Cemal Nar

Cemal Nar

Devlet Başkanı Dahi Sorumludur

Devlet Başkanı Dahi Sorumludur

Bugün sizinle bu sistemi bırakarak İslamî yönetime doğru bir yolculuk yapalım isterseniz.

Öyleyse şimdi burada söylediklerimiz tamamen idealdir ve günümüzde yaşanan acı gerçeklerle asla alakası yoktur. Keşke olsaydı…

İslam, çağımıza kadar nice toplulukları başarıyla yönetmiş bir dindir. İslam toplumu da, İslamî kanunlarla siyaseti, yani yönetimi ve sosyal hayatı düzenlenmiş ve biçimlenmiş olan toplumlardır.

İslam, ilk defa idarecileri "râî, çoban, hizmetçi" yerine koyarak, kamu yönetimini bir "emanet" olarak değerlendirmiştir. Tarih inde bir sapma olan “saltanat”ın halkı – tebayı “kullarım” diye isimlendiren anlayışı asla İslamî değildir. Aslında İslam’da asla saltanat, krallık, padişahlık ve veliahtlik yoktur. Biz bu konuyu “İslam’da Devlet ve Siyaset” kitabımızda enine boyuna incelemiştik.

Emanetlerin ehillerine verilmesi, idare edenlerin en önemli görevidir. (Nisa, 58)

Emanete ihanet etmemeleri için idare edenlerin,118 görevlerini yaparken yaptıkları her şey şeffaftır, ümmetin gözü önündedir ve eleştiriye açıktır. (Enfal, 27)

Her fert, idarecilerinin üzerinde bir denetleyicidir. Denetim hakkını rahatça kullanabilme, o yönetimin İslamî oluşuyla doğrudan irtibatlıdır.

Asr-ı Saadet ve Raşid Halifeler döneminde bazı örneklerini gördüğümüz gibi, bu denetim işi gayet güzel yapılabilmiş ve bütün bir insanlığa üstün değerler ilham eden örnek olaylar yaşanmıştır.

Ebu Yusuf "Kitab-ul Harac"da bu konuya dair hadislerden ve sahabe uygulamalarından örnekler verir ve der ki: "Halife, yalnız Allah'a karşı değil, aynı zamanda halka karşı da sorumludur".

O ispat eder ki müslümanlar idarecilerini tam manasıyla tenkit etme hakkına haizdirler. Bu, her iki tarafın da hayrınadır. Bunun yokluğu, azap kapılarının açılması demektir. Bu sebeple idareciler, hak sözleri dinlemeye ve cevaplandırmaya tahammüllü olmalıdırlar. (Kitabu'l Harac'tan (s.11.12) naklen Mevdudi, Hilafet ve Saltanat s. 414)

Devlet başkanı, görevlerini yaparken, halkın kendisine itaat etmesini ister. Elbette ki İslam hukuku devlet başkanını da halkı da bağlar. Eğer başkanın kendisi ilahi yasaları yaşamaz, hukukun dışına çıkar, fasık ve zalim olursa, itaat edilme hakkını yitirmiş olur. Halka düşen, ya onu hukukun içine çekmek veya makamından azlederek alaşağı etmektir. Bu husus halka vacip kılınmıştır. Bu halkın kaçınılmaz bir görevidir.

Fıska, günaha düşerek hukuku çiğneyen bir başkanın verdiği emirler bağlayıcı değildir; o emirlere itaat edilmez. Hatta, ondan kurtulmak için herkesin yasal çerçevede çalışıp çabalaması hem dinî, hem de kanunî bir mecburiyettir.

Eşitlik esasının bir başka boyutu da, az önce anlatıldığı gibi yöneten ve yönetilenlerin kanun önünde eşit olmalarıdır. Şer'i düzenlemeler, buradaki emir ve yasaklar herkese uygulanır.

İdareciye bakış açısı şöyledir: O, mü'minlerden biridir. Mü'minlere helâl kılınanlar, O'na da helâl, haram kılınanlar O'na da haramdır.

Öyleyse yönetenin yaptığı işler eleştirilebilir, onlardan dolayı sorumlu tutulabilir veya muhalefet edilebilir.

Yöneticiler, dinimizin yüklediği bir görev olarak yöneten veya yönetilen bütün mü'minlerin birbiriyle öğütleşme, hakkı ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyma sorumluluklarını benimseyip kabul etmelidir. (A. Mustafa Nevin, İslamda Muhalefet, s. 97)

Bu bilgilerin ışığında bir daha bakar da değerlendirir misiniz, onbeş asır önceki İslam Yönetimim mi, daha ilericidir, yoksa devlet başkanını vatana ihanet dışında sorumsuz kabul eden bugünkü yönetimler mi? Hangisinde hukuk daha üstün tutulmuştur acaba?

Bugün sıradan bir askerini bile yargılamada sancılar çeken bu sistem mi daha çağdaş, yoksa devlet başkanını bile sıradan insanlarla beraber yargılayan İslam Devleti mi?

www.cemalnar.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi