Nur cemaatindeki daireler
Ahmet Hakan’ın, İsmailağa Cemaati, Erbakancıları ve Nur talebelerini biribirine karıştırması üzerine, kamuoyunda uyanan istifhamlar üzerine; Nur hareketinin içinde yer alanları, Bediüzzaman’ın tasnifiyle anlamaya çalışalım. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat’in ruhunu uyandıran Bediüzzaman, Nur cemaatini gayet geniş bir perspektiften ele alır ve üç daireden müteşekkil olduğunu ifade eder: * Ya dost, * Ya kardeş, * Ya talebe olur.
* Dostun özelliği ve şartı: Kesinlikle Sözler’e (Risale-i Nur’a) ve Kur’ân nurlarına dair olan hizmetimize ciddî taraftar olmak,
-Nurlardan istifade etmeye çalışmak,
-Haksızlığa, bid’alara (İslam’dan olmayan ve İslama sokuşturulmuş yanlışlar, hurafeler),
-Dalâlete kalben taraftar olmamak. (Burada Bediüzzaman bütün samimi Müslümanları Nur dairesine almış bunuyor. Ancak, diğer tanımlardan anlaşılacağı gibi, bunları talebe kategorisinde değil…)
* Kardeşin özelliği ve şartı: Hakîki olarak Sözler’in (Risale-i Nur’ların) neşrine ciddî çalışmak,
-Beş vakit farz namazını edâ etmek,
-Yedi kebâiri (büyük günahları) işlememektir.
* Talebeliğin özelliği ve şartı: Sözler’i kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıkmak,
-Onları hayatının en önemli hayat vazifesi bilmek,
-Ve onları neşretme hizmetini yapmak.
Bu üç tabaka, Bediüzzaman’ın üç şahsiyetiyle ilgili ve irtibatlıdır; şöyle ki:
* Dost, şahsî ve zatî şahsiyeti,
* Kardeş, kulluğu ve ibadeti,
* Talebe ise, Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı olmak cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetiyle…
Diğer taraftan, “Risale-i Nur cemaati, erkânlar, sahipler, haslar, nâşirler, talebeler ve taraftarlar gibi tabakaları var. Erkân dairesine liyakati olmayan Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla, daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla, talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız. Fakat, Risale-i Nur’un erkânlarında ve haslarındaki esrarlar ve nazik tedbirlere, onlan teşrik (ortak) etmemek gerektir.”1
Dikkat edilirse burada dairelerde yer alanların pozisyon ve duruşları netleştirildi. “Muhalif cereyana taraftar olmamak, zıt bir mesleğe girmemek, bid’alara kalben taraftar olmamak” şartları aranır. Bunlar, felsefî veya siyasi cereyanlar olabilir veya Risale-i Nur’un hizmet anlayışına ters bir metot benimsemek veya çığır açmak da olabilir.
Risale-i Nur, talebelerinden fiyat olarak tam, halis bir sadakat, daimi ve sarsılmaz bir sebat ister. Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ilim, tarikat eli ve sofî meşrep zatlar, enaniyetlerini hizmetin havuzunda eritip, onun cereyanına girmelidir. İlim ve tarikattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermeli ve genişlemesine çalışmalı, teşvik etmelidir.
Risale-i Nur’a karşı rakîbâne başka bir çığır açan hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin Kur’an yoluna bilmeyerek zarar verir, zındıkaya bir nevi yardım olur.2
Risale-i Nur’u okumak, istifade etmek ayrı şeydir, meslek ve meşrebine, yani çizdiği hizmet stratejisine sadık kalarak hizmet etmek ayrı şeydir. Dolayısıyla kimi zaman bu dairelerde yer alanların, kimi zaman Risale-i Nur prensiplerine aykırı duruş ve düşünceleri olabilir. Elbette ehl-i insaf, bunların Risale-i Nur’dan kaynaklanmadığını bilir.
Gerçi, hangi dairede veya hangi meslek-meşrepte olursa olsun, o meslek ve meşrebe aykırı davranışlar sergileyenler çıkabilir. Akl-ı selim, meslek ve meşrebi şahıslarla değil; şahısları meslek ve meşrebin prensipleriyle ölçmeyi, mihenge vurmayı gerektirir. Burada vurgulanması gereken en önemli nokta, Bediüzzaman, Nur cemaatini “dost, kardeş, talebe” gibi dairelere ayırıp tanımlarken, aslında bu halkayı bütün mü’minlere teşmil etmesi ve dairelerden birisinin içine almasıdır.
Dipnot: 1-Mektubat, s. 329.; 2-Kastamonu Lahikası, s. 88
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.