Yedi trilyon dolar
Bir haber: "Araplar Petrolden 7 Trilyon Dolar Kazandı..." Özeti şu: Ortadoğu'nun son 70 yıllık tarihinde Araplar petrolden yekun olarak 7,25 trilyon dolar kazanmış. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudî Arabistan, Irak... Bu rakamı "Arap Petrol İhraç Eden Ülkeler Organizasyonu" bir raporunda açıklamış...
Petrol, Araplara ve Müslümanlara Allah'ın bir nimeti, ihsanı ve emanetidir.
Sadece petrolden kazanılan akıl almaz efsanevî servetler İslam'ın, şeriatın, hikmetin gösterdiği yolda kullanılmış olsaydı Müslümanlar bugünkü perişan, esir, zelil, yenik, geri durumda olmazlardı.
Petrol paraları maalesef beyinsizce kullanılmış ve harcanmıştır. Beyinsizliğin sonu ne olur? Bu soruya cevap gerekmez...
Petro-dolarların en az yarısı, en uygun plan ve programlarla i'lâ-i kelimetullah için harcanmalıydı.
Arabistanlı Vehhabîlerin böyle bir hizmete, ne akılları, ne dinî meşrebleri, ne de kültürleri ve ufukları yeterdi.
Böyle bir hizmeti, yükseliş ve parlaklık devrinde Endülüs mü'minleri yapabilirdi.
İslâm'ın ilk yüzyılına bakınız: Müslümanlar yıldırım hızıyla doğuda Çin sınırlarına, batıda Atlas okyanusuna dayanmışlar.
İlk Müslümanların, o zamanın ilkel gemileriyle Amerika kıt'asını keşf ettikleri bile iddia ediliyor.
İngiltere'ye Müslümanlar yedi yüzlü yıllarda gitmişler.
Karada atla veya deve, denizde yelkenli gemi ile seyahat edilen o tarihlerde Müslümanlarda akıllara hayret veren bir azim varmış.
Bugünün imkanları, vasıtaları, parası ilk asır Müslümanlarında olsaydı bütün cihanı İslâm barışı gölgesi altında sokarlardı.
Şimdiki Müslümanlar mı?
Birkaç sene önce bir Arap devleti hükümdarı vefat etti (Allah rahmet eylesin), mirası 30 milyar doların üzerindeydi... Otuz milyar, otuz milyar...
Yirmi beş sene oldu mu?.. Zengin bir Arap ülkesinden gizli hesapla, yirmi küsur ciltlik tartışmalı bir kitabın Türkçe'ye çevrilip yayınlanması için yüklü bir para gelmişti. Bu konuda dönen dolaplara ait rivayetleri yazsam aklınız başınızdan gider. Paraların büyük kısmı tebahhur etti, bir iki cilt sonra kitabın tercümesi ve yayını durdu.
İlk Dört Râşid Halife zamanında Selman-ı Farisî hazretleri bir vilayete vali olarak gönderilmiş. Valilik ücretini almaz, boş zamanlarında sepet örer, onları pazarda satar ve o parayla geçinirmiş.
Başka bir rivayet: Ebu Hureyre hazretlerini de uzak bir yere vali tayin etmişler. Şehre gitmiş, üstü başı pek fakirane. Bir pazar yerinden geçerken adamın biri "Hey adam bana bak. Şu yükü taşı da sana birkaç kuruş vereyim..." demiş. Vali yüklenmiş, düşe kalka taşıyarak gidiyor. Onu tanıyan biri manzarayı görünce, mal sahibine "Yahu ne yapıyorsun, bu yeni validir" demiş. Adamın eli ayağına dolaşmış, özür dilemiş. Ebu Hureyre hazretleri "Bir beis yok, ben zaten buraya halka hizmet için gönderilmiştim" cevabını vermiş.
Bütün bunlar mazide, tarihte kaldı. Biz maalesef Ebu Bekir'lerin, Ömer'lerin, Selman'ların, Ashab-ı Güzin'in, Selef-i Sâlihîn'in torunları değiliz.
Nefislerimiz, Şeytan, İbn Sebe'ler, beyinsizliklerimiz, hırslarımız bizi rezil ü rüsvay etti.
Emanetlerin altından girdik üstünden çıktık.
Dâva dâva dedik deve ettik.
7 trilyon dolar değil, 70 trilyon dolar da olsaydı, yine bir şey yapamazdık.
Kur'an okurlar dinden çıkarlar
Sahih-i Müslim'de Hazret-i Ali Efendimizden şöyle bir hadîs rivayet edilmektedir. Buyuruyor ki: Ben Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işittim: "Âhir zamanda yaşları küçük, akılları güdük bir zümre ortaya çıkacaktır. Onlar mahlukata verilen sözlerin en hayırlısından (Kur'ân'dan ve hadîsten) söylerler. Onlar Kur'ân okurlar fakat Kur'ân onların hançerelerinden (gırtlaklarından) öteye geçmez (yüreklerine inmez). Bunlar atılan okun hızla ava isabet etmesi ve onu delip çıkması gibi dinden çıkarlar..."
Hadîs uleması bu hadîsin Haricîleri kasd ettiğini yazmışlardır.
Bunların özellikleri nelerdir:
Yaşları küçüktür. Akılları sefihtir, yani beyinsizdirler.
