Adalet ve hakka riayet ibadeti
Hak, ulu Allah’ın adıdır. Hak, aynı zamanda İslam dininin de adıdır. Allah kimsenin hakkını kimsede komaz. Hak er geç sahibini bulur. Hakkı ihlal edenler dünyada da peşinen cezalarını bulurlar. Yöneticilik emanetini üzerine alan hiç kimsenin, bir an olsun, bunu aklından çıkarmaması gerekir. Kimse yaptığı yiyip gedemez.
Bu yazıda, özellikle kamu adına görev alıp da bu görevin hakkını vermeyenlerin büyük sorumluluklarına işaret etmek istiyoruz.
Farz edelim ki, bir kimse belediye başkanı seçildi. Seçildiği andan itibaren ağır bir sorumluluk altında olduğunun şuuru içinde olmalıdır. Şöyle ki, bir göreve atama yaparken önüne gelen dilekçe sahiplerinden her birini yakın akrabası; babası, annesi, kız kardeşi, kardeşi, arkadaşı, hısımı ve akrabası gibi görmeli ve bunun gereğini bu bakış açısı içinde yerine getirmelidir. Görevler belediye başkanının mülkü değildir ki, keyfine hareket ederek bunları dilediğine versin, dilemediğinden engellesin…
Kamuya ait olan bir göreve atama yapmadan önce kişileri seçerken, insanlar arasında eğer zerre kadar bir ayırım yapılırsa bu, onların hakkının kendilerinden engellenmesi anlamına gelir. Böyle bir hak engellemesini yapanlar, başkalarına zulmetmiş olurlar; dolayısıyla tövbe etseler de hak sahiplerinden helallik almak zorundadırlar. Değilse ebedi olarak hak altında kalmış olurlar.
Boynuzsuz koyunun boynuzlusundan hak talep edeceği Kıyamet gününde, hiç şüphe yoktur ki, bunun hesabı verilecektir. Âhiret inancının gereği de bunu düşünmek ve ona göre hareket etmektir.
Hakka ve hukuka riayet etmeyenler âhiret inancı son derece zayıf olanlardır. Böyle bir düşünceye sahip olmayanlar âhiret inancından yoksun olurlar. Âhirete inanmayanların ise İslami imana sahip olamayacakları aşikârdır.
Kıyametin, gerçek olduğuna kesin olarak inanan ve Allah’ın huzurunda hesap vereceğinin şuurunda olan Müslüman bir yöneticinin acaba iğne ucu kadar bir haksızlık yapması söz konusu olabilir mi? Farkında olmadan yapılanlar belki bir dereceye kadar mazur görülebilir. Fakat bilerek hakkı, hak edenlere vermeyenler için ne demek gerekir?
Allah’ın bir adı Rekîb’dir. Rekîb; gözeten, kontrol eden demektir. Allah Teâlâ bütün kullarını kontrol ediyor, gözetiyor. Bir adı da Basîr’dir. Basîr her şeyi en ince teferruatına kadar gören demektir. Allah’ın gördüğüne ve kendisini kontrol ettiğine inanan bir yöneticinin acaba kıl kadar haksızlık yapması yahut rüşvet alma zulmüne teşebbüs etmesi düşünülebilir mi? Eğer bunlar oluyorsa inançta büyük bir sakatlık var demektir.
Allah’a inandığı halde, rüşvet alan yahut haksızlık yapanın, hakkı hak sahibine vermemesi mümkün değildir. Çünkü iman ile haksızlığın bir arada bulunması imkânsızdır. Ya iman yoktur yahut haksızlık...
Meydanlarda, seçim kampanyalarında hakkı ve hakkaniyeti savunmak kolaydır, fakat iktidar olduktan, gücün sahibi olduğunu hissettikten sonra hakkaniyetin gereğini yapmak çok zor bir iştir. Hatta dünyanın en zor işlerinden biridir de denilebilir.
Her şeyden önce, Hak olan Allah’ı en yakınında olan kullardan ve menfaat düşüncesinden üstün tutmak gerekir. Allah’ın hatırı bütün akraba ve yandaşların hatırından daha büyüktür. Hakkı her şeyden çok sevmeyenlerin hakkaniyete riayet etmeleri düşünülemez.
