Demokrasi, Barış ve İnsan Hakları kim, Alemdaroğlu kim?
Her zaman yazarım, ama son olarak birkaç gün önce yazmıştım... Hiç kimse “ne oldum!” böbürlenmesine kapılmamalı, “ne olacağım?” diye sormalıdır... Çünkü, bugün “Vanlı” olan birinin, yarın “zanlı” olması işten bile değildir... Tıpkı, Kemal Alemdaroğlu gibi... Kendisini tanırsınız... Bir zamanlar “İstanbul Üniversitesi Rektörü”ydü... Öyle bir rektör ki; astığı astık, kestiği kestik!.. Ne kanun tanırdı, ne kural!.. Ama bugün, neredeyse “Demokrasi!.. Barış!.. İnsan Hakları” şampiyonu bir “sanık” olarak karşımızda!.. Hem de; “demokrasi”nin bir “oyun” olduğunu, dolayısıyla “demokrasiyle bir yere varılamayacağını” söylemesine rağmen... Hem de; “insan hakları”ndan dem vururken, Medine Bircan adlı “Çanakkale Gazisi’nin torunu” ve de “yaşlı” bir kadına, sırf “başörtülü” olduğu için “zulüm” yaptığı biliniyorken!..
Hem de; şimdi “barış”tan söz ederken, bir zamanlar “45 bin, gerekirse 100 bin şehit daha verir, Kıbrıs’ı da alırız, Yunanistan’ı da!” şeklindeki nutukları, henüz hafızalardaki tazeliğini korurken!..
ETÖ SANIĞI ALEMDAROĞLU SAVUNMADA!
Hey gidi günler hey!.. Bir zamanlar “aslan”dı, şimdi ise “süt dökmüş kedi”den farksız!.. Eski günleri hatırlayıp, “kükremeye” çalışıyor ama, sesinin tonu “miyav” gibi!..
Evet, Kemal Alemdaroğlu’ndan söz ediyorum... Dün, “Ergenekon Terör Örgütü” dâvâsının 94. duruşması yapılmış ve Bay Alemdaroğlu, “savunma” için “100 sayfalık metin” hazırlamış!.. Artık, siz hesap edin: Alemdaroğlu, kendisini savunmak için “100 sayfalık bir metin” hazırlıyorsa, Ergenekon İddianamesi’nin “2 Bin 455 sayfa” olmasına hiç kimse sesini çıkarmamalı!..
Efendim, Bay Alemdaroğlu, eşi Duygu Alemdaroğlu ve CHP Milletvekili Nur Serter’le birlikte gelmiş duruşmaya!..
Ergenekon iddianamesinde silahlı terör örgütü kurma, yönetme ve T.C hükümetine karşı silahlı isyana tahrikle itham edilen İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun, örgütün Teori Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı diye adlandırılan bölümünün başkanı olduğu ve İlhan Selçuk’un yardımcılığını yaptığı iddia ediliyor.
Alemdaroğlu’nun, örgütün üniversite yapılanması içinde yer aldığı ve İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’le birlikte hareket ederek üniversite yapılanmasına ve örgütün bazı yurtdışı faaliyetlerine katıldığı ifade ediliyor!..
İşte bu “iddialar” hatırlatılıp, “ne diyeceği” sorulmuş kendisine... O da; açmış ağzını, yummuş gözünü!..
Demiş ki;
“Hayatımı; demokrasi, barış ve insan haklarına adamış biri olarak terör örgütüne dahil edilmem siyasi bir komplodur!
Sözde Ergenekon terör örgütü üyeliğini ve yöneticiliğini asla kabul etmiyorum. Sanık durumunda olanların birkaçı dışında, çoğunu tanımıyorum. Ne bir terör örgütü üyesiyim, ne de yasa dışı bir faaliyet içindeyiz.”
Savunma özetle böyle!..
Peki bu ifadeler doğru mu?..
Alemdaroğlu, hayatını, gerçekten de “demokrasi, barış ve insan haklarına adamış biri” midir?..
DEMOKRASİ OYUN... DARBE GERÇEK!
