Çocuklar ve yaşlılar
İyi çocuk yetiştirmek açısından, şartlar son derece zorlaşmış durumda...
Ana-babalar kapitalist anlayışın alabildiğine acımasızlaştırdığı bir dünyada kurulmuş kurtlar sofrasından pay kapma savaşı verirken, istemeden çocuklarını ihmal edebiliyorlar.
Oysa böyle bir ihmalin faturası, sonunda yine ana-babaya çıkıyor: Ya çocuklarını kaybediyorlar, ya da kendilerini…
•
Dünya kendini ucuza satmadığı için, anne ve baba olarak, her zaman çok işimiz var…
Önce kendi istikbalimizi kurtarıyoruz... Ardından çocuklarımızın maddî dünyalarını inşa etmeye çalışıyoruz... Derken sıra torunlara geliyor: Onların dünyalarını da hâle, yola koyduk mu, rahatlayacağımızı düşünüyoruz.
Bir de bakıyoruz ki aynaya, saçlarımız bembeyaz olmuş. Yüzümüz buruşmuş. Gözlerimiz eski parlaklığını kaybetmiş. Bitip tükenmişiz açıkçası! Hastalıklar da ardı ardına gelmeye başlamış, ağrılar sökün etmiş…
Başlıyoruz o zaman, “Ah bir daha genç olacaktım ki” diye yakınmaya. Hiç kuşkunuz olmasın, bir daha genç olsak aynı yoldan aynı noktaya gelirdik. Tabii artık mümkün değildir.
Bu yaşa kadar kazandıklarınızın tamamını dahi verseniz, gençliğinizi geri getiremezsiniz!
Artık siz, istikballerini hazırlamak için kendinizi heba ettiğiniz çocuklarınızın, gelinlerinizin, torunlarınızın nazarında, gün sayan, gün sayarken pek bir şeye karışmaması, düşüncelerini açıklamaması, zinhar fazla konuşmaması ve aile gezilerine katılmaması gereken bir ihtiyarsınız yalnızca. Huzursuz olursunuz…
O zaman da teklif hazırdır: “Buyurun huzurevine!”
Huzurevine gidip gitmeme kararını vermek bile elinizde değildir.
•
Abartmıyorum dostlar: Gerçekten de yaşlılık zor zenaat! Ama yaşlanmamak mümkün değil.
Şayet cüzdanınız yeterince şişkinse, estetik açıdan yaşlanmayı bir süre geciktirebilirsiniz, ancak önleyemezsiniz.
Yani estetik cerrahların el maharetiyle genç görünmek, bir bakıma yaşlılığı yenmek, yaşlılıkta art arda sökün eden bazı hastalıkları ve ölümü yenmek anlamına gelmiyor.
•
Osmanlı ailelerdeki yaşlıların çok talihli olduğunu düşünüyorum...
Çünkü dinimiz “anaya babaya öf dedirtmemeyi” öngörüyor.
Yeni nesiller ise bunu pek umursamıyor doğrusunu isterseniz; daha geçenlerde 11 yaşında bir kız çocuğu kendisini SBS sınavına sokmayan annesini öldürmüş.
Geleneksel ahlâkımızı kemiren “modernizm”, en sonunda anneleri de yemeye başladı.
Kendimize yazık ediyoruz!
Avrupaî hayat anlayışı inancımıza dayalı geleneklerimizi ezip geçti.
Bir bakıma Avrupa’dan gelenek nakli yaptık.
Ardından aile nakli yaptık: “Asrî aile... Çağdaş aile” dedik...
Çağdaşlığın ölçüsü de pek tabiî Avrupa.
Avrupa ailedeki yaşlıları dışlayınca biz de dışladık.
Sonuç olarak bizde de yaşlılar huzur evini boylamaya başladı.
Ana-baba meşgul, yaşlılar ailenin dışında olunca, çocuklar yalnız büyümeye başladı. Aile büyüklerinin telkinlerinden, özellikle de “hisse” dolu “kıssa”larından mahrum kaldılar. Hayatı el yordamıyla öğrenirken, büyük hatalar yapıp heba olabiliyorlar.
Oysa geleneksel ailemiz iki ayak üzerinde duruyordu:
1. Çocuklar…
2. Yaşlılar.
Yaşlılar aileden dışlanınca, çocuklar sahipsiz kaldı.
•
Dini inançların belirleyici olduğu ailelerde yaşlıların daha mutlu olduğunu düşünüyorum…
Yaşlılar “ailece varlığın kaynağı” olarak hâlâ “bereket kapısı” olarak görülüyor...
Yaşlılara saygı gösteriliyor, sevgi gösteriliyor.
Demek oluyor ki, yaşlılığında rahat etmek isteyen insan, servet peşinde koşmaktan ziyade dindar çocuklar yetiştirmeye çalışmalı.
Zira en büyük değer para değil, insandır...
Mâdem ki en büyük değer insandır, bir babanın kendisinden sonraya bırakabileceği en önemli miras da, iyi çocuklardır.
Çocuklarımıza han hamam bırakmak için gösterdiğimiz çabanın yarısını -hadi bonkör davranıp onda birini diyelim- onları iyi birer insan olarak yetiştirmeye ayırabilseydik, gençliğimizde ve yaşlılığımızda, çocuklarımızdan yana şikâyetlerimiz çok azalabilirdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.