Yakın arkadaşını, yakın akrabasını ve yakın çevresini en uzak kimselerle eşit tutmak ve ona göre hakkı hak sahibine vermek gerçekten çok zor bir iştir; zor olduğu kadar da şerefli ve faziletli bir iştir; en üstün bir kulluk şeklidir. Nitekim “Bir saat adaletle hükmetmek, bir yıl ibadetten hayırlıdır.” Denilmiştir.
İşte siyaset yapanların soyundukları iş, bu zor olan iştir. Üstün olan da bu zoru başarmaktır. Bunu başaranlar gerçekten kahraman insanlardır.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Kuvvetli kişi, güreşte rakibini yenen kimse değildir. Belki kuvvetli kişi, sinirlendiği zaman kendine hâkim olandır.” Bunun gibi, yönetim alanında ve siyasette güçlü kişi, iktidar elinde olduğu halde, kendine hâkim olan ve hakkı tanıdıklarına, yakınlarına ve yandaşlarına değil, daima hak edenlere ve ehil olanlara verendir.
Sivil hayatta iken din ve dini yaşama geçirme söylemini ön plana çıkaranlar, yönetimin başına gelince İslam’ın hak ve hukuk tavsiyesinin değil de nefsin ve menfaatin gereğini yerine getirenler, ebediyet sınavını geçemezler.
Bu sebeple, dindarlığı sadece namaz ve benzeri ruhsal yapıyı güçlendiren değerlerle ölçmek hiç de doğru olmaz. Esas dindarlık, kendi davranışlarını kontrol altına alın, öteki ile ilişkilerini hakka ve hakkaniyete dayandıran, hak ve adaleti gözeten ve hukuka riayet edendir; Allah’ın hatırını insanların hatırından üstün tutandır.
Bizim toplumumuzda dindarlık denilince, bundan sadece kişinin kendisini ilgilendiren ve kul ile Allah arasındaki ilişkileri düzenleyici kurallara riayet etmek akla gelir. Fakat bu husus, dindarlığın başlangıç noktası olup bunun devamı esasen davranışla tamamlanır; başkalarının hak ve hukukuna riayet etmekle belli olur.
Adalete, hak ve hukuka riayet etmemenin sorumluluğunu anlayabilmek için şu noktanın altını çizmemiz gerekir: Bir başbakan, bir bakan, bir belediye başkanı, bir dairenin müdürü, her hangi bir yetkili eğer bir hakkı hak edene değil de tanıdıklarına, yakınlarına, yandaşlarına ve çevresinde dolaşanlara verirse burada elbette toplum hakkı söz konusu olur.
Kişi bu yaptıklarına pişman olup tövbe ve istiğfarda bulunsa bile, Allah tarafından affedilmez. Allah sadece kendi hakkını affeder. Kul hakkını tövbe ile affetmez. Belki hak sahiplerine haklarının verilmesi ile affeder. Böyle bir durumdaki hakkın helal ettirilmesi çok ise zordur; hatta imkânsızdır, da denilebilir.
Devletin kasasından, daha başka bir ifade ile, kamunun hakkından bir kuruşu, kendi tarafına geçiren yahut haksız olarak bunu başkalarına veren bir yönetici haksızlığını anlayıp pişmanlık duyduktan sonra tövbe etse bile, Allah katında kendisini asla temizleyemez. Temizleyebilmek için 72 milyon insandan helallik istemesi ve alması gerekir. Bu demektir ki, halkın hakkını tarafına geçiren yahut haksız yere milletin malını harcayan, gereksiz olarak saçıp savuran kimsenin günâhı affedilmez. Bunun adı büyük hırsızlık ve en büyük günâhtır.
O halde, iş başında ve iktidarda olanların mutlaka hakka ve hukuka azami derecede riayet etmeleri gerekir. Bir basit dünya menfaati uğruna, toplumun hakkını başkasına ya da kendi tarafına geçirirse çok yazık etmiş olur.
Dünya hayatı geçicidir. Bu geçici hayatta geçici heveslerle kendini tehlikeye atmaya, altından kalkılamaz ağır sorumluluk altına sokmaya yahut büyük bir tehlikenin içine atmaya değmez. Dindarlık sadece belli emir ve tavsiyeleri yapmakla gerçekleşmez. Dindarlık bir bütündür; onu parçalamaya hakkımız yoktur. O halde, aziz kardeşlerim! Adalete, hakka ve hukuka riayet edelim, tam dindar kullar olalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.