Hiçbir “kanaat” belirtmeden, hiçbir “hüküm” vermeden, buyrun “Alemdaroğlu’nun geçmiş söylemlerine ve eylemlerine” bir göz atalım!..
Göz atma işine de “demokrasi”den başlayalım...
Alemdaroğlu, Genelkurmay eski Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ile telefonda görüşüyor ve Kıvrıkoğlu’na diyor ki;
“...Ama bir şey söyleyeyim mi komutanım?.. Bu iş demokrasi oyunuyla bir yere varamaz!..
Olacaksa, olsun bi şey!..
Hepimiz bilelim ne olduğunu!..
Ne yani, elime silah alıp dağa mı çıkacağım?!?”
“Hayatını demokrasiye adamış” adamı görüyor musunuz?.. Dönemin Genelkurmay Başkanı ile “demokrasiye son verme” muhabbeti yapıyor!..
Dahası da var...
Kemal Alemdaroğlu ile Ergenekon tutuklusu Ümit Sayın arasındaki görüşmelerde, ordudaki emir komuta zincirinin bozularak 1960 darbesi gibi bir darbenin yapılacağı ve bunun Mart 2008 yılında gerçekleşeceği öne sürülüyor. Sayın’ın, İstanbul’a gelmek isteyen Ergenekon üyelerinden birine ‘Mart’ta gelme, darbe olacak’ dediği ifade ediliyor...
Terör örgütü üyesi olduğu iddiası ile tutuklanan Ümit Sayın’ın 2007’de darbe ile ilgili Alemdaroğlu’na şunları söylediği ortaya çıkmış durumda:
“Alt taraftan olacak. 60 darbesi gibi. Aynı şekilde bir yerde patlak verecek. Önemli şeylere gebeyiz. Üç beş ay bekle. Öyle miting yapmak gaz almaktan başka bir şey değildir.”
Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun ismi, emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu kesinleşen “Günlük”te de yer alıyor... Kamuoyuna ‘Sarıkız’ kod adıyla yansıyan, darbe girişimlerini deşifre eden günlükte, Örnek’in Alemdaroğlu ile 7 Kasım 2003’te bir görüşme yaptığı bilgisi yer alıyor.
Günlükte, görüşmeyle ilgili şu sözlere yer veriliyor:
“YÖK Başkanı Kemal Gürüz ile birlikte bu tutucu ve dinci iktidara karşı tam bir kurtuluş savaşı veriyorlar. Adamların bütün derdi iki Kemal’i halletmek. Kendisi ile bu mevzuları konuştuk.”
Alemdaroğlu’nun ne kadar “demokrat”(!) olduğunu ve “hayatını demokrasiye ne kadar adadığını” anlayabilmek için, herhalde bu kadar örnek yeter!..
Bütün bunların üzerine; “Ordu Göreve” pankartlarının altında yürümesini de eklerseniz; Alemdaroğlu’nun “Demokrasi oyunu”nu nasıl oynadığını görürsünüz!..
YUNAN’A KARŞI SAVAŞ ÇAĞRISI!
“Demokrasi oyunu”nun nasıl oynandığını gördüğümüze göre; şimdi de gelelim; “hayatını barışa adayan”(!) Alemdaroğlu’nun eski söylemlerine!..
Meselâ 26 Mart 2004 tarihli gazetelere yansıyan bir haber... Aynen şöyle:
“İ.Ü. İletişim Fakültesi öğrencisi Kürşat Kızbaz’ın yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği ‘Çanakkale Destanı 1915’ adlı belgeselin galası için önceki akşam Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’na gelen Alemdaroğlu, konuşmasında İsviçre’de görüşmeleri süren Kıbrıs konusuna değindi.
Son 50 yıldır ‘Kıbrıs bizimdir’ diye bağırarak eylem yapan gençlik dönemleri geçirdiğini belirten Alemdaroğlu, ‘İsviçre’de görüşme yapanlara sesleniyorum; sakın ola ki Kıbrıs’tan bir parça toprak vermeye kalkmayın. Güneydoğu’da 25 bin şehit verdik. Bir 45 bin daha, gerekirse 100 bin daha şehit verir, Kıbrıs’ı da alırız, Yunanistan’ı da’ diye konuştu.”
