Mustafa Çelik

Mustafa Çelik

Firavunların korkusundan iman etmeyenler(1)

Firavunların korkusundan iman etmeyenler(1)

Yeryüzünde Firavunlar, firavunların karakterini taşıyan ve firavunların misyonunu icra eden keyfî, küfrî ve cebrî rejimlerin varlığı, insanların Allahû Teâla’ya iman etmelerine engeldir. Yani birtakım insanlar Firavunların ve Firavunî rejimlerin korkusundan Allah’a iman etmezler. Allahû Teâla haber veriyor:
“Firavun ve erkanının kendilerine fenalık yapmasından korktuklarından, halkın bir kısım gençleri dışında, kimse Musâ’ya inanmamıştı, çünkü Firavun o yerde hâkimdi. O, gerçekten aşırı gidenlerdendi.” (Yunus Sûresi/83)
Dikkat edilirse, Firavunun kavminden, Firavun hanedanından birkaç genç hariç bunun dışında hiç kimse iman etmedi. Bunun sebebi, Allahû Teâla’nın hükmü ve hâkimiyeti karşısında ilahlık, Rablik iddiasında bulunan Firavunun zulmünden korktukları için, kendilerine bir zarar vereceğinden çekindikleri için iman etmediler. Firavun ve sisteminin, Firavun ve adamlarının kendilerini fitneye düşürmesinden, işkence etmesinden korkuları, iman etmelerine engel oldu. Tabii ki burada kast edilen sadece Firavun hanedanı değil, Musâ ve Harun (a.s)’ların kendi kavimleri olan İsrâil oğullarından da çok az insan bu dâvete iman edebildi. Halbuki Musâ (a.s) kendilerini kurtarmak için gelmişti; kendi kavmini Firavun sisteminin köleliğinden kurtarıp hürleştirmeye gelmişti. Üstelik bu insanlar bunu biliyorlardı. Hz. Musâ’nın ve kardeşi Harun’un Yakub (a.s)’ın çocuklarından olduğunu, yâni kendilerinden olduğunu biliyorlardı. Hz. Musâ’nın ataları İbrahim (a.s)’ın, Yakub (a.s)’ın, İshak (a.s)’ın ve Yusuf (a.s)’ın dini olan İslâm’la geldiğini çok iyi biliyorlardı. Ama yıllar yılı Firavun oğullarının zulüm ve işkence sisteminin altında öylesine sindirilmişler, öylesine asimile edilmişler, öylesine köleleştirilmişlerdi ki korkularından kendilerini kurtarmaya gelen tanıdıkları elçiye iman edip onun safında yer aldıklarını ortaya koyamadılar. Bunların nesli asrımızda da devam ediyor. Asrımızda keyfî, küfrî ve cebrî rejimlerin korkusundan dolayı Müslümanların safında yer almayanlar, Müslümanlara sahip çıkmayanlar, Müslümanlarla birlikte görünmekten içtinap edenler, Müslümanları yalnız bırakanlar, âlimlerini metruk hale getirip hevâperestlerin peşlerinde koşanlar, velev ki alınlarını secdeden kaldırmasalar dahi Firavun hanedanından sayılırlar!
Şunu bilelim ki; Firavun yeryüzünde, Mısır arzında büyüklenen, büyüklük taslayan bir zalimdi. Karunlarıyla, Hâmânlarıyla, Bel’amlarıyla kendisini güçlü gösteriyor, zulmediyor, haddi aşıyor ve bozgunculuk yapıyordu. İsraf ediyor, müsriflik yapıyordu. Yani kendi kendisini yaratıcısına kulluk makamından indirip boşa harcıyordu. Allah tarafından yaratıldığı halde, sahip olduklarının tamamı kendisine Allah tarafından verildiği halde Rabbine kafa tutarak Rablığını iddia ederken aslında kendi kendisine yazık ediyordu. Kendi kendisine zulmediyordu. Kendisini kendi elleriyle Allah’ın istemediği bir hayata mahkûm ederken hayatını israf ediyordu. Kendi kendini ısrarla Cehennem yolunda tutarken ateşe doğru sürüklerken kendi kendinin zalimi oluyordu. Elbette kendisini düşünmeyen, kendi kendine zulmeden, kendisine hayrı olmayan bir zalimin diğer insanlar için hayır düşünmesi de mümkün olmayacaktı. Kendi kendini mahvettiği gibi diğer insanların hayatını da mahvediyordu. Kendi dünyasını yıktığı gibi, toplumunun dünyasını da yıkıp boşa harcayan bir israfçıydı. Allahû Teâla’nın indirdiği hükümleri askıya alarak kendi hevâ ve heveslerinden icad ettikleri birtakım kural ve kaideleri, yasa ve anayasaları hukuk diye insanlara takdim edenler, dayatanlar, şeksiz ve şüphesiz birer firavun sayılırlar!
