Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Yanılıyorsun paşam... Üstelik yanıltıyorsun!

Yanılıyorsun paşam... Üstelik yanıltıyorsun!

“Akredite” olmadığımız için, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un dün saat 11.00’de düzenlediği “basın toplantısı”nı “yerinden” değil, “televizyon”lardan izledim... İlk intibam şu oldu: Genelkurmay Başkanı, bundan önceki “bilgilendirme” toplantılarına “tek başına” gelirken, dünkü toplantıya, acaba niye “4 kuvvet komutanı” ile birlikte geldi?.. Bu tavır, “kağıt parçası” dediği “eylem plânı”na verilen “önem”in göstergesi miydi, yoksa bir “gövde gösterisi” yapma ihtiyacının ifadesi mi?.. Tabiî, bu görüntü ile “TSK’nın birlik ve bütünlük içinde olduğu” mesajı da verilmek istenmiş olabilir... Sebep her ne olursa olsun, bu “beşli görüntü”nün biraz “abartı” olduğu kanaatindeyim... Ve ayrıca, şunu da ifade edeyim: “Sayın Başbuğ’un açıklamalarını ikna edici bulmadım!”
Bana göre; “olayın özü”nü ortaya koyacak “soru”lar hâlâ cevapsızdır!.. Dahası, Başbuğ’un sözleri “çelişki”lerle ve “yanlış”larla doludur!..
BAŞBUĞ’UN SÖZLERİNDEN BİRKAÇ CÜMLE
“Çelişki”lere, “cevapsız soru”lara ve “yanlış”lara geçmeden önce, Başbuğ’un açıklamalarından birkaç cümle aktarayım:
¥ “Türkiye neredeyse iki haftadır Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın elinde bulunan, topladığı ve talep ettiği bütün bilgiler çerçevesinde yürüttüğü hazırlık soruşturması neticesinde ulaşmış olduğu kararla ortaya çıkan bir kağıt parçası etrafında gereğinden fazla enerjisini tüketmiştir, harcamıştır.”
¥ “Bugün biz bu kağıt parçasının birileri tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma ve karalama amacıyla hazırlandığını değerlendiriyoruz.”
¥ “Bu kağıt parçasının kimler tarafından ne amaçla hazırlandığının ortaya çıkarılması görevi ise devletin istihbarat organları ile ilgili yargı organlarına düştüğünü ifade ediyor ve bunun gereğinin yerine getirilmesini istiyorum.”
¥ “TSK'nın komutanı olarak açıkça söylüyorum ki artık TSK üzerinden elinizi çekiniz, TSK üzerinden kendinizi siyasi tanımlama düşüncesinden ve gayretlerinden vazgeçiniz. TSK'ya karşı medya üzerinden, asimetrik bir psikolojik harekat yürütmeye son verin.”
¥ “Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, demokrasi ve hukuk devletleri ilkelerine aykırı düşüncenin içinde olan davranışlarda bulunan personel barınamaz. Böyle durumlar olursa Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanlığı bu konuda gerekeni anında yerine getirir. Bu konu için başka yerlerden işaret almasına gerek yoktur.”
¥ “Bu belgenin doğru olduğuna ilişkin yeni delil, bilgi, emare çıkarsa elbette bu soruşturma tekrar yeniden açılabilir.”
TSK, NİYE ELEŞTİRİLERİN HEDEFİNDE?
İlk önce, şu “soru”nun cevabı verilmelidir: Sayın Başbuğ, “TSK’ya karşı asimetrik ve psikolojik bir harekât yürütüldüğünü” iddia etmektedir!..
Şahsen ben, TSK’ya karşı böyle bir “plânlı harekât” yürütüldüğüne inanmıyorum... Ama farzedelim ki, böyle bir “amaç” vardır, o zaman sayın Başbuğ’un sorması gerekmez mi;
“TSK, niye hedefte?”
Demek oluyor ki;
TSK içindeki bazı güç odakları pek o kadar da “sütten çıkmış ak kaşık” değillerdir!.. Bir “bulut” var ki, insanlar “nem” kapıyor!..
Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı ileri sürülen “eylem plânı”, Başbuğ’un iddia ettiği gibi “kâğıt parçası” olabilir!..
Peki ama;
Genelkurmay’da ve TSK’nın çeşitli kademelerinde bundan önce hiç mi “darbe plânı” yapılmadı, hiç mi “andıç” hazırlanmadı, hiç mi “fişleme” yapılmadı?..
Hadi daha açık soralım;
27 Mayıs 1960’dan bu yana yapılan “darbe”lerin ve “darbe girişimleri”nin hepsi bir “eylem plânı” dahilinde gerçekleşmedi mi?..
Bütün bunlar gözler önündeyken ve “hafıza”lardaki tazeliğini korurken; Sayın Başbuğ’un “TSK’ya karşı asimetrik ve psikolojik bir harekat yürütüldüğü”nden söz edip, bundan yakınması ne kadar doğrudur?..
Öyle ya;
TSK denildiğinde hep “darbe”ler, “darbe plânları” ve “andıç”lar akla geliyorsa, n’aapsın millet?..
Gazeteler ne yapsın?..
Havada bir “bulut” gördüklerinde ister istemez “nem” kapıyorlar... Nem kapıyorlar ve tedbir almaya çalışıyorlar ki; bir daha “sel” ve “afet” yaşamasınlar!..
Ne yani, haksızlar mı?
“Kamuoyu”nun ve elbette “gazeteci”lerin kafasında böyle bir “imaj” oluşmuşsa, yapılması gereken, bu imajı ortadan kaldırmak değil midir?..
Sayın Başbuğ, ilk önce bunu düşünmelidir!..
YAŞ’ZEDELER VE AKREDİTE!
Gelelim, şu “hukuka saygı” ifadelerine...
Başbuğ, bir soru üzerine demiş ki;
“Elinde hiçbir delil, belge ve yargı kararı olmadan kamuoyu önünde herhangi bir kişi ve kurumu suçlamak doğru değildir!”
Son derece doğru bir söz... Zaten “hukukun temel kuralı” da budur!.. Yani, yargı “suçlu” deyip “ceza” verinceye kadar herkes “masum”dur...
O halde soralım sayın Başbuğ’a;
Yüksek Askerî Şûra toplantılarında “TSK ile ilişiklerinin kesilmesi”ne karar verilen “subay” ve “astsubay”lar hakkında bir “yargı kararı” var mıdır?..
Onların “suçlu” olduğuna kim karar vermektedir?.. Bu insanlar, “TSK’dan atılmaları”na rağmen, “yargı”ya müracaat edip de “kendilerini savunma” imkânından mahrumdurlar!..
Yargının “suçlu” bulmadığı insanlar “masum” olduğuna göre; “YAŞ’zedeler”in suçluluğuna kim karar vermektedir?..
Bu, bir “yargısız infaz” değil midir?..
Sadece “YAŞ’zedeler” değil, şu “akredite” uygulaması da, Başbuğ’un sözleriyle çelişmektedir!..
Vakit de dahil, birkaç gazete, “TSK’nın akredite listesinin dışında”dır!.. Peki, bu “akredite” kapsamını kim belirlemekte, “ölçü”yü kim koymaktadır?..
Var mı bir yargı kararı?..
Yok!..
O halde, bu da bir “yargısız infaz” değil midir?.. Genelkurmay’ın, “akredite” kapsamına almadığı gazeteleri “suçlu”ymuş gibi göstermeye hakkı ve yetkisi var mıdır?..
Hepsi bir yana;
Ya “hukuka saygı” gibi yaldızlı lâflar etmeyeceksin, ya da “akredite” gibi “kategorize”lerden vazgeçeceksin!..
Aksi halde, sorarlar;
“Bu ne perhiz, bu ne turşu?”
ALBAY, NİYE HÂLÂ TSK BÜNYESİNDE?
Bir de, şu söze takıldım:
Sayın Başbuğ, dün diyordu ki;
“TSK hukuk devleti ve demokrasi ilkelerine bağlı ve saygılıdır...
Bu ilkelere aykırı düşünce içinde olan davranışlarda bulunan ve bulunabilecek personelini TSK bünyesinde barındırmaz. Bunu kim söylüyor, bunu Anayasamızın 117. maddesine göre TSK’nın komutanı olan Genelkurmay Başkanı ben söylüyorum. Artık TSK’nın komutanı olan Genelkurmay Başkanı’nın bu ifadesi en büyük teminattır. Daha bunun dışında başka şeyler aranmasının anlamını anlayamıyorum.”
Bu “teminat” gibi sözler üzerine, ayağa fırlayıp “Bravo Paşam!” demeyi çok isterdim... Ama, tam aksine hayâl kırıklığı yaşadım.
Çünkü efendim;
Çok gerilere gitmeden, “tartışma gündeminin ortasındaki albay” daha bir yıl önce bir “andıç” hazırlamış, o andıçta “İşadamı Rahmi Koç, sendikalar ve STK’lar” hedef alınmış, onların “ABD ve AB güdümünde hareket ettikleri” ileri sürülmüştü!..
