Aaa “İsrail’e peşkeş”te de Baykal varmış!
Dün “Vakit Yayın Kurulu” olarak, Kağıthane Belediye Başkanı Sayın Fazlı Kılıç’ın davetlisi olarak Kağıthane Belediyesi’ni ziyaret ettik... Hani CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kâğıttepe” dediği “Kağıthane” vardı ya, işte oradaydık dün... Malûm; Fazlı Kılıç; Kılıçdaroğlu’na rağmen “CHP’nin 2 katı” kadar oy alıp, “ikinci defa” seçilmişti başkanlığa... Yine malûm ki; Kılıçdaroğlu’nun “üs” olarak kullandığı Kağıthane’den CHP’ye yüzde 22.6, AK Parti’ye ise yüzde 44.7 oy çıkmıştı...
Şahsen ben; ilk defa yüzyüze görüştüğümüz Sayın Fazlı Kılıç’ı, son derece “samimi” ve son derece “dürüst” buldum... Zaten öyle olmasaydı, herhalde “ikinci defa” hem de yüksek bir oy oranıyla seçilemezdi...
Bu samimiyet ve dürüstlüğün yanına, mutlaka “şeffaflığı” da eklemeliyiz...
Hem de, kelimenin tam anlamıyla şeffaf!..
Düşünebiliyor musunuz;
Sohbet ettiğimiz “başkanlık makamı”ndaki “kameralar” açık ve “bütün Kağıthaneliler” bizi internetten izliyor!.. İçtiğimiz çaya varıncaya kadar!..
Sayın Fazlı Kılıç, bu durumu şöyle izah ediyor:
“Ben makamımda isem, bütün Kağıthane görür ki, ben buradayım... Bir diyeceği veya derdi varsa, gelir görüşürüz... Eğer görüntüde yoksam, binada yokum demektir!”
Son derece ilginç bir uygulama...
Söyleyin Allah aşkına;
Bu kameraların önünde ne “rüşvet” alınır, ne de bir zamanlar CHP’li Çankaya Belediyesi’nde olduğu gibi, “yamyam”(!)lara söz verilir!..
Ne yalan söyleyeyim;
“Şeffaf” olunur da, bu kadar şeffaflığa ilk defa tanık oluyorum... Sayın Fazlı Kılıç; artık “Biri Bizi Gözetliyor” programlarını da aşmış!.. Çünkü, bütün Kâğıthane ve hatta bütün Türkiye gözetliyor kendisini!..
Şu hâle bakın;
Adamın “esneme özgürlüğü” bile yok!..
KİRA DA, YİYECEK DE DENİZ FENERİ’NDEN!
Son derece ferahlatıcı ve iç açıcı belediye binasında, hemen her konuda konuştuk Sayın Başkan’la...
Bir ara, “vatandaşları ziyaret”ten bahsetti...
Zaman zaman; “Kaymakam” ve “Garnizon Komutanı”nın da içinde bulunduğu bir heyetle “halkın evlerini ziyaret” ediyorlarmış... Hem “dert” dinliyorlar, hem “ihtiyaç”ları öğreniyorlarmış!..
Bir gün, “gariban biri”nin evine gitmişler... Ortalığa bakmışlar; baştan aşağı “yoksulluk” akıyor...
Garnizon Komutanı, sormuş ev sahibine;
“Ev kendinizin mi, kira mı?”
Ev sahibi, “kira” deyince; “nasıl” demiş komutan; “Kirayı ödemekte zorlanıyor musunuz?”
“Hayır” demiş ev sahibi; “Çünkü kiramızı Deniz Feneri Derneği ödüyor... Zaten bu evi de, onlar tutmuştu bize... Eşyalarımızı da onlar almıştı!”
“Peki” demiş komutan;
“Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?”
Ev sahibi; “İhtiyaçlarımızı da Deniz Feneri Derneği sağlıyor” deyip eklemiş: “Sık sık uğrarlar ve ithiyacımız neyse sorup, onu temin ederler!..”
