Kağıt parçasından ne olur?
Tabii ki kesekağıdı bile olmaz... Ama darbe olur. 28 Şubat sendromu bir kağıt parçası değil miydi?
Veya e-muhtıra denilen gece muhtırası!
27 Mayıs gecesi merhum Türkeş’in okuduğu kanlı muhtıra kaç metreydi acaba?
Biliyoruz ki parçalar bütünü meydana getirir.
Kıbrıs adası da Türk yurdunun bir parçasıdır...
Konu Dursun Çiçek adındaki albayın evinde bulunan belgeden açıldı.
Belgenin daha sahte mi, gerçek mi olduğuna yargı organları karar vermeden sayın Genelkurmay Başkanı’nın “Biz kurum olarak bu işin içerisinde yokuz” şeklindeki açıklamaları kafaları iyice karıştırdı. Mutlaka, azanın işlediği suçtan muhtar sorumlu olmaz. Velev ki muhtarlık periyodik olarak köylünün harmanını basıyorsa, o zaman azanın her eylemi mercek altına alınarak incelenir. Acaba bu işte muhtarlık da var mıdır?
Şunu söyleyebiliriz; madem bu olayın içerisinde kurum olarak yoksun, o halde geri dur...
Durulmadı, aksine acele edildi...
Hem kağıt parçası nitelendirmesi, hem de askeri savcının bu parçayı incelemeye alarak tez elden takipsizlik kararı vermesi hukuk camiasını haklı olarak ayaklandırdı...
Sorular yağmur gibi yağmaya başladı:
“Ey asker, seninle alakalı olmayan bir konuda nasıl takipsizlik kararı verebiliyorsun?”
Eylem madem darbelerle alakalıdır, o halde içeriği doğru veya yanlış olsun soruşturmasını kayıtsız şartsız sivil savcılar yapacaktır.
Öyle değil de, sivilin yapacağını asker yaparsa!..
Görülen odur ki, Sayın Genelkurmay Başkanı’nın son basın toplantısındaki açıklamaları ülkedeki dengeleri doyurmadı. Hem kağıt parçası, hem de askeri mahkemelerin bağımsız olması ülke gündeminde yeni bir tartışmayı peşinden sürükledi.
Hangi ülke vardır ki oradaki askeri mahkemeler bağımsızdır?
Hangi ülke vardır ki yargı konusunda genelkurmay başkanı konuşur?
Uganda mı desek, Nijerya mı desek, ne desek?..
Şu soruyu da gönülden soralım:
Amiri olan hakim ve de savcı nasıl bağımsız oluyorsa?!
“Emret komutanım” diyorsa bir hakim!?.
Mahkemenin kapsında “... komutanlığa bağlı” ibaresi yazıyorsa...
Sayın Genelkurmay Başkanı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hukuk devleti ilkelerine daima bağlı olduğunu sık sık vurguladığına göre, YAŞ denilen askeri kurumun yargı yoluna kapalı olan kararlarını hangi hukuk devleti çerçevesinde ele alıp bağdaştıracağız?
28 Şubat’ı hukuk devletinin neresine koyacağız?
Ya da hukuka bağlılık demek, ideolojisi Kemalizm olanların oluşturduğu cunta konseylerinde diğer görüşte olanları (özellikle eşlerinin başı kapalı olanları) yargısız infaza tabi tutarak mesleklerinden kapı dışarı etmek demek midir?
İşte o kağıt parçalar! Ah, onların mahiyetlerini bir anlayabilsek...
Tersinden mi okunur, düzünden mi?
Atılır mı, yutulur mu?
Genelkurmay Başkanı ordunun yıpratılmasından şikayetçi...
Şüphesiz, tarih boyunca siyah düşüncede olanların ordumuzu hedef alarak dıştakilerle birleşip koskocaman imparatorluğu parçaladıklarını biliyoruz...
Ama buradaki hadise bir başkadır.
Eleştirme başkadır, yıpratma başkadır...
Ordumuz yıpratılıyorsa Sayın Genelkurmay Başkanı yerden göğe kadar haklıdır ama, bu yıpratma işini kimler yapıyor?
Başka bir deyişle; kale içten mi yıpratılıyor, dıştan mı?
Şayet, vatanına canını veren Mehmet’in annesi, başı örtülüdür diye garnizondan içeri alınmıyorsa, o zaman bu demektir ki bu ülkenin yüzde seksen başörtülüsü seni kınıyor.
Hakkınızda iyi şeyler düşünmüyor.
Hem de bu aşamada yıpratma işi anneye değil, sana aittir...
Sade orası mı?..
Aklına geldikçe ülkenin siyasi olayları hakkında basının karşısına çıkmak demek, bu ülkenin her kademede asker vesayetinde oluğunu gösterir ki, bu da tüm dünyanın gözü önünde sadece ordumuzu değil, milletimizi de yıpratır...
Hukuk devleti olacaksak doğrusunu yapalım.
Hakimler dosyalarını okusunlar...
Savcılar soruşturmalarına baksınlar...
Askerler kışlalarına çekilsinler.
Muhalefet de görevini yapsın, Ergenekon gibi suç örgütlerinin avukatlığına soyunmasın...
Böyle olursa hukuk devleti, diğer türlü olursa guguk devleti oluruz...
İşler de kağıt parçasına döner...
(*) Emekli Hakim
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.