Bu etkinlikte, 2 hususa dikkatinizi çekmek isterim: Bir; söz konusu toplantıda “emekli generaller” de vardı ve Alemdaroğlu’nun konuşmasını, “avuçları kızarıncaya” kadar alkışlamışlardı!..
İki; bu konuşmanın yapıldığı tarih; deşifre olduğu üzre, “darbe girişimlerinin zirveye çıktığı günler”dir!..
İşin en komik tarafı;
Yunanistan’a karşı “savaş çağrıları” yapan Bay Alemdaroğlu’nun, Yunanistan’dan “Barış Ödülü” aldığı, dahası; İstanbul ve Atina üniversitelerinde “Yunan ve Türk bölümleri açma” kararı aldığı, yani bir “Yunan dostu” olduğu ortaya çıkmıştı!..
İşte bu Alemdaroğlu, şimdi kalkmış, “hayatımı barışa adadım” palavrası sıkıyor!..
Gelsin de külahıma anlatsın!..
İSTANBUL BÖYLE ZULÜM GÖRMEDİ!
Bay Alemdaroğlu’nun nasıl bir “demokrasi kahramanı”(!) ve nasıl bir “barış havarisi”(!) olduğunu gözler önüne serdiğimize göre; şimdi de gelelim “insan hakları” siciline!..
Verilecek örnek çok... Ama Dr. Şükran Erdem ve merhum Medine Bircan isimlerini unutmamız mümkün değil!..
Önce Şükran Erdem’den başlayalım...
Efendim; Dr. Şükran Erdem; 1995 yılının son günlerinde; katıldığı bir toplantıda “başörtüsü” taktığı için, “tam 3 ay” süreyle Cerrahpaşa Hastanesi’nin “müze”sine hapsedilmişti!.. O günkü gazeteler, bu olayı “görülmemiş zulüm ve vahşet” olarak değerlendirmişlerdi...
Tabii, bir de “Medine Bircan Vak’ası” var...
Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü döneminde altına imza attığı “Medine Bircan olayı” hafızalardaki yerini halen koruyor. Rahim ve mesane kanseri tedavisi gören ve aynı zamanda “böbrek yetmezliği”nden “diyaliz makinesi”ne bağlanması gereken Medine Bircan adlı 71 yaşındaki hasta; Kemal Alemdaroğlu’nun talimatıyla geri çevrilince, bir süre sonra hayatını kaybetmişti.
Dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Alemdaroğlu, 71 yaşındaki hasta Medine Bircan’ın İstanbul Tıp Fakültesi Nefroloji Bölümü’ne kaldırılmasını “sağlık karnesindeki fotoğrafta başörtülü” diye engellemişti.
Medine Bircan’ın perukla fotoğraf çektirmek istememesi üzerine oğlu Mustafa Bircan, annesinin bir fotoğrafını bilgisayarda taratarak baş kısmına fotomontajla saç ekletmiş, ancak yeni fotoğrafı bekleyemeden anne Medine Bircan hayata veda etmişti.
Bilmem görebiliyor musunuz;
Olay içinde olay var... “Çanakkale Gazisi’nin 71 yaşındaki torununa zulüm” var!.. “Başörtülü” kadının fotoğrafına “başı açık” montaj yaptırmaya mecbur etmek gibi bir “sahtekârlık” var!..
“ÖRTÜ’DEN DEĞİL, “ÖRTBAS”TAN!
Alemdaroğlu’nun sicilinde var oğlu var!..
Zaten kendisi de saklamıyor bunu... Dün yaptığı “savunma”da demiş ki; “Evet, ben darbe yaptım!.. Türban yasağını uygulayarak darbe yaptım!”
Gelin, görün ki;
Alemdaroğlu’nun “görevden alınma” sebebi, “yasada olmayan yasağı uygulamak” değil, “yolsuzluk yapmak”tır!.. Evet; “örtüyü yasaklamak”tan değil, “yolsuzlukları örtbas etmek”ten dolayı görevden alınmıştır!..
Hem de; “kamusal alan” palavrasının mucitleri arasında bulunan A.N.Sezer tarafından!.. Bu olay, “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk”tir!..
Evet; 31 Aralık 1997’den 22 Eylül 2004’e kadar İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü koltuğunda oturan Bay Alemdaroğlu, “Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınan ilk rektör”dür!..
Hakkındaki “suçlamalar” da şunlardı:
¥ Öğrenci harçları fon saymanlığından usulsüz harcamalar yapmak, ihaleye fesat karıştırmak.
¥ Öğrencilerden toplanan harçların vadesiz olarak uzun süre bankada bekletilerek Hazine’ye geç yatırılması karşılığında 2002 ve 2003 yıllarında bankalardan İÜ Yardım Vakfı’na bağış almak.
¥ Sayıştay tespitlerine göre 186 milyar lira haksız ödeme yapmak; 67 adet kantin ve kafeteryanın yıllık 3 trilyona yakın tahsilatını bütçeye yatırmayıp ancak ara sıra 5-6 kantin için ufak bir meblağ yatırmak.
¥ Cerrahpaşa ve İstanbul Tıp Fakülteleri’nde bulunan otoparkların ihalesiz ve yetkisiz olarak 25 yıllığına rektör tarafından bir vakfa kiraya verilmesi. Baltalimanı Sosyal Tesisleri’nde sahte faturalarla 4 bine yakın kişiye; yemek verilmediği halde, verilmiş gibi göstermek.
¥ Devletin resmi telefonunu kendi evine bağlatarak konuşma ücretini üniversite bütçesinden ödetmek.
¥ Yargı kararlarına uymamak.
Biraz önce dediğim gibi;
Bay Alemdaroğlu “örtüleri açtırmaktan” dolayı değil, “yolsuzlukları örtbas”tan dolayı görevden alınmıştır!..
İşte bu Alemdaroğlu, şimdi karşımıza geçmiş; “Atatürkçü, çağdaş ve vatansever” olduğunu iddia ediyor!.. Öyle olmak, sanki yasaları “paspas” gibi çiğnemek hakkı veriyor kendisine!..
Öyle olmadığı görüldü işte...
Bir şey daha görüldü:
“Mazlumun ahı, indirir şahı!”
Bay Kemal Alemdaroğlu, dün Silivri Cezaevi’nde konuşurken, ben bunları düşündüm!..
Son söz; “Zulüm, payidar olmuyor” işte!..
====================
367 Sabih’in ayrıcalığı ne?
Rahmetli annem, bazı insanların kendilerini “imtiyazlı” gibi görmelerine, onların “ayrıcalık” istemelerine fena halde kızar ve “Ne imtiyazı?” derdi; “Sizin dışkınızda gök boncuk mu var?”
Annem, “okuma-yazma” bilmezdi... Dolayısıyla; “Yasalar önünde herkes eşittir” diyen “Anayasa’nın 10. maddesi”nden de habersizdi... Ama, şunu çok iyi biliyordu: “Adalet, herkese eşit uygulanmalıdır!”
Yani, “dışkısında gök boncuk” bulunanlara imtiyaz tanınmamalıdır!..
Gelin, görün ki; “annemin görmek istediği Türkiye” bir türlü oluşmadı... Şu hâle baksanıza; bu ülkede, bir zamanlar “Yargıtay Başsavcılığı” koltuğunda oturan Sabih Kanadoğlu, nam-ı diğer “367 Sabih” bile, hiç utanıp-sıkılmadan “imtiyaz” istiyor!..
Demiş ki; “Bana soru soracak savcı arkadaşlarım, benim Türkiye Cumhuriyeti’nin Başsavcısı olduğumu herhalde bilmiyorlardır!”
Ne demektir bu?.. Bu, “tehdit”tir, “gözdağı”dır, “ayrıcalık isteme”dir!.. Demek istiyor ki; “Ben, başkalarına benzemem!”
Peki, senin üstünlüğün nedir?.. Ne yani, dışkında “gök boncuk” mu var ki, böyle üst perdeden konuşuyorsun?..
Sen “Başsavcı”sın da, diğerleri “ayak savcısı” mı?!?..