Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Müjde aylar

Müjde aylar

Üç aylar birkaç gün önce başladı. Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece de Regaib’i idrak ettik. Geriye o “idrak”ı “müdrik” olmak kaldı!
Biliyorsunuz üç aylar, Ramazan’a ruhen, bedenen, vicdanen bir hazırlıktır. Bir İlâhi ikazdır. Allah “Bol sevaplı günlere hazır olun” diye kullarını uyarıyor. Bizi affetmek için gafletten saadete uyanmamızı istiyor. Çünkü incir çekirdeğini doldurmayan dünyevi gevezeliklerle kendimizi heba etmemize razı olamıyor. Bizi o kadar seviyor, esirgiyor, bağışlamak için bağışlanmayı hak etmemizi bekliyor. Bunu çabuklaştırmak ve kolaylaştırmak için de mübarek gün ve geceler yaratıyor.
Yani Cuma gibi mübarek günlerle Regaib, Mevlid, Berat, Kadir gibi mübarek geceler ve Recep, Şaban, Ramazan gibi mübarek aylar kendi nefis muhasebemize oturup arınmamız için yaratılmış fırsatlardır...
Her biri ayrı ayrı İlâhî ikramlardır!
Böyle gün ve gecelerde her mü’min kendi vicdanında özel mahşerini kurup kendini hesaba çekmelidir.
Ancak günahlarımızla yüzleşmeyi göze alabilirsek, tövbe kapısını çalabilir, doğrularımızla yanlışlarımızı “iman terazisine” koyup tartabildiğimiz ölçüde rotayı tutturabiliriz.
Pek farkında değiliz, ama yürek pusulamız bazen kıbleyi göstermiyor!..
Bu yüzden Ramazan öncesinde bir “İç Gözlem Merkezi” geliştirip, iç dünyamızı gözlemlemeye ihtiyacımız var! Müslümanlığımızı Peygamber-i Âlişan’ın Müslümanlığıyla test etmemiz lâzım. Sapmalarımızı düzeltmek sadedinde, üç aylar büyük bir fırsat oluşturuyor.
Yaşadığımız dünya girdaba dönüştü. Gündelik gelişmeler, boğuşmalar enerjimizi tüketiyor. Yönlendiremediğimiz, hükmedemediğimiz, değiştiremediğimiz hadiselerle boğuşa boğuşa tükeniyoruz.
Hayatımız tepeleme dünya! Siyaset, ticaret, para, repo, faiz, endeks, borsa, döviz, altın, kredi... İçinde, derde devadan gayri ne ararsanız var!
Kısacası, tüm zamanımızı dünya kemiriyor! Ne kendimizi dinleyecek vaktimiz, ne de isteğimiz kalıyor. Oysa aldığımız her nefesten sorgulanacağımıza da inanıyoruz.
Türkiye’nin ne Ergenekon’u biter sevgili dostlarım, ne “irtica ile mücadele plânı”, ne siyasi karmaşası, ne cuntaları, ne krizleri!..
Biri bitse diğeri başlar. Bunlara yeterinden fazla ilgi gösterir, tüm merakımızı tahsis eder, tüm vaktimizi ayırırsak, ebediyete (bir anlamda geleceğe) yatırım yapacak mecalimiz kalmaz.
Çünkü tasavvurumuz istikametinde sonuçlanmayan her olay moralimizi bitirir. Biz fark etmeden mübarek geceler gelir geçer... Mübarek aylar başlar biter...
Hâlbuki bunlar, içinde yeni ikramlar bulunduran büyük İlâhî ikramlardır...
Cenab-ı Hak’kın, sevip yarattığı (sevmeseydi yaratmazdı) kullarını günahlarından arındırıp (günah kazanacağımızı bilerek yarattı) bir şekilde Cennet’le mükâfatlandırmak (çünkü ilk insanları Cennet içinde yarattı) için yarattığı “bahane”lerden, “vesile”lerden biridir.
Allah insana o kadar değer veriyor, ebediyen mutlu olmasını öyle çok istiyor ki, insanı affetmek için kendine vesileler yaratıyor...
Bu anlamda her cuma günü af vesilesidir...
Mübarek geceler af vesilesidir...
Üç aylar ve Ramazan’lar af vesilesidir...
Uğradığımız adaletsizlikler, haksızlıklarla birlikte, hastalıklar sebebiyle çektiğimiz çilelerle sıkıntılar da af vesileleridir.
Kısacası, Allah bizi affetmeye hazır! (Sadece biz birbirimizi affetmeye hazır değiliz.) Bekliyor ki, insan kendi değerini idrak etsin ve tövbe ile arınma yoluna girsin.
Kendi değerini idrak edemeyen insanın Allah’ı idrak etmesi mümkün değil!
Boşuna mı Hz. Mevlana, “İnsan önce kendisini okumayı öğrenmeli, kendisini okuyamayan insanın başka kitaplar okuması ona bir fayda sağlamaz” diyor.
Nitekim hayat, “okumuş cahiller”le doldu!
Kendini okumaktan aciz bir sürü “diplomalı”, hayatı okudukları zannıyla millete yön vermeye kalkışıyor! Tabii işler bir türlü düzelmiyor.
Madde ile mânâ arasındaki denge mânâ aleyhine git gide bozuluyor.
“İyi Müslüman” olma çabasında olan duyarlı insanlar bile, adım adım duyarsızlaşıyor: Bir adım, bir adım daha derken, bin bir tuzaktan birine yuvarlanıveriyoruz!
Hayatı “Bana ne”ler şekillendiriyor...
“Fakirse bana ne!.. Düşkünse bana ne!.. Garipse bana ne!.. Cahilse bana ne! Her koyun kendi bacağından asılır!”
Anlayacağınız, “Cemaat dini”ni bireyselleştirip, bireyselliği bencilliğe dönüştürmüşüz... Bencilliğimiz ise bizi “cemaat” ahlâkından koparıp yalnızlaştırdı. Hele yaşlılıkta yalnızlık hiç çekilmiyor!
Bütün bunlar vahşi kapitalizmin tuzağıdır bize! Maalesef biz bu tuzağa düştük... Hepimiz belirli ölçülerde dünyevileştik. “Fani dünya”dan fena halde etkilendik. “Benci” merkezler oluşturup salt kendi merkezimize yöneldik.
İmanımızda bile yer yer kırılmalar oluşuyor. Bu kırılmalardan arınıp “Tarik-i Müstakim”e (doğru yol) yönelmek için, nefsimizle hesaplaşmaya ihtiyacımız var. Her “Üç aylar” bu fırsatla gelir.
Üç aylarınız mübarek olsun, efendim. Dualarda bu fakiri de unutmayın lütfen.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi