Laikliği gündeme alalım!
Temel kaziye (önerme) şuydu: Akılcılar en akıllılardır! Pozitivizm, materyalizm, laiklik akıl temelli akım veya kavramlardır. Binaenaleyh, pozitivistler, materyalistler, laik(çi)ler toplumun en akıllılarıdır! Türkiyeli laikçilerin son yıllardaki beyanları ve bu beyanları ile paralel giden fiilleri, bu kaziyenin geçerlilik ihtimalini yok etti. Artık akılcıların en akıllılar olduğu tezi makullük zeminini tamamen kaybetti.
Laikliğin gündemden düşürülmesinden rahatsızlık duyan Başsavcımızı memnun etmek için, bir kaç gündür gücümüz yettiğince çaba sarfediyoruz. Bu sütunun sürekli okuyucuları inşaallah fazla sıkılmamışlardır!
Başsavcının zihin dünyasının arkasında ilk mektep, orta mektep ve liselerde okutulan Cumhuriyet veya devrim tarihinin fosilleşmiş malûmatı var. Bu malûmat, o yaşlarda akıl süzgecinden geçirilmeden öğrenildiği için, sorgulamaya dayanıksız bir arkaplan teşkil ediyor. Bu arkaplanı kullanarak konuşmak, hareket etmek, eskiden resmiyet icabı idi, usûldendi. Fazla bir itirazla karşılaşmazdı, itiraz edildiğinde, ciddiye alınmazdı; çünkü çok güçlü bir resmî ideoloji kamuoyu vardı. Şimdi öyle mi ya?
Tabiî, şimdi bu fosilleşmiş arkaplanı kullananlara yeni bilgiler öğretmek neredeyse imkânsız olduğu gibi, yanlış bilgileri düzeltmek de mümkün değildir. Biz yine de bildiklerimizi söyleyerek böyle bir deneme yapacağız.
Türkiye laik, laiklik kelimelerini Cumhuriyet’ten önce tanımazdı. Fakat Osmanlı sisteminin, farklı dinlere müsamahası, herkesin teslim ettiği bir üstünlüktü. Ne yazık ki, Türkiye laikleştirildikten sonra hem çoğunluğun dinine hem de azınlık dinlerine müsamaha ortadan kalktı.
Öyle sanıyorum ki, “laik” kelimesini sözlüğüne ilk alan M. Bahaeddin’dir. Onun Türkçe Lügati’nin 1912 tarihli ilk baskısında tabiatıyla bu kelime yok. 1928’de yapılan ikinci baskısında ise “dinî olmayan, ammî, âlemî” karşılığı var. Yani, dinî olmayan, umumî (genel), dünyevî...
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir İslâm devleti olarak kurulduğu, pek hatırlanmak istenmez nedense. Evet “Türkiye Devleti’nin dini din-i islâm”dı, Anayasa’ya göre. 1928’e kadar bu ilke Anayasa’da kaldı. Bu tarihe kadar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin laik klüpler açmaya çalıştığı bilgisine Kâzım Karabekir’de rastlıyoruz. 1928’de, Parti, içinde laiklik de olan altı oku kabul etti. Bu partinin değişmez genel başkanı da Mustafa Kemal Paşa idi.
Parti “laik” olmuştu.
Ama laiklik neydi?
Yeni Türkiye devletini kuranlar, İngiltere hâkimiyetindeki dünya sisteminin dayatmaları karşısında, önce saltanattan sonra hilafetten vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Fakat, “düşman zorladığı için böyle yaptık!” demeleri mümkün değildi. Bir takım akla yakın, fakat eleştiriye dayanıksız bahaneler buldular. Bu bahaneler hâlâ inkılâp tarihi kitaplarında yazılıdır. Fakat en başta Mustafa Kemal Paşa laikliğe hiç bir zaman inanmadı. Bunun çok sayıda örneği var, bir tanesini sayın Başsavcıya arzetmemize müsade edilir her halde. Nasıl olsa, CHP hakkında kapatma davası açması ihtimali yok!
Şimdi muhterem Başsavcımız, mevcut Diyanet İşleri Başkanı görevi üzerinde kalmak üzere iktidar partisi tarafından Ankara İl Başkanı yapılsa, nasıl bir tepki gösterirdi acaba? Elbette, gerekçe bile aramadan kapatma davası açardı! Bir din teşkilatının başkanı bir siyasî partinin değil il başkanı, üyesi bile olmamalıdır! İlaveten üst kademede bir memur olarak da Diyanet İşleri Başkanının bir siyasî partinin üyesi ve il başkanı olması da doğru değildir...
Başsavcımız, eğer çok muhabbet beslediği 1930’lar Türkiyesinde yaşasa ve yine aynı mevkide olsa idi, işi çok, hem de çoook zordu!
Çünkü, Mustafa Kemal Paşa, laik bir partinin başkanı olarak Rifat Börekçi’yi, yani Diyanet İşleri Reisini, 1931'de Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ankara İl Başkanı olarak tayin etmişti! (Tafsilat için, Cumhuriyet Arşivi’ne dayanarak konuyu ele aldığımız, “Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu” isimli kitabımıza bakılabilir!)
Laiklik, Türkiye için bir dönem tanımlaması idi. O dönem bitti! Biteli hayli zaman oldu! Köprünün altından yalnız sular değil, petrol geçti, doğalgaz geçti!
Bir zamanlar laikliği önce parti ilkesi haline getirenler, sonra Anayasa’ya sokanlar bugün yaşasalardı, zorunlu olarak yaptıkları bu işin tersini yaparlardı! Onları diriltip böyle bir düzeltme yapamayacağımıza göre, bunu yaşayan birileri er veya geç yapacak, hiç şüpheniz olmasın!
Bunun için çok sayıda başsavcının emekli olmasını beklememiz gerekmeyecek!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.