Komutan, “Deniz Feneri Derneği’nin yardımları”nı duyunca, elbette şaşırmış... “Allah Allah” demiş;
“Bunların yardımları bu kadar yaygın mıydı?!?”
DEMEÇLERİ BAŞKA, İFADESİ BAŞKA!
Bu sözler üzerine hiçbir yorumda bulunmuyor ve Kağıthane’den ayrılıp, Ankara’ya doğru uzanmak ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın önceki günkü CHP Grubu’nda “Deniz Feneri Derneği” hakkındaki sözlerini nakletmek istiyorum.
Bay Baykal, grup konuşmasında demiş ki;
“Yolsuzluğu yapanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır!.. Yolsuzluğun kurbanları Türkiye Cumuriyeti vatandaşıdır!.. Yolsuzluğun parçası haline gelenler, kuryelik yapanlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır!.. O yolsuzlukla elde edilen paralar Türkiye’de, Türk şirketlerinde kullanılmıştır, harcanmıştır. Türkiye’de televizyon kuruluşları o parayla gerçekleştirilmiştir, finanse edilmiştir ama, Türkiye bu konuda bir şey yapamıyor!”
Baykal’ın bu sözlerinden benim anladığım şu:
“Bu işlerin faili Almanya’daki Deniz Feneri’dir diyerek kurtulamazsınız!.. Çünkü bu işin içinde Türkiye’dekiler de vardır!”
Böylece “Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği”ne de çamur atmış oluyor!..
Zaten geçmişte de çamur atıp demişti ki;
“Almanya’daki Deniz Feneri’yle Türkiye’deki Deniz Feneri birlikte çalışıyor. Yimpaş, Kombassan, Kanal 7 ve Deniz Feneri iç içe gözükmektedir. Yolsuzlukların hesabı soruluyor mu, Deniz Feneri’nin hesabı soruluyor mu, Türkiye’de hukuk, adalet işliyor diyebilir miyiz?”
Gelin, görün ki;
Aynı Baykal’ın avukatları, Deniz Feneri’nin açtığı “1 milyon liralık tazminat dâvâsı”nın görüşüldüğü “mahkeme”de demişler ki;
“Deniz Feneri e.V. Derneği ve Alman Yargı makamlarınca kesin yargı kararı ile ilgili tüm sözlerini, aynen Türkiye’deki Deniz Feneri için söylenmiş gibi aktarılması, her türlü dayanaktan yoksundur.
Davacı taraf, Almanya Deniz Feneri e.V. için söylenen sözleri, açıklanan görüşleri, kamuoyu aydınlatma amaçlı verilen bilgileri tamamıyla ‘kendisine söylenmiş gibi’ üzerine almakta ve kendisini Almanya Deniz Feneri’nin yerine koyarak, onunla özdeşerek cevap vermektedir.”
Görüyorsunuz değil mi;
“Çamur atmaya” gelince, atıyorlar da atıyorlar... Ama iş “yargı”ya intikal edince, hemen “tornistan” edip, başlıyorlar “kıvırmaya”!..
“Sayın Deniz Baykal, Deniz Feneri’ni kastetmedi!.. Siz alınganlık gösteriyorsunuz!”
“Kıvırma”nın böylesini;
Gelmiş geçmiş “ünlü dansözler” bile beceremez!..
GÜMRÜK BİRLİĞİ VE CHP!
Her neyse... Ben, “dansözlere taş çıkartacak kıvırmaları”na bakıp, Bay Baykal’ın yine de “Türk” olduğuna iyice kanaat getirmeye başladım...
Biz “Türkler” öyle yaparız ya;
“Sofra varsa yanaşırız, kavga varsa sıvışırız” ya, Bay Baykal da, “kavga”ya geldi mi, hemen sıvışıyor ve “minder dışı”na kaçıyor işte!..
“Bunu da hep yapıyor!”
Bilmem hatırlar mısınız;
“Gümrük Birliği” olayında da aynısını yapmıştı...
“Gümrük Birliği’ne girmenin rantı”nı yemeye gelince, “en ön saflara” atılmışlardı!..