Allah’a inanmış Müslümanlar gerek o günün şartlarına benzer bir şart altında bulunsunlar, yani zalimlerin, tâğutların amansız işkenceleri altında ezilmişliği, horluğu hakirliği yaşamaya mahkûm olsunlar, gerekse kendi egemenliklerini kurmuş serbest ve hür bir hayat yaşar olsunlar fark etmez; eğer imanları varsa, eğer Allah’a inandıklarını iddia ediyorlarsa mutlaka her konuda Rablerine tevekkül edip, sadece Ona dayanıp güvenmeleri ve Ondan hayat kanunlarını almaları gerekecektir. Bu, imanın gereğidir. İnananlar mutlaka işlerini Allah’a havale edecekler, yardımı, zaferi, başarıyı Allah’tan bekleyeceklerdir. Yollarını Amerika’ya, Avrupa Birliği’ne değil, Allah’a soracaklar, hayat programlarını mutlaka Rablerinden alacaklardır. Kendileri adına karar alma mevkiinde, yasa belirleme makamında sadece Allah’ı görecekler, hayatlarını sadece Allah adına ve Allah yasaları istikâmetinde yaşayacaklar ve hayatlarının velayetini/idaresini Allah’tan başkalarına vermeyecekler, Allah’tan başkalarını dinlemeyecekler, Allah’tan başka kimsenin emanı altına girmeyeceklerdir. Müslüman’ım diyen herkes hangi durumda olursa olsun buna mecburdur. Çünkü iman bunu gerektirecektir. İman, Allah’a güveni ve teslimiyeti gerektirir. İman, Allah’ın şeraitinden gayrisine teslim olmamayı emreder. Allah’ın şeraitinden gayrisine teslim olmayı onaylayan iman bozulmuş imandır. Firavunların korkusunu, işkencesini hiçe sayarak Allah’ın şeriatine teslim olup sadece ve sadece onu hayata amir kılmaya çalışanlar, Allah’a teslim olup tevekkül edenlerdir. Allah’ın şeraitine teslim olmayan, Allahû Teâla’ya tevekkül etmeyenler, Firavunlara karşı direnemezler. Rabbimiz bize Musa (as)’in teslimiyetini hatırlatıyor:
“Musâ: “Ey kavmim! Allah’a inanıyorsanız ve teslim olmuşsanız O’na güvenin” dedi.” (Yunus Sûresi/ 84)
Saadeti dareyn için en önemli şey; Allahû Teâla’ya güveni, tevekkülü başarabilmektir. Hayatlarında Allahû Teâla’ya teslimiyeti ve tevekkülü gerçekleştirebilen mü’minler vekillerinin yardımına hak kazanmış kimseler olarak mutlaka kurtuluşa ereceklerdir. Allah bu konuda vaatte bulunmuştur ve Allah’ın vadi haktır. Kendisine güvenen, kendisine dayanan kullarını Allah asla yolda bırakmayacaktır. Kendisini vekil bilenleri Allah asla yalnız ve sahipsiz bırakmayacaktır. Safında yer almış kullarını hangi durumda olurlarsa olsunlar mutlaka galip getirecektir.
Bugün halkı Müslüman veya halkından Müslüman olan ülkelerde Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin, Yahudi lobilerinin, yerli uşakların korkusundan Allah’ın yasalarını ağızlarına almayan Müslüman anne ve babaların evladları, kendilerini ve ülkelerini israf ediyorlar. Allah’ın hükümlerini bırakıp başkalarının hükümleriyle hayatı idare etmeye çalışanlar, imanın hududlarını aşanlardır. Bunlar kendileri için değil, Firavunlar için yaşayanlardır.
Kavimlerini, toplumlarını, ülkelerini Allah’ın gönderdiği hükümlere teslim etmek yerine Avrupa’nın kokuşmuş kurallarına, kriterlerine teslim etmeye çalışanların Allah’a güvenleri, tevekkülleri tükenmiş demektir. Allah’a tevekkülleri tükenmişlerle yola çıkanlar, hem kendilerini ve hem de ülkelerini tüketirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Çelik Arşivi