Yeşim’in dünyası
Yeşim onbir yaşında bir çocuk... Şaşalı bir evde dünyaya geldi. Aile hissedar oldukları fabrikayı şimdiden ona bırakmayı dahi düşünüyorlar. Anne baba gün içinde fabrikaya gittiklerinden ona ancak günde yarım saat vakit ayırabiliyorlar. Bu nedenle Yeşim'in etrafında dönen hizmetçileri ve istediği her şeyi elde edebilecek imkanları olduğu halde anne baba sevgisinden yoksun bir hayat sürüyor. Öyle ki, etrafını çevreleyen, hizmetçiler, özel öğretmenleri, aşçısı, şoförü ve etrafında dolaşan insanlar, bırakın ona faydalı olmayı, hayatla arasında bir perde oluyorlar.
Hayatın içinde oynayacağı rollerini bizzat bu insanlar üstlendiğinden, yeşim yaşadığı dünyaya yabancı bir hayat sürüyor. Öyle ki, semt pazarını, yoksul mahalleleri, sokak kavgalarını, top oynamayı, dilencileri, simitçileri, işe giden insanları, sadaka vermenin güzelliklerini, ezan sesini, çocuklarına sarılan anneleri... anlamlandıramıyor ve bütün bunların kendisi için ne ifade ettiğini bilmiyor. O yüzden de Yeşim kendisine sunulan hazır bir hayatın içinde gittikçe yoksullaşıyor ve yoksullaştıkça da içine kapanıyor.
Bir sabah, şoförüyle okula giderken, yolda gördüğü iki kadının kavgasını anlamlandırmakta zorlanmış ve bunu niçin yaptıklarını şoförüne sormuştu. Şoför kendince bir uslupla, insanların her zaman bu tür anlaşmazlıkları yaşadıklarını ve kıskançlık, hased, aşağılık kompleksi, tahakküm kurma eğilimi ve düşünce farklılıklarının insanın doğasında olduğunu belirtmişti. Yeşim şaşkın bir vaziyette şoförün yüzüne bakmış ve bunları hangi kitaptan okudun? diye sormuştu. Şoför sakin bir şekilde ona dönmüş "hayat kitabından" diye cevap vermişti. O gün, hayatın kendisinin de bir kitap olduğunu ve kendisinin bu kitaptan yoksun bir hayat sürdüğünü düşünmüş, eve geldiğinde annesiyle bunu konuşmaya karar vermiş ama anne onu dinlemeden yatmıştı.
Bir keresinde de, televizyonda, yol kıyısında dilenen yoksulları görmüş ve hizmetçisine "dilencilik nasıl bir şey bana anlatır mısın? demişti. Hizmetçisi de dilenmenin ve dilenen insanların hangi sebeple bu işi yaptıklarını ve nerelerde dilendiklerini ona anlatmış ve ilk defa ona acımıştı. Etrafında gördüğü olaylar ve insanların serüvenleri onu farklı düşüncelere sevk ediyor ve dış dünyanın insan için bir kitap kadar önemli olduğunu fark ediyordu. Ve on bir yıllık hayat serüveninde, kendisinin bu noktada ne kadar da yoksul kaldığını anlıyor, bunu nasıl telafi edebileceğini düşünüyordu. Çünkü son günlerde depresyonla birlikte seyreden algılama problemi yaşamaya başlamış ve gittiği doktor ilaç tedavisine ilaveten terapi uyguluyordu. Doktor, terapi sürecinde kendisine ev ödevi olarak, dış dünyaya çıkmasını ve bu alana anlam vermeyi öğrenmesini tavsiye ediyordu.
Bu ödev ona ilk günlerde biraz garip gelmişti. Hizmetçisiyle birlikte küçük bir bebek gibi dışarı çıkıyor, ilk defa otobüse biniyor, akbili, yolcularla nasıl iletişim kuracağını öğreniyor, sonra durakta iniyor, yol boyunca, simitçi çocukları, sokak satıcılarını, dükkanları, dilencileri, alış veriş yapan insanları, çocuklarını gezdiren anneleri görüyor ve bunlara nasıl bir anlam yüklediğini tek tek hizmetçi kıza anlatıyordu. Yol kenarında çorap örüp satan yaşlı kadını gördüğünde büyük bir şaşkınlık yaşamış ve hizmetçisine daha önceden bu insanların sadece hikaye kitaplarında olabileceğini sandığını ifade etmişti. Hizmetçi kız, oldukça şaşalı ve lüks bir hayat içinde yaşayan bu insanların sosyal hayattan ne kadar kopuk olduklarını ve ne kadar mutsuz ve yalnız kaldıklarını görünce özendiği o gösterişli hayatın hiç de o kadar önemli olmadığını düşünmeye başlamıştı. İlk defa yoksulluğunu sevmişti. Küçük kızın ne diyeceğine hiç aldırmadan ellerini yukarı kaldırmış "yaşadığım hayatı seviyorum, hamdolsun Allah'a yaşadığım acı tatlı her bir olaydan yeni bir şey öğreniyorum..." diye haykırmış ve ilk defa yoksul olmadığını hissetmişti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.