Mekanizma işleyecek mi?
Türkiye’de ideolojik alanların tanziminde büyük zorluklarla karşılaşılıyor. Sistemin yerleşik oligarşisi, kendini korumaya alma konusunda her zaman güçlü müttefikler buluyor. Şimdi de güçlü müttefikleri var gibi görünüyor. Sistemin partisi, hemen harekete geçiyor, sistemin burjuvazisi aklî yönetime gidiş yolundaki düzenlemeyi “erken” olarak nitelendiriyor. Devletten beslenen burjuvazi, kendi iş yerlerini tamamen akıl ilkelerine göre yönetirken, Türkiye’nin gayri aklî, ideoloji ilkelerine göre yönetilmesine neden rıza gösteriyor? Çünkü tarihi ittifaklar bunu gerektiriyor!
Şimdi sınanacak olan “sistemin yüksek yargısı!”
Askerlere sivil yargı yolunu açan kanun Cumhurbaşkanı’nın tasdikinden sonra uygulanabilir hale geldi. Hemen Anayasa Mahkemesi’ne gidileceğinin işaretleri var. Son üç yıl içinde, Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin aklileşmesi, rasyonelleşmesi ile ilgili gelişmelere pek de rasyonel olmayan tepkiler verdi. Bunun en açık örneği, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında Meclis’in toplanması ve karar almasıyla ilgili olarak verilen karardır. “367 vak’ası” elbette hâfızalardan silinmemiştir. Daha sonra başörtüsü ile ilgili kararın aynı seriden olduğunu, fakat onun gölgesinde kaldığını unutmayalım.
367 kararı öylesine “kör gözüm parmağına” bir karardı ki, daha sonra mahkeme bu kararının arkasında duramadı. Nihayet iktidar partisinin cezalandırılması ile ilgili karar bu büyük yanlışın gölgesinde kaldı. Mahkeme, karar süreçleri böyle işlerken, gücünü aşan ve demokratik sistemi allak bullak eden hükümler ortaya koyarken, bunun uzun vadede kendi yapısını nasıl etkileyeceğini de düşünmek zorundadır.
Şimdi bildik mekanizmalar hareket halindedir. Askere sivil yargı yolu açılırken, Türkiye kendine mahsus bir iş yapmamıştır; bilhassa AB mevzuatına uyumu gözetmiştir. Bu kanunun Anayasa’ya aykırılığı iddiası, Anayasa’nın darbe anayasası olmasıyla ilişkilidir. Eğer böyle bir aykırılık varsa, bu aykırılığın giderilmesi, Anayasa’nın değiştirilmesi gerekir. Hatta, Anayasa’nın sadece bu konu ile ilgili değiştirilmesi yeterli değildir, bütünüyle yeni bir anayasa hazırlanmalıdır.
Yeni bir anayasa, darbecilerin oluşturduğu statükoyu elbette değiştirmek zorundadır. Bu değişiklik, sınırlı alanlara inhisar ederse, sonunda yerleşik darbeci yapı sürdürülmüş olur. Statükonun anayasal temelleri, tamamen ideolojiktir. Hukuk kılıfına sarılmış ideoloji, Türkiye’nin aklî yönetiminin önündeki başlıca engeldir.
Bu kanun değişikliğinin, her ne kadar AB ile uyum sürecinin bir parçası olması sözkonusu ise de, “İrtica ile mücadele eylem planı” adı altında darbeci bir metnin ortaya çıkması ve bu konuda tartışmaların sürdüğü bır sırada yapılması elbette anlamlıdır.
İlk defa sivil bir idare, ortaya dökülen darbeci bir metnin örtbas edilmesine rıza göstermemiştir. Başbakan’ın her aşamada, konunun peşinin bırakılmayacağını ifade etmesi, konuyla ilgili olarak hukuk yollarını devreye sokma yönünde kararlılık göstermesi, elbette Türkiye’nin rasyonelleşmesi yönünde ciddiye alınması gereken bir tavırdır.
Kanun Anayasa Mahkemesi’nden döner mi?
367 kararını alan bir mahkemenin varlığı, böyle bir sorunun sorulmasına yol açıyor.
Akılda tutulması gereken husus şudur: Süreç herkes için işliyor!
Elbette Anayasa Mahkemesi için de işliyor!
Halk hâkimiyetini kabul ediyorsak, süreçleri sonuna kadar halkın taleplerinden soyutlayamayız. Halk iradesi ile uyum sorunu olan her kurum, bu sorunun çözümünün halkın elinde olduğunu görmek zorundadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.