Ordu için, orduya rağmen
Ergenekon veya nâm-ı diğer, "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne karşı başkaldırı suçu ve davası"nı düşünelim; binlerce sayfalık iddianameler ve ekleri, sayısı daha şimdiden yüze yaklaşan duruşma, tutuklu ve tutuksuz yargılanan onca insan ve bu yüzden yaşadığımız büyük sarsıntı.
Darbecilikle suçlanan sanıklar, "ordu" faktörü olmasa bu çapta bir cürme kalkışabilirler miydi? Davanın en kritik eşiği, ordu'nun kapısı önündeki eşiktir ve bunu tartışmak mânâsız. Ordumuzun maalesef darbecilik sâbıkası var ve Türkiye'de darbe tasarlayan her kimse orduyu da işe katmak zorunda. Sanıklar da öyle yaptılar fakat bu defa iş tutmadı, deşifre oldular ve şimdi beyhûde gayretle ilk devresini 12-0 mağlup bitirdikleri maçı çevirmeye çalışıyorlar.
Başından beri şunu söyledik: Orduyu siyasî entrika içinde tutmak ve öyle göstermek orduyu zayıflatır; bu, Türkiye'nin gücüne, itibarına, medenîlik vasfına yapılacak en büyük kötülüktür. İtibarını kaybetmiş, vatandaş nazarında kredisi kalmamış, kendi içinde ihtilafa düşmüş bir ordu, Türkiye için zayıflık unsuru olur; bunu istemiyoruz. Böyle söyleyince, "A, siz ordudan hem dayak yiyor hem de askerleri savunuyorsunuz" diye kafa karışıklığı ile suçluyorlar.
Kafa karışıklığı değil ki, sürecin sonu belli. Ordu bu bâdireden zedelenerek çıkacaktır; bu görünür âkıbeti engellemek bir dereceye kadar TSK yöneticilerinin elinde ve irâdesinde. Demokratik hukuka tam riayetle ordu bünyesindeki zanlıları ve eylemlerini karartmadan genel hukukun usulü dairesinde çalışan mercilerle tam işbirliği yapmak. Askerî yargının teşkil ettiği çift başlılığın uzlaşma ile ortadan kaldırılması; siyasî mekanizmalara karşı eşit derecede uzak ve serinkanlı bir tavır takınmak. Tek kelimeyle askerî vesâyet rejiminin avantajlarını bile-isteye terk etmek.
Vesâyet sistemi, orduyu siyasî bir aktör olarak biçimlendirmiş. Orduya biçilen rol, liberal demokrasiler için uygun değil fakat ordu yöneticilerine büyük politik güç bahşeden bir imtiyaz; bu yüzden ordunun yöneticileri şu esnada büyük bir kararsızlık içinde; bir yanda demokrasiye karşı kalkışılmış darbelerle dolu bir yakın tarih sicili, öte yanda darbe heveslilerine hâlâ cesaret veren vesâyet imtiyazları ve kanunî çerçeve; hepsinin üstünde ise Türk Ordusu'nun demokratik saygı ve âhenk çizgisine çekilmesinin, "Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi"ne ters düşeceği endişesi...
Siz buna bir de yerden fışkırırcasına sağa sola serpilmiş silah ve mühimmat cephaneliklerini, orduevlerinde ele geçirilen darbe planlarını ve darbe teşebbüse bulaşmış sanık general emeklilerini ilâve ediniz. Bunca delilin birkaç yıl üstünde üstümüze yağmur gibi yağması tesâdüf olabilir mi? Elbette değil ama suç delilleri de son derece ciddi.
Macun tüpten çıktı ve bu süreç artık geriye işletilemez. Hâlâ şurda burda saklı darbeci unsurlar aktif hale geçebilse bile Türk demokrasisi içinde ordunun mevkii artık ciddi tartışma mevzuu haline geldi. İşin doğrusu, bu dönüşümü kendi irademizle, devleti ve TSK'yı zaafa düşürmeden gerçekleştirmek. Bunu yapabiliriz, bu fırsat ellerimizde: Muhalefetiyle, basınıyla, bürokratik iradeyle tam bir mutabakatla gerçekleştirilecek bu değişim, rejimi ve Cumhuriyet'i düzlüğe çıkarır, güçlendirir.
Kavgaya, gerginliğe, yeni kamplaşmalara gerek yok. Cumhuriyet'ten, demokrasiden, laiklikten, temel hak ve hürriyetlerden ve çağdaşlaşma yolundan dönüş yok.
Bu sarsıntıdan aklımızla, güçlenerek çıkmalıyız.