Uzaydaki akıllı canlılar: Melekler - 2
• Vücudun, varlığın kemâli, olgun noktası, hayattır. Hayat yoksa, varlığın bir değeri yoktur. Aslolan hayattır. Madde de hayata hizmet eder. Şu hâlde, maddeden ibaret gözüken güneş sistemi, galaksiler ve nebulalarda, bu varlıkların hizmet ettiği hayat sahibi melekler olmalıdır.
• Kanun, soyut bir şeydir, kendi başına iş yapmaz, yapamaz. Meselâ namazda “Allahu ekber” diye başlamak, rukûa, secdeye varmak bir kanundur. Bu kanun, kendi başına namazı oluşturmaz. Kezâ bir devletin çeşitli kanunları vardır. Bu kanunların icrâını yapan çeşitli memurlar (mahkemeler, hâkimler, savcılar, emniyet görevlileri vs.) olmalıdır. Tabiat kanunları da böyle soyuttur. Bunları da icrâ eden melekler vardır.
• Esîr gibi lâtif bir gücü veya tabiat kanunlarına akıl, algı, şuur vesâire konduğunu düşününüz. İşte o kanunlar o zaman melek olur. Veya kâmil, günahsız insanın ruhundan nefsini, kafesi olan bedenini alınız, geriye melek gibi bir varlık kalır.
• Şu kâinatın özelliği, meleklerin varlığını gerektirir. Şöyle ki: Sonsuz kudret, ilim, hikmet gibi isim ve sıfatlar sahibi Yüce Yaratıcı, sayısız varlıkları yokluk karanlıklarından çıkararak her birisine değişik özellikler, güzellikler taktığını gözlerimizle görüyor, kulaklarımızla işitiyor, akıl ve kalbimizle idrak ediyoruz. Nur, esîr gibi ruha yakın ve münasip diğer ince/akışkan maddeleri de hayatsız, donuk, cansız, şuursuz bırakmamış, onlardan da nur maddesinden (görünmeyen lâtif, maddî olmayan enerji boyutlarından), hatta karanlıktan (siyah enerjiden), hatta esîr maddesinden, hatta mânâlardan, hatta havadan, hatta kelimelerden hayat ve şuurlu varlıklar inşâ edilmiştir. Pek çok çeşitli ruhânî varlıkları o akışkan lâtif maddelerden yaratılmıştır. Onların bir kısmı melek, bir kısmı da ruhânî ve cinler olmak üzere sayısız cinslerdir.1
• Aslında melekleri inkâr eden, onların varlıklarını kabul etmektedir. Çünkü olmayan bir şey üzerinde tartışma yapılmaz! Meleklerin varlığı kesindir ki, var veya yok şeklinde tartışmalar sürüp gitmektedir...
• Hem akıl, hem nakil sahipleri, meleklerin varlığında ittifak etmişlerdir. Melekler hakkında hem semâvî dinler ve kitaplar, hem beşerî felsefeler, akıl ve nakil ehlinin tamamı, mahiyetlerinde ihtilâf etmekle beraber varlıklarını ittifakla kabul etmişlerdir. Hatta maddiyâtta çok ileri giden hükemâ-i işrakiyyun (ilk akla inanan; yani teselsülle müessiriyetini iddiâ eden; sebeplere inanan, ilk aklı Allah’ın yarattığına, bu aklın da bir başka aklı yarattığına teselsülen inanan eski ve sapık felsefe akımı) ve Meşşaiyyun, melâikenin manasını inkâr etmeyerek, “Her bir nev'în bir mahiyet-i mücerrede-i ruhaniyeleri (her tür varlığın ruhanî, soyut varlığı) vardır” derler. Melâikeyi öyle tabir ediyorlar.2
• Yaratıcı’nın izzet ve azameti, perdeyi iktizâ eder. Bir cumhurbaşkanı veya padişah, icraatını hediyesini bizzat kendisi yapmaz/götürmez. Çünkü izzet, azamet ve makamı, işi ve hediyeyi memur, yâver, köle veya hizmetçisi vasıtasıyla gördürür/gönderir. İşte, sonsuz izzet ve azamet sahibi Rabbü’l-Âlemîn, tabiat kanunlarına sebepleri perde yaptığı gibi, melekleri de perde etmiştir.
• Melekler bizzat peygamberler ve bazı evliyâ tarafından görülmüştür.
• Kâinatın Hâlıkı, meleklerin varlığına delildir. Çünkü yapan bilir, bilen konuşur. O da, melekleri yarattığını bildirmiştir.
• Peygamberimiz (asm), meleklerin varlığına belgedir. Çünkü öyle teknik ve ilmî meselelerden bahsetmiştir ki, bir insanın bilmesi, hele on beş asır öncesinden bilmesi asla mümkün değildir. Öyle ise o, bütün zamanları, gelişmeleri bilen, ilmi/kudreti her tarafı/bütün zamanları kuşatmış olandan haber alıyor. Öyle ise o, peygamberdir. Öyle ise, söylediği şeyler doğrudur. O ise, meleklerin varlığını binlerce kez söylemiş, tekrarlamıştır. Öyle ise, melekler vardır…
• Kur’ân, meleklerin varlığına delildir. Zira Kur’ân beşer kelâmı olamaz. Öyle olsaydı, 1500 senedir, “Eğer, insan sözüdür, diyorsanız benzerini yapın!” diyerek insanlığa meydan okuduğu hâlde, bir benzeri yapılamamıştır. Değil benzeri, bir sûre/bir âyetine nazire getirilememiştir. Görünüşte âyet gibi bir söz söylemek mümkündür. Ama içine öylesine ilmî, fikrî, teknolojik, matematik, sosyal, edebî şifreler, bağlantılar yerleştirilmiştir ki, bunlar insan tâkatinin üstündedir. Öyle ise Kur’ân, Allah kelâmıdır. Öyle ise, Kur’ân’ın haber verdiği melekler vardır.
İşte, bütün bu belgeler de gösteriyor ki, nurdan (çok ince enerji boyutlarından) yaratılan melekler tamamen ulvî duygularla donatılmış, “akıllı, şuurlu,” lâtif varlıklardır.
Ruhanîlere, meleklere iman, aklın, vicdanın gereğidir. Onlara inanmayan, bu boşluğu “ufo”lara (uzaylılara) inanarak doldurmaya çalışır…
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 468.
2- Age., 1993, s. 472.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.