O günlerde; hem CHP Genel Başkanı, hem Başbakan Yardımcısı ve hem de Dışişleri Bakanı olan Bay Deniz Baykal, gazetelere verdiği “demeç”lerde gerine gerine diyordu ki;
“Türkiye’nin işçisi, çiftçisi, esnafı, sanatkârı ve sanayicisi bundan böyle yalnızca 60 milyonluk Türkiye için değil, 400 milyonluk Avrupa için üretim yapacaktır!.. Kimse, Türkiye’yi ‘GB’ye ben soktum’ diyerek dolaşmasın!.. Bu zaferin sahipleri önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Adnan Menderes ve Turgut Özal’dır.”
Baykal’ın başında bulunduğu CHP de, o günkü gazetelere, meselâ 12 Aralık 1995 tarihli Hürriyet’e, “yarım sayfa” ebadında ilân verip, demişti ki;
“Avrupa Gümrük Birliği girişimini 1963’te başlatan da, 1995’te büyük bir başarıyla tamamlanmasını sağlayan da CHP’dir.. (...) Türkiye’nin yeniden kurulması, yine CHP’nin işidir. Yeni CHP’nin işidir.”
Özetleyecek olursak;
“Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesine işte böyle sahip çıkmıştı Bay Baykal ve CHP!”
CHP HÜKÜMETTE DEĞİL MİYDİ?
Ya sonra...
Yine hatırlarsınız ki;
6 Nisan 2004 Salı günü “Kıbrıs görüşmeleri” yapılıyordu Meclis’te...
O günlerde Başbakan Yardımcısı olan Sayın Abdullah Gül, ilginç bir iddia atmıştı ortaya...
Demişti ki;
“Türkiye, Rum Kesimi’nin AB’ye girmesini Gümrük Birliği’ne alınmamız karşılığında kabul etmiştir!”
İşte bu şok açıklama “muhalefet” sıralarında oturan CHP’lileri çılgına çevirmişti...
Tepki gösteriyorlardı Abdullah Bey’e...
En ilginç tepki de Deniz Baykal’dan gelmişti...
Bay Baykal, “Gümrük Birliği’nin imzalandığı dönemde biz iktidarda değildik!” deyip, kestirip atmıştı!
Oysa, “iktidarda” idiler ve “Gümrük Birliği’ne sahip çıkıyorlar”dı!..
Biraz önce de aktardığım gibi;
“Girişimi başlatan da, bunun başarıyla tamamlanmasını sağlayan da CHP’dir” diyorlardı!..
Ancak; Gümrük Birliği’ne girmenin Türkiye için bir “azık” değil, okkalı bir “kazık” olduğu ortaya çıkınca!.. Gümrük Birliği’ne girdiğimizden bu yana “Türkiye’nin zararının en az 70 milyar Dolar olduğu” anlaşılınca!.. Dahası “Rum Kesimi’nin AB’ye alınmasına Türkiye’nin onay verdiği” gözler önüne serilince, “Domuz gribi”nden kaçar gibi kaçmaya başlamıştı CHP’liler!..
“Yok” diyorlardı, “Biz o zaman iktidarda değildik!”
Oysa iktidardaydılar...
Bunu, 29 Mart 2009 Belediye Başkanlığı seçimlerinde “CHP’nin Ankara Belediye Başkan Adayı” olan Murat Karayalçın da doğruluyor ve diyordu ki;
“Nasıl ‘hükümette değildik’ dersiniz?..
O günlerde SHP-CHP birleşmesi sağlanmıştı...
Yani, CHP iktidardaydı!”
Sonra “tarihler” vermişti:
“SHP-CHP birleşmesi 18 Şubat 1995’te tamamlandı... Türkiye-AB Ortaklık Konseyi de 17 gün sonra, yani 6 Mart 1995’te toplandı...”
CHP O ZAMAN NERELERDEYDİ?
Biraz önce dedim ya;
Bay Baykal’ın “katıksız bir Türk” olduğundan, artık hiç kuşkum yok...
Baksanıza, hemen her zaman yaptığı gibi;
“Rant” gördü mü yanaşıyor,
“Tehlike” gördü mü sıvışıyor!..
