“Diyalog” Ve “Semavî Dinler”(!)
Bazı yazarlarımız “Semavî Dinler” kavramını yanlış kullanıyorlar gibime geliyor. “Diyalog” adına verilen savaşlar da buradan kaynaklanıyor. Mesela kurban ibadetinin insanlıkla başlayan eski, kadim bir ibadet olduğunu anlatmaya çalışırken, “kurban bütün semavî dinlerde vardır” diyorlar.
Bu cümle de bana yanlış geliyor. Bu cümleyi okuyunca şöyle bir soru akla gelmez mi?
“Kaç tane semavî din vardır?”
Böyle yazan kardeşlerimiz, sanırım şu cevabı vereceklerdir: “ Üç tane semavi din vardır: Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet.”
Akaid kitaplarımızda da böyle ifadeler yok değil. Ama hemen bu ifadelerden sonra da genellikle şöyle bir bilgi verilir: “Yahudilik ve Hıristiyanlık tahrif olmuş, yani insan eliyle bozulmuş, asli özelliğini kaybetmiştir. Ama İslamîyet asla bozulmamıştır.”
Bu ifadelerin tabii sonucu şu olmaz mı?
“Semavi din tekdir, bir tanedir, o da İslam’dır. Yahudilik ve Hıristiyanlık artık semavi olmaktan çıkmış, ‘arzî’ olmuştur.”
Bence doğru ifade budur. Onun için söze “bütün semavi dinler” diye girmek yanlıştır, en azından bazı zihinler için yanıltıcıdır.
Burada “semavi” demek, “gökten gelen” demek değildir. Sema, yüceliği temsil eder. Öyleyse “semavi” demek, “yücelerden gelen, yüce ve kutsal bir makamdan gelen” demektir. Yoksa bizim üstümüzde olan sema, Afrika’yı düşünürsek ayaklarımızın altında kalır değil mi?
“Arzi” demek ise, arza ait, yani yeryüzüne ait demektir. Bir yüceliği, kutsallığı olmayan demektir.
Bilindiği gibi bütün Peygamberlerin getirdiği din İslam’dır. Onun için bütün peygamberler, tıpkı Resulullah (as) efendimiz gibi hak peygamberlerdir. Onlara da, getirdikleri kitaplara da iman etmek, imanımızın temel esaslarındandır.
Biliyorum, boş bir temennidir ama keşke o kitaplar da iyi korunabilseydi de kaybolmasalardı, ya da tahrif edilmeselerdi. Bizim için bir zenginlik, dinimiz için de temel bir dayanak, hatta yer yer bir kaynak olurdu. Çünkü “bizden öncekilerin şeriatı”, bazı şartlar çerçevesinde bizim için de şeriattır.
Ama bu gün “İlahî Kitap” deyince elimizde güvenebileceğimiz sadece Kur’an kalmıştır maalesef.
Kur’an bize “doğru yolun Allah’ın yolu” olduğunu bildirir. (Bakara, 120.)
Bu yol, Allah’ın kendilerine nimet verdiği “nebilerin, sıddîklerin, şehitlerin ve Salihlerin yolu” olan “İslam Yolu”dur. (Nisa, 69.)
Evet bu yol aynı zamanda Hz. Musa’nın ve Hz. İsa’nın da yoludur. Peki, bu gün onlara nisbet edilen dinler, yani Yahudilik ve Hristiyanlık onların dini değil midir?
Evet, değildir!
Hz. Musa ve Hz. İsa haşa ki bu dinlerden olsun.
Hz. Musa ve Hz. İsa’nın dini de İslam’dır.
Onlar bir dinle geldiler ve o din de İslam’dı. Bu gün gelseler, yine ellerinde Kur’an’la İslam’ı arz ederlerdi insanlara.
Yahudilik ve Hristiyanlık, onların getirdiği dinin maalesef bozulmuş, aslî özelliklerini kaybetmiş halidir ve bu açıdan onlarla bir ilgisi kalmamıştır. İslam’a göre onlar, aslı hak olmasına rağmen, daha sonra yaşadığı bozulma ve değişim yüzünden artık “batıl” olmuş dinlerdir.
Allah (cc) açık seçik bildirir bunu Kur’an’da: “Allah katında hak din, İslam’dır. O Ehl-i Kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allahın ayetlerini inkâr edenler bilsinler ki, Allah onların hesabını çabuk görür.” (Al-i İmran, 19)
Merhum müfessirimiz Elmalılı’nın veciz ifadesiyle “Allah Teâlâ'nın kendisi için ilke edindiği, peygamber gönderdiği, evliyasını yönlendirdiği din ve sırat-ı müstakim budur. Nimet ve mükafatını ancak bununla verir, akıbette selamete ancak bununla çıkarır.”
Hatta şu ayetler, Peygamber Efendimiz (as) ın onların dininden ayrı hak bir din üzerinde olduğunu ve ondan ayrılacak olursa nasıl bir ceza ile karşılaşacağını açıkça bildirmektedirler:
“Ne Yahudiler, ne de hıristiyanlar, sen onların dinlerine tabi olmadıkça asla senden razı olmazlar. Sen de ki: "Allahın hidayet yolu olan İslam, doğru yolun ta kendisidir. Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyacak olursan, Allah’a karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.” (Bakara, 120)
Ayette açıkça görülen nedir?
Yahudilik ve Hristiyanlık diye iki din vardır ve onlara bağlı olanlar, İslam’dan ayrı bir din olan kendi batıl dinlerine girmedikçe Peygamber Efendimiz (as)den asla hoşnut olmayacaklardır…
Şimdi bütün bu gerçekleri bildikten sonra, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar onlarla ve daha başkaları ile iyi geçinip barışı korumaya ve bu huzur ortamında dinimizi tebliğ etmeye kim karşı çıkar?
Sanırım aklı başında hiç bir Müslüman buna karşı çıkmaz.
Peki bu “diyalog” etrafında koparılan bunca gürültü nedir?
Bazı Müslümanların bir endişesi var. O da, iyi geçinme ve diyalog adı altında Yahudi ve Hıristiyanlara yağcılık yapılması ve onlara “kendi dinlerinin de bir semavi din, yani bir hak din olduğunun” söylenmesi.
Oysa tebliğde müdahane, yağcılık ve dalkavukluk olamaz. Gerçekler hem münasip bir dille söylenir, hem de savaşmadan, kavga etmeden iyi geçinilmeye çalışılır. Çünkü böyle bir ortamda tebliğ daha güzel yapılır, İslamlaştırmada daha başarı sağlanır.
Eğer “diyalog” denilen bu ise, zaten dinimizin bir emridir bu.
İyi ama, her “diyalog” diyen böyle midir?
Maalesef bunu “evet” demek de haksızlık olur.
Çünkü bazıları, yazdıkları koca koca kitaplarında ve konuşmalarında “Yahudiler ve Hıristiyanlar yeter ki Hz. Muhammed’i (as) resul olarak kabul etsinler. O takdirde Yahudiler ve Hıristiyanlar da hak din üzeredir. Kendi dinleri ile yaptıkları ibadetler de geçerlidir, ahirette cennete de girerler” diyorlar.
Buna haklı olarak itiraz edenlere: ““Cennet babanızın malı mı?” diye bağırıyorlar.
İşte insanların kafalarını karıştırarak kavgalara sebep olanlar bunlardır.
Ama bunlar bahane edilerek böyle demeyen “diyalogcular”a da haksızlık yapmamak gerekir değil mi?
Bu kadar açık seçik belli olan bir konunun bu kadar gürültüye sebep olmasını aklım almıyor doğrusu!