Memleketimden huzur ve zenginlik manzaraları
İstanbul’da bir kısım medya, Ankara’da ana muhalefet ve onu kullananlar; memleketi ne kadar kargaşa ortamına sokmaya çalışıp, bunun için gece gündüz mesai harcasalar da milletin huzurunu bozamayacaklarına dair kanaatim bir kere daha kuvvetlendi.
“Devlerin aşkı büyük olur” derler. Sağduyu sahibi insanlarımızın memleketine ve milletine karşı aşkı gerçekten büyük. İster fakir olsun, ister zengin, bu aşkın devamı için lazım olan tek şey; “hırslı ve hırsız” olmamak. Yoksa üzerinde yaşadığı ve ölünce altına gireceği toprağı sahiplenmeyi; imani ve vicdani ölçülerde elinde tutan bu milleti ne bir kısım medya, ne bir kısım siyasetçi, ne de onları kullanan belli çevreler etkileyemez.
Fildişi kulelerinde oturarak, milleti ürkütmeye, korkutmaya ve birbirine düşürmeye çalışanların kim ya da kimler olduğunu sadece büyük kentlerde yaşayanlar bilmiyor. Yaylalarda koyun otlatan çobandan, kıraç toprakta iki büklüm nohut toplayan kadına, bağlarda bahçelerde bel belleyen ırgatına kadar herkes neyin ne olduğunu çok iyi biliyor.
Anadolu yollarına düşüp memleketimizden huzur ve güven manzaraları solumak isteyen herkes bu gerçekleri görebilir ve işitebilir. Hafta sonu yolum yine Anadolu’nun tali yollarındaydı. Otoban ve duble yollara göre tali yolların manzarası daha bir başka güzeldir.
Ne derece doğru bir atasözüdür bilmem ama bana göre pek yerli yerinde söylenmiş söz değildir. Denilir ki; “Doğduğun yer değil, doyduğun yer önemli.” Oysa insanın doğduğu yer de en az doyduğu yer kadar önemlidir. Özellikle bizim insanımız, “doyduğu” yeri sahiplenir ama ölünce de “doğduğu” yere gömülmek ister. Dolayısıyla bu sözün pek geçerli olduğunu düşünmüyor ve bir misal vermek istiyorum.
İstanbullu işadamlarından ve MÜSİAD Makine Sektör Kurulu Başkanı Necmettin Öztürk Ankara Beypazarılıdır. Yatırımı, işi gücü, evi barkı İstanbul’da olsa da köyüne ve ilçesine olan maddi ve manevi yatırımını sürdürüp toprağından kopmuyor. Ne doyduğu yeri ihmal ediyor ne de doğduğu yeri.
Necmettin Öztürk fırsat buldukça çevresine Beypazarı’nı tanıtmaya ve anlatmaya çalışan bir işadamı. Hiç kimseden bir beklentisi yok, sadece memleketine ve hemşehrilerine hizmet etmek istiyor. Memleketinin tarihinin ve kültürünün bilinmesi en büyük arzusu. Bunun için de elinden gelen imkânları seferber ediyor.
Geçtiğimiz hafta sonu Beypazarı’nın ziyaretçileri MÜSİAD makine kurulu sektörü üyeleriydi. MÜSİAD adına yönetim kurulu üyesi Mehmet Develioğlu, Genel Sekreter Dr. Nihat Alayoğlu, danışma kurulu üyesi Doç. Dr. İbrahim Öztürk ile birlikte Beypazarı yollarına düştük. Beypazarı’na giden iki yoldan biri olan ve en az kullanılan yolu tercih ettik.
Beypazarı’na İstanbul ve civarından giden yol; Adapazarı, Akyazı, Mudurnu ve Nallıhan üzerinden geçer. İkinci yol ise Bolu’nun Kıbrısçık ilçesi üzerinden gider. Biz Kıbrısçık güzergâhını seçtik. Her zaman söylerim, bu topraklar çok zengindir, yeter ki, çalışacak ve işleyecek adam olsun. Lazım olan devletin himmeti, milletin de hizmetidir.
Bolu’nun hemen içinde yer alan ve pek çok kimsenin bilmediği şifalı suların fışkırdığı kaplıcalarını geçip, 8 km sonra dünyanın en güzel köşelerinden Gölcük Gölü’ne ulaştığımızda aklımızdan şunlar geçti. Avuç içi kadar yer ama kaplıca, göl, orman ve yayla turizmiyle çok şey yapılabilir. Haydi bunları bir tarafa bırakalım, sebze ve meyve yetiştiriciliği bakımından da çok zengin bir bölge. Balcılık için ise son derece müsait bir bitki ve orman örtüsü var. (Bu arada yazıda üç adet Öztürk soyadı var. Üçümüz de Hz. Adem (a.s.)'dan akrabayız.)
Bolu’yu geride bırakarak Kıbrısçık ilçesine doğru yol aldığımızda bir tarafımız orman, diğer tarafımız yayla evleri ve köyleriyle doluydu. Yaylalarda koyunlar, kuzular, keçiler, inekler ve diğer büyükbaş hayvanların sergilediği manzara, tarlalarda çalışan insanlar, salkım söğüt gölgeleri altında ve çeşme başlarında koyunlarını sağan kadınların çalışmaları, sütü sağlıklı kaplarla taşıyan kamyonetlerin dere tepe demeden gezinmeleri, insana öyle ümit ve şevk veriyordu ki, işte bu manzara yazının girişindeki serzenişlerime sebep oldu.
Dağları, ovaları, yaylaları ve huzur kokan, güven veren Anadolu insanını geride bırakarak; Beypazarı’na indiğimizde her birimiz bir baş döngülüğü yaşadık. Beypazarı Maden Suyu’ndan öte bir Beypazarı bilmediğimiz ortadaydı. Oysa Beypazarı’ndaki potansiyel, değil Ankara’yı, Türkiye’nin yarısını doyurabilecek boyutta. O da yarına İnşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.