Kur'ân okurlar ama Kur'ân boğazlarından aşağıya kalplerine ve gönüllerine inmez.
Bunlar, gergin yaydan fırlayan okun ava isabet etmesi, avı delip çıkması gibi dinden çıkarlar.
Yine Sahih-i Müslim'de bulunan başka bir hadîste şöyle buyuruluyor:
"Hazret-i Ali şöyle dedi: Ey İnsanlar!.. Ben Resulullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Ümmetimden Kur'ân okuyan öyle bir kavim çıkar ki, sizin kıraatiniz onların kıraatine nisbetle bir şey değildir. Sizin namazınız onların namazına kıyasla bir şey değildir. Sizin orucunuz onların orucuna kıyasla bir şey değildir. Onlar Kur'ân'ı okurlar ve bu okuyuşlarının kendi lehlerine olduğunu sanırlar. Halbuki aleyhlerinedir. Onların o Kur'ân okumaları köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Onlar, atılan okun avı delip geçmesi gibi İslâm'dan çıkarlar."
Yaşları küçük, beyinsiz bir takım kimseler Kur'ân okurlar, hadîs zikrederler ama dinden çıkmışlardır.
Bunların bazısının namazları ve oruçları doğru yolda olan Müslümlanlarınkinden daha ileride gibi görünür.
Onlar Kur'ân'dan ayetler okurlar, bu okumanın kendi lehlerine olduğunu sanırlar ama lehlerine değil, aleyhlerinedir.
1970'li yılları hatırlıyorum. Yaşları genç bir yığın radikal Müslüman türemişti. Hepsi ateş gibiydiler, barut gibiydiler. Akıllarınca mücahidlik yapıyorlardı. Ne tatlı, ne cazibeli, edebiyatları vardı. İslâm devleti kuracaklardı. Hazret-i Ömer devrini geri getireceklerdi. Yeni bir Asr-ı Saadet yaşayacaktık.
Bu radikal mücahidler kendilerini desteklemeyen Müslümanlara sövüp sayıyorlardı. Onları küfürle işbirliği yapmakla suçluyorlardı.
Sonra ne oldu? Bu radikal mücahidlerin büyük kısmı müteahhid oldu. Bozuk dedikleri düzenin ve sistemin haram rantlarına ve menfaatlerine aç kö=pekler gibi saldırdılar. Yemedikleri halt kalmadı. Haram, kirli, necis gelir ve rantlarla muazzam servetler, kara paralar elde ettiler.
Artık eski edebiyatları yapmıyorlar. Bu beyinsizler İslâm dâvasını ve Müslümanları sattılar. Dâvamızı deve ettiler.
Yüce İslâm Şeriatı cihada izin verir, terörizme vermez.
İslâm dini gayr-i muharib insanların, ihtiyarların, kadınların, çocukların, bebeklerin katline yeşil ışık yakmaz.
Kur'ân okumakla iş bitmez. Kur'ân'ın çeşit çeşit yorumu vardır. Doğru olan yorumun şartları şunlardır:
Allah rızasına uygun olacak.
Peygamberin rızasına ve anlayışına uygun olacak.
Selef-i Sâlihîn efendilerimizin anlayışına uygun olacak.
Ehliyetli, liyakatli, icazetli ulemanın, fukahanın anlayışına uygun olacak.
Bozuk itikadlara sahip olanlar da Kur'ân okuyorlar ama bu okuyuş onların lehine olmuyor. Bozukluklarında, bid'atlerinde inat ediyorlar.
Hazret-i Ali kerremallahu vecheh ve radiyallahu anh efendimizi şehid eden Haricî İbn Mülcem'in torunları da Kur'ân okuyor.
Peygamberi Zîşan sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin "Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır" diyerek mucizevî şekilde haber vermiş olduğu 72 bozuk fırka da Kur'ân okuyor.
Kur'ân-ı Azimüşşan'da "râsih alimlerden" bahsediliyor. Aklı ve vicdanı olan Müslümanlar Kur'ân'ı anlamakta, Kur'ân'ı hayata uygulamakta râsih, Rabbanî, gerçek, muttaki, muhlis, nebevî nurla gören ulemaya, fukahaya, müfessirlere tâbi olmalıdır. (Ulema-i su'a değil...)
Kur'ân gazete gibi, roman gibi, hikaye kitabı gibi okunmaz.
Müslümanları bin parçaya ayırmak, Ümmeti birbiriyle çekiştirip tepiştirmek isteyen kafirlerin tezi şudur: Yobaz hocalar aradan çıksın, Kur'ânTürkçe'ye çevrilsin, her Müslüman hocasız olarak bu tercümeleri okusun ve kendi kafasına, re'yine, hevasına göre yorumlasın. Böyle binlerce fırka zuhur etsin, Ümmet içinde kaos ve anarşi başlasın...
Osmanlı devlet-i İslâmiyesi bu zihniyete sahip Müslümanların elinde olsaydı, 622 yıl değil, 60 sene ayakta kalamazdı.
Sahih-i Müslim'den nakl ettiğim iki hadîs-i şerifi her Müslüman dikkatle okusun, derin derin düşünsün.
Kur'ân okurlar ve dinden çıkarlar...
Demek ki, doğru okuyamamışlar, doğru anlayamamışlar...