Anne babalarımızı terk ettik!
Okul ve askerlik bittiğinde, rahmetli babam memlekette bir işe girmemi istedi. Onun hatırı için bir devlet işine girdim, ancak zar zor birbuçuk sene dayanabildim.
İstanbul’da gazeteciliğim sözkonusu olduğunda “Ömrümüz paramparça geçecek” diye yakınmıştı, “hasret içinde yaşayacağız.”
Memlekette hep birlikte oturuyorduk. Çok da iyi idik... İlk kez aile parçalanacaktı ve annem bunu tevekkülle karşılasa da, babam içine sindiremiyordu.
“Merak etme” dedim teselli için, “uçak denen bir vasıta var, çağırdığından iki saat sonra başucunda olurum.” (Dedim ya, olamadım. Babam ölürken bir damla su bile veremedim. Çünkü aşırı sis yüzünden uçaklar havalanamamış, babam bir kez daha haklı çıkmıştı).
Acı acı gülüşü hâlâ gözlerimin önünde...
Öyle olmadığını, olamadığını biliyordu.
İstanbul’a geldim. Bir süre sonra da çocukları İstanbul’a aldırdım. Böylece biz de “çekirdek aile”ye dönüştük. Annem, babam, büyük halam, ablalarım, büyük halamın kızları bir tarafta kaldı, biz bir tarafta kaldık.
Hasret yüreğini yalımlayıp dayanamaz olduğunda babam bir süreliğine İstanbul’a geliyor, ancak o zaman da ailenin öteki parçasını özlüyordu.
İki arada bir derede kalmıştı.
Biz ise sonunda “çekirdek aile” olmuştuk, ama “aile” olmanın sorumluluğu belimi bükmeye başlamıştı.
Annem babamla birlikte otururken varlığından haberdar bile olmadığım bir sürü sorumluluk üzerime çullanmıştı.
Hayatımda ilk kez hayatın zorluklarıyla yüzleşmeye başlamıştım.
Oysa yaklaşık on yıllık evliydim...
Baba oluşumun üzerinden yıllar geçmişti.
Ama babalığın güçlükleriyle ilk kez tanışıyordum. Çünkü yalnızdım. Yanıbaşımda her sorunu göğüsleyen babamla musibetleri bile hayra yoran, tevekkül dolu sesiyle teselli eden annem yoktu.
Çocuklarımdan biri yan basınca koşturan ablalarım yoktu.
İlk aylar çok tedirgin geçti...
Çok zorlandım...
Annemle babamın yanında geçen sorumsuz ve sorunsuz yıllarımı çok özledim.
Hâlâ da özlüyorum.
Belki bu yüzden, yeni neslin, evlenir evlenmez ayrı eve taşınma arzusunu pek anlayamıyorum.
Bu bir “arzu” bile sayılmaz aslında, “dayatma” demek daha doğru...
Ya da “ön şart”...
Evliliğin en başında konuşulan bir konu...
Genç kızların çoğu, “İlle de ayrı ev isterim” diye tuturuyor.
Maddi imkânı yerinde olanlar için neyse de kıt kanaat geçinen aileler için bu dayatma evliliği müthiş zorlaştırıyor.
Çünkü yeni ev açmak, yalnızca bir dört duvar temin etmekle sınırlı değil, dayayıp döşemek gerekiyor.
Neresinden baksanız, ailenin birkaç yıllık geçimini sağlayacak miktarda para bu işe harcanıyor.
Bu da hayatı müthiş zorlaştırıyor. Borçlanma başta olmak üzere bir sürü problemin başlangıç noktasını oluşturuyor.
Kaynana ve kayınpederle (doğrusu “kaimpeder” yani, “baba yerine sayılan”) birlikte oturmanın böyle zorlukları yok. Gelin dayalı-döşeli eve geliyor. Tabii onun da kendine has bazı problemleri oluyor.
Bana yazan Sema Hanım o problemlerden şikâyetçi...
“Evlendiğimizde ayrı eve çıkacaktık” diye sızlanıyor, “ama eşim sözünü tutmadı, anne babasıyla oturmaya zorladı beni. İlk tartışmalarımız bu yüzden çıktı. Sonra tırmandı ve boşanma noktasına geldik. Söyler misiniz lütfen, ben anne babasının yanında oturmak zorunda mıyım? Benim de evimin hanımı olma hakkım yok mu?”
Var elbette, olmaz olur mu? Fakat bu durumda bir soruya birlikte cevap bulmamız lâzım: Yaşlılarımızın hali ne olacak?..
Günün birinde sizin de yaşlanmanız kaçınılmaz olduğuna göre, yaşlılığınızda siz ne olacaksınız?
Yemeğinizi kim pişirecek?..
Hastalığınızla kim ilgilenecek?..
Kim şefkatle size seslenecek, “Anneciğim” diye?
Siz bu sorulara cevap vere durun Sema Hanım, biz yarın “Yaşlılarla oturmanın faydaları”nı konuşmak üzere hazırlanalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.