Siyaset çıksın!
Askerlerin gerektiğinde sivil mahkemelerde yargılanması ile ilgili kanun değişikliği üzerine görüşlerini belirten askerî makamların çekince gerekçelerinden biri de “kışlaya siyaset girmesi” tehlikesiymiş...
Askerler sivil mahkemede yargılanırsa neden kışlaya siyaset girer? Gazete haberinde karşılığını bulamadığımız bu sorunun cevabını vermek mevkiinde değiliz.
Evet; kışlaya siyasetin girmesi istenmeyen bir durumdur. Silahlı kuvvetlerin siyasî bir aktör olarak hareket etmesi de aynı şekilde tasvib edilemez.
Bu hususlarda bir tereddüt yok!
Tereddüt, kışla-siyaset ilişkilerinin tam olarak veya doğru olarak kavranmamasında.
Osmanlı döneminde, profesyonel askerler, yani Yeniçeri Ocağı, siyasetin bir parçası idi. Seyfiye-ilmiye ve esnaf bir araya geldi mi, padişahın kellesini kesmek dahil, yapamayacağı şey yoktu.
Yeniçeri Ocağı 1826’da kışlalar topa tutularak ortadan kaldırıldı... Böylece, asker dramatik şekilde siyasetin dışında kaldı. Elbette ülke ordusuz kalamazdı. Yeni bir askerî yapı oluşturuldu. Asker ve sivil bürokrasi, yarım asır sonra, sisteme müdahale etmeye başladı. Sultan Abdülaziz tahttan indirildi, daha sonra öldürüldü (veya intihar etti!).
Bürokrasi bu müdahalenin sonunu, tahta çıkardığı 5. Murat’ın görevini sağlık sebebiyle sürdürememesi yüzünden, getiremedi. Onun yerine tahta oturan Sultan Abdülhamid, kısa sürede iktidar dizginlerini ele aldı, asker-sivil bürokrasiyi kendi alanlarında tutarak, rasyonelleştirerek Devlet’in güçlenmesini sağladı.
Abdülhamid döneminde, statü kaybına uğrayan asker ve sivil bürokrasi güçlü bir yer altı muhalefeti oluşturdu. Bu muhalefeti yürüten gizli teşekküllerin kurucularının çoğu askerlerdi. İttihat ve Terakki, bu gizli teşkilatların en güçlüsü idi. Sonunda Balkan dağlarında silahlı isyan başlatarak Abdülhamid’i Meşrutiyet’i yeniden ilana mecbur ettiler.
2. Meşrutiyet, Osmanlı sisteminin sonunu getirdi. Gerçek bir parlamenter monarşiye geçişin önündeki engelin saray değil, Meşrutiyet’in ilanı için dağa çıkan İttihat ve Terakki olduğu ortaya çıktı. Eski alışkanlıklarını terk etmeyen, gerektiğinde fedailerini harekete geçirerek cinayetler işleten bu teşekkül, meşru hükümetlere karşı darbe geleneğini de başlattı.
İttihat ve Terakki daha sonra siyasî bir teşekkül olarak ülkeyi doğrudan yönetmeye başladı. İttihatçıların siyasî çizgisi, Cumhuriyet’ten sonra da devam etti. Ordu bu siyasî çizginin ve Cumhuriyet’ten sonra resmileştirilen ideolojinin kurumlarından biri olarak görüldü. Orduyu dışarıdan böyle görenler olduğu gibi, içerideki hâkim görüş de bu yöndeydi.
Son yıllara kadar ordunun ideolojik konumunun aynı zamanda siyasî bir mahiyet taşıdığı üzerinde çok fazla durulmadı. Bu görüşü dile getirenler de önemsenmedi. Fakat, bugünkü konjonktür, ordunun sahiplendiği ideolojik yapının zamanın taleplerine cevap vermekten uzak kaldığını açıkça gözler önüne seriyor. TSK’nın bugünün dünyasında, demokratik siyasî sistemi kabul etmek ve bu kabul üzerine yer belirlemekten başka alternatifi yok. Bu rasyonel zeminin uzun süre görmezden gelinmesi veya ıskalanması, problemin büyümesine yol açtı.
Silahlı kuvvetlere siyasetin girmesini kimse istemiyor. Fakat, asıl yapılması gereken, askeriyeden siyasetin çıkarılması! Siyasete yarar bir enstrüman olan ideolojinin artık terk edilmesi.
“Siyaset girmesin” düşüncesi, “siyaset çıksın” düşüncesiyle desteklenmezse, doğru bir sonuca varmak mümkün değildir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.