Yazıklar olsun bu gazeteye..
Ey Hürriyet gazetesi denilen kaos tüccarı.. Dün “411 El Kaosa Kalktı” diye bir manşet attınız.
İnanıyorum ki bu manşeti attıktan sonra ritmik ritmik ya da fıldır fıldır göbek de attınız!
“Herkes eşittir” diye yazan bir Anayasa maddesine “Ama herkes eşittir..” mealindeki bir cümlenin eklenmesine bile tahammül edemediniz.
çünkü Anayasa karşısında, altını çiziyorum Anayasa karşısında, Aydın Doğan ile örneğin Baldırıçıplak köyü muhtarının baldızı arasında hiçbir fark olmadığını bilmiyorsunuz..
Ya da biliyorsunuz..( Ben sizi hiç bilmez miyim?)
Elbette Aydın Doğan'ın verdiği vergi ile bahsi geçen baldızın verdiği vergi arasında anormal derecede bir fark var..
Ama ben ikisi arasında maliye mevzuatı noktasında bir fark yoktur demedim ki, Anayasa karşısında bir fark yoktur dedim!
Elbette “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır..” düsturuna riayet etmek başkadır..
“Manşetlendirilmiş kaos tetikçiliği kutsaldır..” demek ise başka bir şeydir!
Anılan gazetenin köşe yazarlarından bir kısmı “Eyvah Araplaşıyoruz.:” diyor..
Bir kısım yazarı ise “Keşke Araplaşsak. çünkü Arap liderlerinin eşlerinin başı açık..” diye yazarak limonsuz maydanoza limon fışkırtıyor..
Oysa ne başı örtülüler üniversiteye gidince Türkiye Araplaşacak ne de Türk Telekom gibi bazı şirketleri Araplar satın alınca Türkiye Araplaşacak..
Kaldı ki, tapu ve kadastro genel müdürlüğü mevzuatının hiçbir yerinde “Laik arsa” ya da “ladini mamelek” diye bir tanımlama bulunmamaktadır.
Bırakınız İETT arsasını, çankaya Köşkü'nün bulunduğu arsa ile Cumhuriyet gazetesinin Şişli'deki merkez binasının bulunduğu arsa dahi laik değildir!
Evet bu metafor, bağımsız gazete olarak görünmek için gazetenin logosuna “Bağımsız” sıfatını koymaya benziyor.
Tıpkı, çamaşırların “temiz görüntü” vermesi için çamaşır makinesine anten taktırılmasında olduğu gibi!
Aslında işbu yazı münhasıran Hürriyet gazetesi merceğe alınarak yazılan bir yazı değildir.
Bu yazı, kudret tacirliği ve kaos tüccarlığı yapan bazılarının insafsız bir yargıyla birilerini yargısız bir infaza tâbi tutmasına dair yazılmış bir yazıdır.
örneğin diyorlar ki: “üniversiteye başörtüsü girerse olursa laiklik elden gider. çünkü Erdoğan türban ile ilgili olarak AİHM'nin ve Anayasa Mahkemesi'nin karar vermeye yetkisi olmadığını, bu konuda ancak ulemanın yetkili olduğunu söylüyor..”
Elbette Türkiye'de yaşayan herkesin bu tarz laflar etmeye hakkı vardır.
Muhakkak ki “ulema”nın da; ulemanın ne olduğunu bilmeyen “allame”lerin de buna hakkı vardır!
Oysa Başbakan Erdoğan ne demişti? özetle şunu:
“Başörtüsünün yasaklanıp yasaklanmamasına dair karar verecek olan bir mahkeme yasak koyarsa buna uymak gerekir. Ama mahkeme 'Başörtüsü dinin bir emri değildir..' diyemez.”
Bu cümlesiyle Tayyip Erdoğan, “Dini içerik de taşıyan konularda mahkeme değil, din uleması tam yetkilidir..” demiş mi oluyordu?
Neticede Erdoğan bir hususun dinin emri olup olmadığının tespiti için “bilirkişi”den görüş alınması gerektiğini söylüyordu.
Diyelim ki Başbakan Erdoğan'ın bu sözünün çarpıtılması karşısında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı AK Parti hakkında kapatma davası açtı.
Ve varsayalım ki mahkeme üyeleri “ulema”nın ne olduğunu bilse bile bunun içeriğini tam olarak bilemiyor.
Bu durumda Mahkeme'nin, “ulema”nın ne olduğunun tespiti için Türk Dil Kurumu'ndaki “alimler”den görüş istemesi doğal değil midir?
Dolayısıyla, TDK'dan görüş istedi diye Anayasa Mahkemesi'nin de kapatılması mı gerekiyor?!
Gerçi Hırant Dink'in davasında Yargıtay şunu diyebilmişti:
“öyle millet vardır ki, kan dedin mi akla bu toprakların her santiminde bulunan ecdat kanı gelir. Bu toprağın her karesi kanla sulanmıştır.”
(Dikkat isterim; bu satırlar İnkılap Tarihi kitabından değil mahkemenin gerekçeli kararından alınmıştır!)
Evet, başörtüsü dini bir emirdir veya değildir..
Bu konuda bir köşe yazarı çıkıp “Hayır, bu bir dini emir değildir..” diyebilir ve bu kişisel yargısı karşısında o kişiyi dinsizlikle itham etmek doğru değildir.
Ama “Başörtüsü benim inancıma göre dini bir emirdir..” diyen birisinin eğitim hakkını elinden almak hiç kimsenin, bu arada mahkemelerin de haddine değildir.
Mahkemenin vermiş olduğu bir kararı “son nokta” olarak telakki etmek ise, demokratik laik Türkiye Cumhuriyeti'ne kafa tutmaktır.
Haydi “kafa tutuldu” diyelim; ama tutulan demokrat kafanın tasını artırmak da Hürriyet'in harcı değildir..