Şu ana kadar bu “andıç”ın “yalan” olduğu, bir “kâğıt parçası” olduğu söylenmediğine göre, sormak gerekir sayın Başbuğ’a;
“Bu albay, niye hâlâ TSK’nın bünyesinde?!?.. Yoksa, hazırladığı andıç, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine uygun mudur?.. Ya da, şöyle soralım: TSK’nın kişi ve kuruluşları fişleme ve andıçlama gibi bir görevi var mıdır?.. Yoksa, bu andıçlamayı yapan albay, TSK’nın bünyesinde nasıl barınmaktadır?”
Sayın Başbuğ, “söylemi ve eylemi arasındaki çelişki”yi gördü mü acaba?..
Hiç sanmıyorum...
“Çanak soruların cazibesi”nden dolayı, bu çelişki aklına bile gelmemiştir!..
O SÖZ, UĞUR MUMCU’NUN DEĞİL!
Bütün bunlardan sonra, “cevap bekleyen sorular”a geçmeye hiç gerek olmadığı kanaatindeyim... Biliyorum ki; ne kadar zorlarsak zorlayalım; “Delil karartma ve hatta delil yok etme ihtimaline rağmen, Albay Dursun Çiçek’in evi, niye 5 gün sonra arandı?.. Bu 5 gün içinde; eylem plânının orijinali bilgisayardan silinmiş ve hatta bilgisayar tamamen ortadan kaldırılmış olamaz mı?” sorusuna cevap almamız mümkün değil!.
Aynı şekilde, “Eylem Plânı’nın bürosunda ele geçirildiği Ergenekon sanığı Av. Serdar Öztürk’ün ifadesi niye alınmadı?” sorusu da cevapsız kalmaya mahkûmdur!..
Uzun lâfın kısası;
Sayın Başbuğ, “1 saat 40 dakika” süren dünkü basın toplantısında “eksik” bilgiler vermiş, “yanlış” bilgiler vermiş ve dolayısıyla “ikna edici” olamamıştır!..
Bence, sayın Başbuğ, ilk önce “bilgilerin kaynağı”nı “test” etmelidir!..
Meselâ; “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz” sözünü Uğur Mumcu’ya maletmiş ve “Uğur Mumcu’nun dediği gibi...” ifadesini kullanmıştır!.
Oysa o söz, “Uğur Mumcu’ya ait değil”dir!.. O sözü söyleyen Çinli filozof Konfüçyüs’tür... Konfüçyüs de, Uğur Mumcu gibi “Milattan Sonra” değil, “Milattan Önce” yaşamış ve 479 yılında da ölmüştür!.
Gelin de kuşku duymayın şimdi;
Sayın Başbuğ’un açıkladığı “fikir”ler, acaba “bilgi”ye mi dayanıyordu?!?.
Durum budur, yorumunu sizler yapın!..

İki gazeteci, iki pot!
Hayra mı yormak lâzım, şerre mi?.. Efendim, Sayın İlker Başbuğ’un, sadece “akredite gazeteciler”in katıldığı dünkü basın toplantısında, Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila; Başbuğ’a soru yöneltirken “Sayın Başbakanım” ifadesini kullanmış...
Bu ifade şekli; “Erdoğan’ı Başbakan olarak içine sindiremediği”nin bir ifadesi midir, yoksa “bilinçaltının dışa vurumu” mu?..
Kimbilir, belki de bir “Başbakan” gibi “hemen her konuya temas etmesi”nden dolayı, Genelkurmay Başkanı’nı o an “Başbakan” gibi görmüş olabilir!.. Ya da, gelecekte onu “Başbakan” olarak görmeyi arzuladığını ifade etmiş olabilir!.. Kimbilir?..
Ya Sebahattin Önkibar’a ne demeli?.. O da, Başbuğ’a “Erdoğan’ın açıklamalarından hicap duyup-duymadığını” sormuş!..
Bana öyle geliyor ki; bu adamlar “civa” gibi!..
Hemen, “oturdukları kabın şekli”ni alıveriyorlar... Bu yüzden olmalı ki, Genelkurmay’dan “tatmin edici cevaplar” alamıyoruz!..
Tabiî, Genelkurmay da haklı... Böyle bir “kendin çal, kendin oyna” manzarasını bozmak isterler mi hiç?.. Ama, şunu bilmiyorlar: Bu “dallama”ların çoğu var ya; hep, “gelene ağam, gidene paşam” derler!..
Bunu, hep yaparlar!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi