Millî Eğitim Bakanı, Nureddin Topçu’yu okudu mu?
İlk defa bir hanımefendi Millî Eğitim Bakanı oldu. “Kadın bakan” ekseriya göstermelik kabilinden hükümette yer alan bir unsurdur. Devlet bakanı filan yapılır. Öyle Millî Eğitim gibi iş hacmi büyük, personeli kalabalık, bütçesi yüksek bir bakanlığa bir kadın tayin edildiği bugüne kadar görülmedi. Nimet Hanım’ın böyle ağır bir mes’uliyetin altına sokulmasının bir sebebi vardır elbette.
Türkiye diplomalı okur yazarı çok, fakat gerçek okur yazarı kıt bir ülke, herkesin malûmu olduğu üzere. Okur yazar nisbetimiz değil yüzdeler hanesinde, bindeler hanesinde geziniyor. Yani binde birkaç kişi ancak kitap okuyor. Bakanlarımız, milletvekillerimiz, siyasilerimiz bu binde birkaç kişi içinde yer alırlar mı? Çok kuvvetli bir ihtimalden bahsetmiyoruz elbette. Fakat hiç değilse Millî Eğitim bakanımızın kitap okuru olduğunu ümid ediyoruz.
Elbette yeni siyasî sorumluluğu dolayısıyla eğitimle, öğretimle ilgili kitaplar da okuyor olmalıdır. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bir sürü ıvır zıvır kitaplar yanında, meselenin özüne, ruhuna nüfuz eden az sayıda kitap var. Benim ilk aklıma gelen merhum Nureddin Topçu’nun “Türkiye’nin Maarif Davası” kitabıdır. Diyebiliriz ki, yalnız Nureddin Topçu, eğitimin, öğretimin, daha doğrusu “maarif”in ruhunu derinlemesine kavramış ve ona göre düşüncelerini derinlemesine ifade etmiştir.
Benim aklımdan hiç çıkmayan bir sözü: Öğrenmek zekânın, yapmak ahlâkın işidir...
Eğitimin yalnız bu cümlede ifade edilen hükme göre tanzimi mümkündür. Millî eğitim, ismine bakmayın, esasında “öğretim” bakanlığıdır. Eski yeni, gerekli gereksiz bilgilerin genç beyinlere aktarıldığı devasa bir cihazdır. Bu aktarma işinin ne derecede başarılı olduğu ayrı bir mesele, fakat bu bilgilerin gençlerde tecessüs uyandırarak araştırmaya sevk etmesi durumuyla fazla karşılaşmıyoruz. Gençlerin ite kaka dahi olsa kitap okumaya, ufuklarını genişletmeye yönelik bir tutumlarının olmaması en güçlü delilimiz.
Her şeyi öğrenebiliriz. Burada iyi kötü, doğru yanlış, faydalı faydasız ölçüleri olmayabilir. Kapasitemizin yettiği yere kadar öğrenebiliriz. Topçu, “çocuğa herşeyi öğreten mektep onu ne kadar düşüncesiz yapabiliyor” diyor.
Öğrendiklerimizi uygulamaya gelince bu noktada mutlaka bir ayırım yapma, bir ölçü getirme mecburiyeti vardır. Bilgi bize bu mecburiyeti öğretmez. Mesela, öğrendiklerimiz insanları en kolay nasıl öldüreceğimizle, yok edeceğimizle ilgili olabilir. “Bu da ne!” demeyin! Mesela, atomu parçalama bilgisini öğrenir ve atom bombası yapabiliriz. Bu, yüzbinlerce, milyonlarca insanı bir çırpıda yok edecek bir cihaz yapmak anlamına gelir. Bunu kullanmaya kalkıştığımızda, düşüncemizi harekete dönüştürdüğümüzde ne yapacağız? İşte bu noktada “ahlâk” devreye girecektir. İyiyi, güzeli, doğruyu, olumluyu, insanlığın hayrına olanı yapmak bir seçme işidir. Bu seçim için millî eğitim müfredatı gençlerimize yeterince yardımcı oluyor mu?
Ahlâk hür beyinlerin işidir. Mektep hür olmayı, hür düşünmeyi öğretmelidir. Ancak hürriyet insanı sorumluluk sahibi yapar. Sorumluluk ahlâkın temel kavramlarındandır.
Asıl “eğitim” bilgi öğretme değil, değer kazandırmadır. Millî eğitim, gençlerimize hangi değerleri kazandırıyor? Nureddin Topçu, eğitim sistemi içinde değer kazandırıcı müfredatın nasıl bir değişim geçirdiğini şöyle özetliyor: “...İnsanı düşündürecek felsefe kültürü okullarda şöyle bir inkılâp geçirdi. Önce metafiziğin Allah bahsi lise programlarından çıkarıldı, sonra Allah’a götürüyor diye ruh bahsi de atıldı. Daha sonra varlık üzerinde düşündürdüğü için bütün metafizik bahisleri lise felsefe programlarından çıkarıldı. İnsanı tanıtan ahlâk bahsi lise felsefe programlarının ufak bir köşesine sıkıştırıldı...”
1909 yılında İstanbul’da doğan 20. yüzyılımızın en büyük düşünürü Nureddin Topçu, 1975 yılının 10 temmuzunda vefat etti. Bu sene doğumunun yüzüncü yılı.
Ömrünü milletinin memleketinin meselelerine hasretti. Mesleği “muallimlik”ti. Muallim kelimesinin çağrışım derinliği karşısında öğretmen “sözcüğü” ne kadar âcizdir! Bir mürebbî olarak şöyle söylüyordu: “Gencimizin ruhu sarsıntı halindedir. Gençler spor, siyaset ve kazançtan ibaret üçüzlü hayat maddeciliğine daha beşikten başlıyarak meftun yetişmektedirler. Bu üçüzlü belâ onların ruhunda güneş ve tabiat, aşk ve miraç yaşatmıyarak, varlığını maddenin altında ezilmiş bir iskelet halinde beşikten mezara kadar takip ediyor ve bir çelenkle sarıp toprağa teslim ediyor.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.