İşin garip tarafı;
Sadece “Deniz Feneri Dâvâsı”nda veya “Gümrük Birliği meselesi”nde değil, öyle sanıyorum ki; “Türk hava sahasının İsrail’e peşkeş çekildiği” iddiaları konusunda da yine “çark” edecektir Bay Baykal!..
Hani, “Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazileri İsrail’e temizletip, bu toprakların İsrail’e peşkeş çekileceğini” ve bunun da “vatana ihanet” olduğunu iddia ediyorlardı ya; bakalım bugünkü “Vakit’in manşeti”nden sonra ne diyecekler?..
Efendim, hemen hatırlatalım;
23 Şubat 1996’da imzalanan ve Siyonist İsrail’e hizmet eden Türkiye-İsrail Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması’nın yapıldığı 52. Hükümet döneminde, yani 30 Ekim 1995-6 Mart 1996’da Bay Deniz Baykal; hem Dışişleri Bakanı ve hem de Başbakan Yardımcısı’dır!..
Bugün İsrail’e karşı çıkıyormuş gibi görüntü oluşturan Baykal’ın, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve İkinci Başkanı Çevik Bir ile İsrail Savunma Bakanı David İvry arasında “İsrail’de imzalanan ihanet anlaşması”na hiçbir itirazda bulunmaması, sizce de “son derece anlamlı” değil midir?..
Bakalım, Bay Baykal bu “tarihi gerçek” karşısında ne diyecek, bu defa nasıl bir “kılıf” bulacak?..
Göreceğiz bakalım;
Tavrının arkasında mı duracak, yoksa yine “tornistan” edip; tıpkı “Deniz Feneri” ve “Gümrük Birliği”nde olduğu gibi, “sıvışacak” mı?..
Gördünüz ya;
Bir “sohbet” taa nerelere götürdü bizi?..
Bu vesileyle Kağıthane Belediye Başkanı Fazlı Kılıç’a ve ekibine, yeni dönemde de başarılar diliyorum.
Aman “şeffaflık”tan vazgeçmeyin Sayın Başkan!..
Gördünüz işte; “kapalı kapılar ardında” dönen dolaplar, bir gün gelip, nasıl da ortaya dökülüyor.
Baykal’ın tavrı, herkese ibret olsun!
Allah, hiç kimseyi dansöz gibi “kıvırmak” ve kabızlar gibi “kıvranmak” zorunda bırakmasın!..
O ödüller var ya!
Malûm, bir zamanlar, yani Emin Çölaşan’ın “Minik Kuş”unun cik cik öttüğü yıllarda, kendisiyle iyi “kalem kavgaları” yapardık... Yayınladığım belgeler karşısında iyice köşeye sıkışır, duvara dayanır, verecek cevap bulamazdı...
İşte tam o sırada, birileri “ödül” verirlerdi Emin Çölaşan’a!.. Hatta, ödülü verenler İstanbul’da olduğu için, Çölaşan’ın da yükseklik korkusundan dolayı “uçak takıntısı” bulunduğu için gelemezdi İstanbul’a!.. Ama, “Çölaşan’ın ödül aldığı” haberi, her zaman “Hürriyet’in 1. sayfası”ndan verilirdi...
Sonrasını biliyorsunuz... Emin Çölaşan’ı bu “ödüller” de kurtaramadı ve “Hürriyet’ten ayrılmak” zorunda kaldı...
Son günlerdeki “ödül” haberlerine bakıyorum da; herhalde Uğur Dündar da iyice köşeye sıkışmış olmalı!..
Baksanıza; Fethiye’de “Yılın Keçisi” seçilmiş!.. Dün de Vefa Lisesi tarafından “Kemal Sunal ödülü”ne lâyık görülmüş!..
Dedim ya; Uğur Dündar da iyice köşeye sıkışmış ve “karizma”sı yerle bir olmuş olmalı ki; “ödül”lerle ayakta kalmaya çalışıyor!..
Ama, şunu unutmasın: O ödüller Emin Çölaşan’ı kurtarmaya yetmedi ki, Uğur Dündar’a yetsin!..