Tam da o esnada hakim bey...
Taraf Gazetesi belgeyi açıkladığı andan beri, politik sistemimizin gerçek muhafızı saydığım muhalefet partilerinden bir ses çıkmasını bekliyorum; öğle saatleri itibariyle tık yok. Sadece önceki gün CHP Grup Başkan Vekili Kılıçdaroğlu konuştu ve hükümete, "doğruysa da yanlışsa da gereğini yapın" diye seslendi.
MHP ise, şu dağdağalı zamanlarda, bütün dikkatini parti içi muhalefete yoğunlaştırmış görünüyor: "Tam o esnada hakim bey, telefon çaldı; telefona bakmak için öteki odaya giderken bu hadise olup bitmiş; bu durumda ne söylesem boş..."
Deniz Baykal bu satırlar yazıldığı vakte kadar bir açıklamada bulunmamıştı. Onun kritik zamanlarda ortadan kaybolarak patırtı yatışana kadar mânidar sükûtları tercih ettiğine daha önce çok şahit olmuştuk. Oysaki Sayın Baykal, Ergenekon sanıklarını savunmak uğruna gerekirse avukatlık bile yapabileceğini söylerken, beni şahsen şaşırtan derecede yüksek bir risk almıştı: Ergenekon soruşturmasını önce Reichstag yangınına benzetmiş, hemen ardından "Bu dava benim gözümde hukukiliğini kaybetmiştir" demiş, ikinci iddianameyi kendince yerden yere vurmuş, karikatürize etmiş ve en önemlisi hükümeti, Ergenekon davasını kullanarak siyasi çıkar sağlamakla suçlamıştı. Bu sert ve köşeli sözler, kamuoyunda kendi çapında bir tesir yaptı; CHP'ye sempati duyanlar, "herhalde bir bildiği vardır ki, sürmekte olan bir dava hakkında yargıçları etkileyecek sertlikte konuşmaktan çekinmiyor" diye düşünerek Ergenekon'un hakikaten bir hükümet tertibi olduğu kanaatini pekiştirdiler. Öte taraftan duruşmalar esnasında bazı sanıklar, "yakında asıl biz sizi yargılayacağız; suç listenizi kabartıyorsunuz" gibisinden cesur lâflar ediyorlardı ve merak ediyorduk: Bizim bilmediğimiz halde bazılarının pek iyi bildiği bir şey mi vardı? Acaba Ergenekon zanlıları ve sempatizanları, gaipten zembille inen bir gücün duruma el koyarak kendilerini kurtaracağını ve yargı esnasında rollerin değişeceğini mi düşünüyorlardı?
Taraf Gazetesi'nin yayınladığı belge, bu soruları merak eden herkesin zihnini açıyor; dondurmacı tâbiriyle "otuz iki dişe keman çaldıran" bir senaryo. Bir taşla üç kuş; hükümeti deviriyorsunuz, Gülen hareketini mücrim mevkiine getiriyorsunuz ve bu esnada yargılayanla yargılanan takkeleri değiştiriyor; Ergenekon zanlıları, kahramanlar gibi dönüyorlar Silivri'den...
Tam bu dakikada MHP liderinin grup konuşması ajanslara düşüyor; aynı mânidar sükût tavrı: "AKP'nin sahte ampulü ile Deniz Feneri'nin sararmış ışığı aynı kirli yolu aydınlatmaktadır" veya bir başka ifadeyle, "tam o esnada hakim bey, telefon çalmasın mı?.."
Bu metinler nasıl bir metinler; bu akıllar nasıl bir akıllar? Bugüne kadar Ergenekon pimpirikçisi diye bilinen isimlerin bile, "yoo bu kadarı da fazla" diye ayağa kalktığı bir demde ampülle fener ışığını aynı cümlede buluşturarak edebi sanat yapmaya kalkışmak (ve becerememek) nasıl bir yeterlik duygusudur: "Darbe olsa bile biz sistem içindeki yerimizi yine koruruz; nasıl olsa fazla angajmana girmedik" hesabı mıdır bu? Nasıl olsa tarihi izdüşümü var: 27 Mayıs'ta cuntacı darbe, CHP ile CMP'yi nasıl da itina ile ıskalamıştı... Keh keh keh...
27 Nisan muhtırasında merkez sağ partilerinden ikisi, tam da buna benzer sebeplerle siyasi mevta durumuna gelmişti; "Tam o esnada hakim bey, yandaki odada..." Oysa, o gün, hükümetin değil, milletin hukukunu korumak için ellerini taşın altına sokabilmiş olsalardı, manzara çok başka olabilirdi. Bunlar nasıl işlerdir? Hamâset deyince hazır kıt'a fakat tam da yerinde celâdet denince, öteki odadaki telefonun her nedense çalacağı tutar.