir orgeneralin, bir üsteğmenin karşısında hazırola geçtiği bir ordunun bırakın savaş kazanması, savaşabilmesi bile mümkün değildir. Darbeyi yapanlar, Türkiye'nin savunmasının NATO'ya teslim edilmesi lüksüne dayanarak, ülkeyi korumak için kendilerine verilen silahı halka çevirme fırsatı yakaladılar. Bugün yaşadığımız bütün tersliklerin, kötülüklerin anası bu darbedir. Patrona Halil'in 1730'da Osmanlı medeniyetinin şaheserlerini yakıp yıkmaya girişmesi gibi, 27 Mayıs darbesi bu milletin asil duygularını tarumar etmiş, devletle toplum arasındaki yüzlerce yıldır devam eden bütünlüğü yerle bir etmiştir. Hâlâ 27 Mayıs'ın yarattığı bu kötü canavarlarla boğuşuyoruz.
Çıkartmamız gereken çok önemli dersler var. Bugün 26 Mayıs... Darbeden önceki gün. Halkın tek tek sandığa giderek oylarıyla belirlediği iktidarın ve Parlamento'nun son günü. Milyonların tercihine ve kararına karşı çıkan 37 adet "Yeniçeri", ellerindeki silahları halka çevirerek iktidarı bir gece baskını ile gasp etmeye hazırlanıyor. İktidar uyumamalı, halkın kendisine verdiği emanete sahip çıkmalı. Ordu hiyerarşisini işletmeli, küçük rütbeli subayların macera arayışlarına ket vurmalı. Demokrasi dışında çare arayanlar neleri gözden çıkarttıklarını fark etmeli. 27 Mayıs darbesi, bugün Ergenekon adı ile yargıladığımız silahlı çetenin 1960 modelinden başka bir şey değil. 27 Mayıs'a bugün hâlâ sahip çıkanların tamamının aynı zamanda Ergenekon'a destek verenler olması, bu yüzden tesadüf olmamalı. Türkiye, o gün bir çete tarafından teslim alındı ve hâlâ kendine gelemedi. Öyleyse çare 26 Mayıs'ta bulunmalı; askerin kendi hiyerarşisi içinde değil. O zaman, demokratik iktidarlar devletin bütün kurumlarına hükmetmeli ve darbecilik bir suç olarak tescil edilmeli.